HABER

12 yılın ardından yine savaş

İSTANBUL (İHA) - Tarihi adeta "kan" ile yazılan Irak, şu günlerde yeni bir savaşın eşiğinde bulunuyor. 1990 yılında Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin'in Kuveyt'i işgali ile patlak veren Köfez Savaşı'nın ardından ABD yeniden harekat düzenlemeye hazırlanıyor.

Ağustos 1998'de İran-Irak Savaşı'nın sona ermesinin ardından, Irak'ın bir taraftan savaşın zarar ve tahribatlarını gidermeye çalışırken, diğer taraftan da silahlı kuvvetlerini yeniden yapılandırıp güçlendirmeye ve en gelişmiş silahlarla donatmaya başlaması, Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin'in oluşturduğu ordu, bölgede bir tehdit unsuru haline gelmişti.

1990 yılında Irak'ın, zengin petrol rezervlerine sahip Kuveyt üzerinde bazı haklar talep etmeye başlaması, Irak-Kuveyt sınırındaki petrol yataklarının Irak'a ait olduğunu ve Kuveyt'in kotalara uymayarak petrol ürettiğini ve Irak'ı zarara uğrattığını öne sürerek 2.4 milyar dolar tazminat istemesi "Çöl Harekatı"nın da temellerini attı.

Irak, tazminat talebini karşılamayan Kuveyt'i, 2 Ağustos 1990 tarihinde işgal etti. Toprakları ve ordusu küçük ancak petrol kaynakları çok zengin olan Kuveyt'in yöneticisi Şeyh Ahmed El Sabah, işgal üzerine hemen ülkeyi terk ederek Suudi Arabistan'a kaçtı. Irak kuvvetlerinin Kuveyt Radyosu'na girdiği sırada radyo canlı yayında dünyadan yardım istiyordu. Kuveyt'in işgali üzerine uluslararası toplum, Irak Lideri Saddam Hüseyin'e "İşgale son ver" çağrıları yaptı. Ancak, Kuveyt'i Irak'ın bir parçası olarak niteleyen Saddam, çağrıları reddetti. Saddam'a göre bu uyarılar, "Kibirli Batı'nın bir gösterisi" idi. Eğer Batı, Irak'a müdahale ederse Irak'ın gücünü görecekti.

BOMBARDIMAN BAŞLADI ABD'nin öncülüğündeki çokuluslu güç, 16 Aralık günü saat 23:30'da harekete geçti. Irak hedefleri önce, Basra Körfezi'ndeki ABD ve İngiltere'ye ait savaş gemilerinden fırlatılan füzelerle vuruldu. Ardından, Suudi Arabistan'dan ve diğer bölgelerden kalkan uçaklar Irak'a saldırdı. Körfez Savaşı başlamıştı. 24 saat içinde binden fazla "sorti" yapan müttefik uçakları Irak'a bomba yağdırdı. Bombalardan başkent Bağdat da nasibini aldı.

TÜRKİYE'DEN SAVAŞA DOLAYLI DESTEK Irak'ı Kuveyt'ten güç kullanarak atmaya karar veren ABD'nin tüm dikkati, yaşanan bu gelişmeler ile bölgeye yöneldi. NATO üyesi olan, üstelik Irak'ın kuzey komşusu olan Türkiye NATO üslerine de sahip olduğu için ABD ve Türkiye arasındaki diplomatik trafik yoğunlaştı. Dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal ve ABD Başkanı George Bush sürekli telefon konuşmaları yaparken, ABD Dışişleri Bakanı, Türkiye'nin Körfez Krizi'nde daha aktif rol oynamasını istiyordu. İncirlik Üssü, Körfez Krizi'nde hem Türkiye'nin hem de dünyanın gündemine oturdu. Türkiye aktif olarak katılmadığı savaşta, dolaylı olarak da olsa savaşın sıcaklığını en fazla yaşayan ülke oldu.

Körfez Krizi'nde, Türkiye'nin dış politika sürecini tayin eden iki temel görüş oluşmuştu. Sivil ve asker3 bürokrasi, temkinli hareket edilmesini, risklerin hesaplanmasını isterken, "Körfez Savaşı"nda "Bir koyup üç almak" hayalleri ile yaşayan ve bunun yüzde 100 gerçekleşeceğine inanan Cumhurbaşkanı Turgut Özal, daha aktif bir politika izlenmesini ve bölgede oluşan kriz sonrasında Türkiye'nin oynayacağı role uygun düşecek bir ağırlık elde etmesini istiyordu. Askeri yönetim ve sivil politikanın arasına "Körfez Savaşı" girmişti.

