“Eden bulur” deyişinin kendi içinde bir hikmet taşıdığı söylenebilir. Bu deyiş de benzerleri de adaletsizlik yapan birinin yaptığının ceremesini, başına gelen başka bir hadiseyle ödemesini ifade eder. Bu sebeple de ilkel bir adalet anlayışını yansıtır. Hukuk devletinde bu ilkel adalet arayışının yeri yoktur.
Dün cemaatin başına gelenlerin çok kişide “eden bulur” hissi doğurması anlaşılır bir durum. Neticede iktidarın gücünü pekiştirmek için kullandığı birçok siyasi/hukuki operasyonun başrol oyuncusu cemaatti.
Bugün yöneticileri gözaltına alınan cemaate yakın medya organlarının, zamanında bu operasyonlara nasıl destek verdiği akıllarda. Destekten de öte bir yönlendirme, sevk ve idare söz konusuydu. Daha dün sayılır, herhalde hepimiz hafızamızı toptan yitirmedik.
Cemaat güdümündeki bu medya organlarını “özgür medya” olarak kutsamanın, buralardan bir demokrasi ve halk kahramanı çıkarmanın âlemi yok.
Gelgelelim, vaziyet bu istikamette diye olan biteni “eden bulur” diyerek zevkle izlemek de kabul edilemez. Adalet arzusu ilkel temellere oturtulursa işin niteliği değişir. Adaletin değil intikamın peşine düşülür.
Böyle bir davranış, amacı adalet falan değil gayet hesaplı siyasi bir intikam ve tahakküm olan iktidarın yörüngesine girmek haricinde bir netice de doğurmaz.
Bir gazete basılmış mıdır? İktidar aylar boyunca bu operasyonun altyapısını hazırlamış mıdır? İktidarın medyası bunun için manşet üzerine manşet atmış mıdır? Savcılar, hâkimler ve polisler dönme dolaba bindirilmiş gibi yerlerinden edilip bugünler için yeni bir kadrolaşmaya gidilmiş midir?
Bunların hepsinin cevabı evetse mağdurun kimliğine bakmanın pratik faydası yok. Mağdurun değil operasyonu yapanın kimliğine bakmakta ise sayısız fayda var.
Daha evvel cemaatle el ele rakiplerini tasfiye eden güç, bugün de cemaatten öğrendiği taktiklerle cemaati tasfiyeye girişmiştir.
Buna “oh olsun” denmez. Cemaatin berbat siciline rağmen denmez.
Eski dostları da dahil bütün düşman bellediklerini teker teker operasyonlarla avlayan bir avcı var. Son avı, avcının eski av arkadaşı diye av görmezden gelinecek gibi değil.
Bu bir sürek avıdır. Avcı kendini rahat hissedene kadar da devam edecek. Avcıda cephane bol, avların kaçacak alanı dar.
Avcı, avı bırakırsa kendinin avlanacağından korkuyor. Bu yüzden bırakın avdan vazgeçmeyi gerekirse içinde avlandığı ormanı bile yakmayı aklına koymuş.
Vakti gelince şimdilik azat ettiği eski avlarına tekrar tuzak kurmayacağının da garantisi yok.
Şimdi, “hele bir iddianameye bakalım” denecek. Bakalım elbette. Zamanında beraber iş tuttuklarıyla birlikte yapıp ettiklerini iddianamelere koyamayacakları ortada. Artık nesine bakacaksak bakalım.
Cemaatle ortaklık bozulunca ara verilen sürek avı, avcının kendini toparlamasıyla yeniden başladı. Son avı savunmak için değil, avcıya direnmek için bu av mevsimine karşı çıkmak gerek.
İntikam değil adalet. İnsan haklarına dayanan bir hukuk devleti hedefi... Bu temel ilkelerden kavganın taraflarının kirli geçmişleri nedeniyle feragat edilemez.
Bu av mevsimi sona ermeli.
VAHİMDİR: Gazete ve televizyonlar basılarak... Gazeteciler ve televizyoncular gözaltına alınarak, derdest edilerek... Demokrasiye ve ifade özgürlüğüne büyük darbe vurulmuş olur. Ekrem Dumanlı ve arkadaşlarının gözaltına alınması bu açıdan vahimdir.