Sonuçta sivil ve askeri bürokrasi doğrultusunda Türkiye izleme ve temkinli davranma politikasında karar kılarken, "Körfez Savaşı"nın Türk Dış Politikası üzerine tesirleri umulandan çok daha derin, yıpratıcı ve uzun süreli oldu. Türkiye ihracat ve ithalat yaptığı, ticari alışverişlerini sürdürdüğü ve iş anlaşmaları yaptığı Irak'a BM'nin ambargosu ile kapılarını kapatmanın acısını uzun süre yaşadı.

Türkiye'den Körfez Savaşı'nda daha aktif rol oynamasını isteyen ABD, İsrail ve Mısır gibi ülkelerin kendisine olan borcunu silerken, Türkiye'ye sadece kısıtlı konvansiyonel silah yardımı yapmayı yeterli gördü.

IRAK, SAVAŞIN FATURASINI "AMBARGO" OLARAK ÖDEDİ BM Güvenlik Konseyi ise 9 Ağustos'ta toplanarak, 662 sayılı kararı ile Irak'ın Kuveyt'i ilhakını tanımadığını bildirdi. BM, 9 Ağustos 1990 tarihli aynı kararında; Irak'a ekonomik, mali ve asker3 ambargo uygulanmasına karar verdi. BM'nin bu kararına ilk uyan ülke de Türkiye oldu ve ham petrol ihtiyacının yüzde 40'ını karşıladığı Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattını kapattı.

BM, 678 sayılı kararıyla, Kuveyt ile işbirliği içerisinde olan tüm ülkelere, 15 Ocak 1991 gününe kadar BM tarafından alınan kararlara Irak uymadığı takdirde gereken tüm önlemleri alma ve uygulama imkanı tanıyordu.

SADDAM HÜSEYİN, ÜLKESİNİ HIRSINA FEDA EDEN LİDER OLARAK TARİHE GEÇTİ Saddam Hüseyin 20 yılı aşkın süredir Irak'ı yönetiyor. Saddam yönetimi altında Irak 2 kez savaşa sürüklendi. Bu savaşlar Irak halkına çok pahalıya mal oldu. Petrol kaynakları dünyanın en zenginleri arasında sayılan Irak, kötü yönetilmenin bedelini ağır ödedi ve ödemeye de devam ediyor. Saddam Hüseyin, ülkesini hırsına feda eden lider olarak tarihe geçti.

KUVEYT'İN BİTMEYEN ÇİLESİ: KAYIPLAR
İşgal, Kuveytliler için büyük bir felakete dönüştü. Irak askerlerinin evleri yağmaladığı, kadınlara tecavüz ettiği, direnenleri kurşunladığı haberleri bütün dünyaya yayıldı. Bir çok Kuveytli, yakınlarının Irak askerleri tarafından öldürülüşüne tanık oldu. Çok sayıda Kuveytli hala "kayıp".

SAVAŞIN ARDINDAN ORTAYA ÇIKAN MÜLTECİ SORUNU Türkiye'nin milyarlarca dolarlık ihracat yaptığı komşusu Irak ile ilişkileri tamamiyle kapandı. Körfez Savaşı'ndan 2000'li yıllara Türkiye'nin ihracat kaybı 30 milyar dolara ulaştı. Körfez Savaşı sonrası Kuzey Irak'ta oluşan otorite boşluğu ve buna bağlı oluşan kaos, Türkiye'nin yanı başında yeni bir tehdit ve risk bölgesi meydana getirdi.

Körfez Savaşı'nın bitişinin ardından 1991'in ilk yarısında Saddam Hüseyin yönetimine karşı gelişen Kürt ayaklanmasının başarısızlığı büyük bir Süryani, Türkmen ve Kürt nüfusunun Irak Ordusu'nun önünden İran ve Türkiye'ye kaçmasına neden oldu.
BM Güvenlik Konseyi, Nisan 1991'de 688 Sayılı kararla, ağır coğrafi şartlarda ölümle burun buruna yaşayan Kuzey Iraklı mültecilere insani yardım için uluslararası ortam oluşturdu. Bu insanlara Türkiye'nin büyük katkısı ile Kuzey Irak'ta bir güvenlik şemsiyesi ve insani yardım köprüsü oluşturuldu. Evlerini terk eden mülteciler, kısa sürede evlerine yerleştirildi.

"Huzur Harekatı" olarak adlandırılan bu kampanya, Türkiye için bir takım yeni sorunları da beraberinde getirdi. Irak'ı Türkiye'yi tehdit edebilecek başlıca bir mülteci krizi yaratmaktan alıkoyacak durum nasıl sağlanacaktı? Kürt Devleti fikrinin bir gerçeğe dönüşmemesi nasıl güvence altına alınacaktı? Türkiye'nin Güneydoğusu'ndaki Kürt milliyetçiliğinin yükselişi ve ayrılıkçı terör nasıl önlenecekti?

Kuzey Iraklı mültecilerin topraklarına yerleşmesini sağlamak için oluşturulan çok uluslu "Huzur Harekatı"nın kestirilemeyen sonuçları, Türk Dış Politikası için tam bir tehdit kaynağı haline gelmişti. Irak'ta mülteciler için oluşturulan 37. Paralel üzerindeki "Güvenli Bölge", fiili bir Kürt Devleti'nin oluşmasına yol açmıştı. Türk diplomasisi Kuzey Irak dolayısıyla bir seri sorunla yüzyüze gelmişti. Bölücü terör örgütünün bu bölgede yerleşmesi, Türkiye'nin bölgede yapacağı sıcak takip ve sınır ötesi harekatın, Suriye ve İran ile olan ilişkilerini olumsuz etkilemesi gibi sorunlar Türkiye'nin başını ağrıtmaya başladı.

Kuzey Irak'ta oluşan fiili Kürt Organizasyonu ile ilk ilişkiye giren Cumhurbaşkanı Turgut Özal oldu. Amaç Kuzey Irak'ta yerleşebilecek PKK ile mücadelede, bölgedeki yerleşik Kürt liderlerinden destek almaktı. Ayrıca, PKK'ya karşı Kuzey Irak'a yapılacak sınır ötesi operasyonlara yerel muhalefetin kırılmasıydı.

Türk Dış Politikası'nda Kuzey Iraklı Kürtlerle yakınlaşma ve Irak'ın toprak bütünlüğünün korunması ise bir ikilem oluşturmaya başlamıştı.

TÜRKİYE'NİN "BİR KOYUP ÜÇ ALMA" HAYALLERİ SUYA DÜŞTÜ Körfez Savaşı, sadece Orta Doğu bölgesinin değil, 20. yüzyıl dünya politikasının en önemli dönüm noktalarından biridir. Savaş, bölgesel dengeleri temelden etkilediği gibi, Soğuk Savaş döneminin sona ermesinde de katalizör görevi yapmıştır. "Körfez Savaşı"nda kaçınılmaz olarak çok kritik bir pozisyonda olan Türkiye'nin, böylesi önemli olaya dönük dış politikası da en az Körfez Savaşı kadar ilginç, çarpıcı ve tartışmalı oldu.

Türkiye, Huzur Harekatı'na ve bir güvenlik bölgesi oluşmasına verilen desteğin, Ekim 1992'de bir Kürt Federal Devleti'nin ilanına yol açacağını öngörmüştü. Bu nedenle, Türk diplomasisi Kuzey Irak'taki bu oluşuma kesin bir dille karşı çıktı. Avrupa Parlamentosu ile birlikte İngiliz, Fransız ve Alman Hükümetleri'nin, Kuzey Irak'taki bu oluşuma verdikleri gönüllü desteğe karşın Türkiye, Irak'ın toprak bütünlüğünü zedeleyecek her türlü gelişmeye karşı olduğunu beyan etti.