-TEHLİKELİDİR: Hükümet/Cemaat çatışması, söz söyleme ve ifade etme özgürlüğüne kurban edilemez. Bu çatışmaya yaslanarak gazetelere ve gazetecilere vurulan darbe, aslında tüm toplumun özgürlüğüne vurulmuş bir darbedir. Ekrem Dumanlı ve arkadaşlarının gözaltına alınması bu açıdan tehlikelidir.
-HUKUKSUZDUR: Devletin egemenliğini ele geçirmek şeklinde somut hiçbir suçlamayı ihtiva etmeyen, soyutun soyutu bir suçlamayla gazeteler basılamaz, gazeteciler suçlanamaz. Ekrem Dumanlı ve arkadaşlarının gözaltına alınması bu açıdan hukuksuzdur.
-YANLIŞTIR: Yargı, karşıtlara karşı kullanılacak bir silah olarak kullanılamaz. Yargı, hükümet karşıtlarını köşeye sıkıştırma aracı haline getirilemez. Yargı, muhaliflere operasyon çekme aracı yapılamaz. Ekrem Dumanlı ve arkadaşlarının gözaltına alınması bu açıdan yanlıştır.
Ecdada böyle mi sahip çıkacaksınız?
FUAT Avni'nin yazdıkları için bu ülkenin Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, "Doğruysa vahim" demişti.
Pazar sabahı anlaşıldı ki doğruymuş ve elbette vahimdir!
Fuat Avni'nin haberine bakılırsa, sırada başkaları da var... Bunlar kim ya da daha kimler? Belirsiz...
İşte bu belirsizlik Türkiye'de hukukun ne hale gelmekte olduğunun işaretlerinden biridir.
Çünkü hukuk devletinde belirsizlik olmaz! İnsanlar geleceği belirsiz görüp endişe yaşıyorsa orada hukuk ağır hasar almış demektir.
ÖNCE USUL
Meslektaşımız Ekrem Dumanlı, Hidayet Karaca ve diğerleri hakkındaki dosyanın içeriğini bilmiyoruz. Fakat izlenen usul, hukuku siyasetin yönlendirdiği endişesini yaratıyor. Hukukta usul esastan önce gelir kuralı geçerli olduğu için, izlenen usul, yürütme ve yasama erklerini elinde bulunduran iktidarın nasıl bir esasa ulaşmak istediği hakkında da fikir veriyor.
Şuna bakın: Ekrem Dumanlı cuma günü İstanbul Başsavcısı Hadi Salihoğluna gidiyor, dürüst sözlü bir savcı olan Salihoğlu, Dumanlı ve arkadaşları için Hakkınızda bir soruşturma yok diyor.
Bu yolda yazılı belge de mevcut.
Demek ki, soruşturma, başsavcıdan habersiz hazırlanmış!
Halbuki bu iktidar, 17 ve 25 Aralık soruşturmalarının ardından Adli Kolluk Yönetmeliğini...
Ortada bir makul şüphe olduğu muhakkak...
Gelişmeleri alt alta dizince bu şüphe o kadar yoğunlaşıyor ki...
* * *
Sadece 2014 yılında 981 gazetecinin işten çıkarıldığı söyleniyor...
Merkez medya denen gazetelerden neredeyse bütün sivri dilli köşe yazarları kovulmuş...
Hürriyet Gazetesi, “Bak sümen altına konulan bilmem kaç milyon dolarlık vergi cezası çıkıverir ha” diye, iktidar yanlısı gazeteciler tarafından ikide bir alenen tehdit ediliyor...
Aydın Doğan’ın köşe yazarlarıyla toplanıp, “Üzerimdeki baskıları daha fazla göğüsleyemeyebilirim ve Hürriyet’i satmak zorunda kalabilirim” dediği söylentileri almış başını gidiyor...
* * *
İktidarı eleştiren gazeteler sürekli olarak vergi denetimi altındalar...
Yolsuzluklarla ilgili haber yapan gazeteler dava bombardımanı altında...
Hükümeti destekleyen gazeteler AKP’nin resmi yayın organına dönmüş durumdalar...
Şimdi tam böyle bir ortamda Zaman Gazetesi yöneticileri ve çalışanları terör örgütü üyesi oldukları şüphesiyle gözaltına alınıyor.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi “makul şüpheyi”, bir suç işlendiği konusunda tarafsız bir gözlemciyi ikna edebilecek olgu ve bulguların bulunması hali olarak tanımlıyor.
Gazetecilere tebliği edilen kararda suç işlediklerine dair “makul bir şüphenin” bulunduğundan bahsediliyor…
O nasıl bir makul şüphedir ki, terör örgütü üyesi olduğundan şüphenilen zanlılara yönelik operasyon, Twitter’a düştükten sonra ertelenebiliyor?
O nasıl makul bir şüphedir ki, bu gazeteciler kendi ayaklarıyla savcıya gidip ifade vermek istiyoruz dedikten sonra, hakkınızda bir soruşturma yok denilip geri gönderiliyorlar?
* * *
Şimdi bütün bu gelişmeler ışığında ortada çok ciddi bir makul şüphe bulunuyor. Bu makul şüphe, bir siyasi iktidarın demokrasiye kastettiğini, basını tamamen susturmak istediğini ve kendi ayaklarıyla savcılığa gelen gazetecileri illaki gözaltına alarak basına büyük bir gözdağı verilmeye çalışıldığını söylüyor…
Bu kadarını beklemiyordum. Meğer bizdeki ne solmuş!..
Çok sevdikleri kavramlarla söyleyeyim; "Emek ve özgürlük davaları"nın hiçbirinde onları böyle ateşli bir ittifak içinde görmemiştik.
Şu çok yakın zamanda bile...
Hani "Kobani'ye destek" çağrıları yapılırken dahi, solun açık ya da kapalı Kemalist kesimleriyle HDP'ye yakın duranlar arasında bir vicdan ve "sol duyu" dayanışması gerçekleştirilememişti.
***
Ama işe bakın ki...
Paralel yapı "yetişin!" deyince, hepsi bir araya toplanıverdi.
Anladık ki, sosyal demokratlar ile 78 kuşağı artığı sosyalistlerin; Kandil müttefiki kaşar liberaller ile postmodern Gezi devrimcilerinin birleşik bir davası olabiliyormuş...
Peki neymiş o?
Anti-kapitalist mücadelenin yükseltilmesi mi?
Sendikaların devrimci restorasyonu mu?
Halkın inanç ve geleneklerini de kucaklayacak yeni bir sol için inşa hareketi mi?
Hayır! Hayır!
Meğer ortak davaları Pensilvanya'nın savunulmasıymış.
Türkiye demokrasisi ve medya özgürlüğü adına dün kara bir gün yaşandı.
Türkiye’nin en çok satan, çeyrek asrı aşkın yayın hayatında bulunan Zaman’ın Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlıve bünyesinde 5 televizyon kanalı bulunan Samanyolu Yayın Grubu Genel Yayın Yönetmeni Hidayet Karacagözaltına alındı.
Savcının gözaltı kararı aldırdıkları arasında yazarımız Nuh Gönültaş da dâhil 31 isim bulunuyor.
Daha ilginci “Tek Türkiye” dizisinin senaristi, yönetmeni ve yapımcılarının da yer aldığı 9 sinema emekçisi de gözaltına alındı.
Gözaltıların gerekçesi çok şaşırtıcı:
El Kaide bağlantılı olmakla suçlanan selefi bir gruba 2010’da yapılan operasyon…
“Tahşiyeciler” olarak kamuoyunda bilinen grubun lideri, Usame Bin Ladin’in cihat çağrısına uyulması ve silahlanma çağrısı yapıyor.
Operasyon sırasında da 3 el bombası, 7 tabanca, 18 av tüfeği, bin 380 değişik çaplarda fişek ve bomba yapımında kullanılan lazer noktalayıcı gibi silahlar ele geçiriliyor…
Bugün Gazetesi
--------------