Türkiye, Kuzey Irak'taki mültecilere insani yardım için iyi niyetle destek verdiği "Huzur Operasyonu" sonucunda, dış politikasının öncelikli gündemine oturan sorunlarla karşılaşmıştı. Körfez Savaşı'nda, savaş sonrası yalnız bırakılması ve uluslararası yükümlülüklerin inkar edilmesi nedeniyle, Irak ve Kuveyt'ten sonra en fazla zarar gören ülke Türkiye oldu. "Bir koyup üç alma" hayalleri hüsranla sona erdi.

ABD, TÜRKİYE'Yİ OLASI BİR "IRAK HAREKATI"NDA YİNE YANINDA GÖRMEK İSTİYOR ABD, Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin'e karşı düzenleyeceği ve artık nerede ise kesinlik kazanmış harekatta Türkiye'yi de müttefiki olarak yapıda görmek istiyor. Savaş ilanı ile ilgili olarak İngiltere'nin tam desteğini alan fakat Alman Hükümeti'nin tepkisi ile karşılaşan ABD, Saddam Hüseyin'i devirmekte kararlı görünüyor. Bu savaşta Türkiye'yi de yanında isteyen Amerika, ekonomik kriz içinde seçime hazırlanan ve Körfez Savaşı'nın yaralarını hala doğru dürüst saramamış bir ülkeye bir takım güvenceler vermeye hazır gibi görünüyor. Türkiye'nin taşları yerinden oynatacak böyle bir savaşta nasıl bir tavır alacağı da henüz netlik kazanmış değil. Gerçek olan bir şey var ki, o da 1990 yılında yaptığı hataların faturasını ağır bir şekilde ödeyen Türkiye, bu sefer adımını temkinli atacak.

IRAK HÜKÜMETİ KENDİSİNE NE KADAR GÜVENİYOR?
Körfez Savaşı'ndan ağır kayıplar ile çıkan ve sivil bölgelere yağdırılan bombalar ile yüzlerce vatandaşını kaybeden Irak, acaba durumda kendisine ne kadar güveniyor? Irak Başbakan Yardımcısı Tarık Aziz'in şu sözleri, her şeyi daha açık ortaya koyuyor: "Ağır kayba uğrayacağız."

Bağdat'ta, "Arap Milliyetçiliği Düşüncesi: Bir Yüzyılın Sonu, Diğerinin Başlangıcı" sloganıyla düzenlenen sempozyumun açılışında konuşan Aziz, ABD'nin saldırması halinde Irak'ın direneceğini yineliyor ama ağır kayıplar vereceğini de sözlerine eklemeyi ihmal etmiyor.

Tarık Aziz sözlerine şöyle devam ediyor:

"Irak savaşacak. Irak'a yönelik saldırı, Amerikalılar için bir gezinti değil, yüzyıllardır görmedikleri kadar ağır kayıp verecekleri çetin bir savaş olacak."

BM diplomatlarının ve Amerikalı bir yetkilinin açıklamasına göre ise taslakta, BM Güvenlik Konseyi kararlarını çiğnemekle suçlanan Bağdat'ın talepleri yerine getirmeyi reddetmesi durumunda, "Gerekli her türlü yöntemin" uygulanacağı uyarısı da yer alıyor.

Bu arada, ABD Başkanı George Bush, BM'yi, Irak konusunda harekete geçmemesi durumunda by pass edeceğini söyledi.
Bush, "Askerlerimizi tehlikeli yola sevk etmek son tercihimiz. Ancak gerekirse, özgürlüğümüzü korumak için ABD koalisyona öncülük edecek ve bunu yapacaktır" dedi.

Irak Harekatı ile ilgili olarak bir açıklama yapan Amerika eski Başkanı Bill Clinton da ABD'nin Bağdat rejimini devirmek için askeri müdahalede bulunması halinde, Irak'ta uzun süre kalması gerekeceğini ifade ederek, bu savaşın kolay olmayacağının altını çizdi.
NBC televizyonunda konuşan Clinton, "Irak'a müdahale edilecekse bu uzun soluklu bir iş olmalı. Müdahale edip hemen çekilemeyiz. Uzun süre kalmalı, işlerin iyi gittiğinden emin olmalıyız" dedi. Irak konusunda yapılacak en iyi şeyin, BM'den yeni karar çıkarmak ve bütün dünyayı o kararın arkasında birleştirmek olacağını söyleyen Clinton, "Bunun yapılabileceğini sanıyorum" diye konuştu.

En Çok Aranan Haberler