Mynet Trend

BİZE ULAŞIN

1930 öncesi Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti'nde Kadın Hareketi

Bu yazı hocam Serpil Çakır’ın Osmanlı Kadın Hareketi kitabının kaba bir özeti sayılabilir. Benim için bu kadınlar ve verdikleri mücadele onur verici.

1930 öncesi Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti'nde Kadın Hareketi

Cemre Kıvırcık / Mynet Haber

Bir şekilde tarihten silinmeye çalışılmaları beni çok şahsi bir yerden incitiyor. Yazının başında biraz kadınların bilinçlenmesinden ve bilinç seviyesinden bahsettim, belli bir çerçeveden sonra da siyasi hak sürecinden. Pek çok ismi, olayı, bakışı özetlemek adına kesmek zorunda kaldım, belli isimlere değinebildim. Umarım bu yazı okuyucuların içinde daha fazlasını araştırmak, bulmak için bir merak kıvılcımını ateşler.

1930 öncesi Kadın Hareketi

Bir süredir denk geldiğim “Atatürk geldi, kadınlara hak verdi” tavrı üzerine bu yazıyı yazmam elzem oldu. Atatürk olmasaydı hakları almaları çok daha uzun sürerdi bu bir gerçek, yalnız ortam da alık alık bakan kadınlardan oluşmuyordu. Zaten dünyanın hiçbir yerinde kimse kimseye “al bebişim bunlar senin hakkın” dememiştir. Bugün dile getirdiğimiz her hak insanların dişiyle tırnağıyla parçalaya/ parçalana kazandığı haklardır. Önce beyaz ve zengin adam bir hak elde eder, bu haklar zamanla tabana doğru erkekler üzerinden yayılır, sonra zengin kadınlar bu haklara kavuşur ve tabana yayılır. Çok kaba çerçeve ile hakların ilerleyişi böyledir. Bu hak muhabbetinin çıktığı yıllarda internet olmadığı için, kitle iletişimi de olmadığı için belli araçlarla ilerliyor, biz de takip ediyoruz. Osmanlı Devleti de modernleşen dünyaya adapte olabilmek için bazı atılımlar yaptı. Tanzimat’tan başlayarak yapılan pek çok düzenleme ile kadınlar belli hakları almışlardır ve cumhuriyet sonrası dönemde pek çok taş tam yerine oturmuştur.

Osmanlı’da da kadın hareketi oldukça elit bir kesimde başlıyor. Bu kadınlar hem Türkçe hem de İngilizce, Fransızca veya Almanca okuyup yazabilen yani en az bir yabancı dil bilip dünyayı takip eden kadınlar. Yani maddi olarak eğitim almayı karşılayabilecek bir çevrede gelişiyor ilk tohumlar. 1911’de Fatma Nesibe Hanım “Dünyanın her köşesine dikkat edin, bir devrimin eşiğindeyiz. Emin olun bu devrim erkeklerinki gibi kanlı ve vahşi olmayacak.” diyor mesela. Bu kadınlar kendilerini feminist olarak tanımlıyorlar ve alternatif isimleri (mesela nisayûn) geri çeviriyorlar. Bayağı bayağı da dişliler, öyle naif kadın görünümleri yok hatta pek çoğumuzun bugün dile getirmekten çekineceği bir dilde konuşuyorlar. Yine Fatma Nesibe Hanım’dan, yine Beyaz Konferanslar’dan bir alıntı,

“ah, şu zaif kollarımda kuvvet olsaydı, hilkat bana da bir demir pençe, sert bir kalb verseydi, yapacağım ilk iş, birçok erkeğin kafasını paralamak olacakdı!.. fakat ‘ma’nen?…’ bunu kabul edemeyiz hanımlar! içinizde saçlarımın uzunluğuna rağmen, en akılsızı ben olduğum hâlde… her asrı tedkik ediniz; erkeklerin hep fenâ, meş’um hatalarla tesis etdikleri avâkıbı [sonuçlar] işhâd ediyorum [şahitlik etmek], herhalde onların yüzde doksan dokuzundan akıllıyım.”

Bir devrim gerekliydi, sürekli dile getiriliyordu ancak bunun erkeklerin devrim yöntemlerinin aksine şiddetsiz ve kansız olması talebi vardı. Dünya’nın göreceği en büyük kıyamlardan birinin arifesinde bana çok anlamlı gelir bu. 1911’de İstanbul’da 250 kadının katıldığı konferanslardan bahsediyoruz. Öyle 3-5 kişilik bir güruh değil. Takip edebildiğimiz kadarıyla 10 tane konferans olmuş. Katılımcıların beyaz başörtüleri ve salonun beyaz olması sebebiyle “Beyaz Konferanslar” adı verilmiş bunlara. Serpil Çakır’ın Osmanlı Kadın hareketi kitabını alırsanız sayfa 119-125 arasında konuşmanın tamamını bulabilirsiniz. Kadının toplum içindeki yeri, neyin değişmesi gerektiği ve nasıl bir yol izlenmesi gerektiği üzerine çok net, çok dik ve iddialı bir konuşma.

Osmanlı Müdafaa-i Hukuk-i Nisvan Cemiyeti’nden de bahsedeyim biraz. Kadınların Haklarını Savunma Derneği anlamına geliyor. Kuruluşu İkinci Meşrutiyet’in sonrasında 1913 yılına gelir. Yayın organı Kadınlar Dünyası dergisidir, Balkan Savaşı’nın ertesinde 4 Nisan 1913’te yayın hayatına başlamıştır. Dönemin kadın hareketine dair elimizdeki en verimli kaynaklardan biridir. Dergi 1914-1918 yılları arasında “kadınların harbde dahi erkekler gibi ifayı vazifeye hazır oldukları, emre amade oldukları” ibaresiyle yayın hayatına ara vermiştir. Dergiyi çıkaranların çoğu savaşta hemşire olarak cephe gerisinde görev almıştır. Ulviye Mevlan (Civelek) hem derneğin hem derginin kurucusu olmakla beraber maddi manevi yükün büyük bölümünü omuzlayan isimdir. Derginin tirajı hakkında bilgimiz yok, yalnız bir dönem kâğıt sıkıntısı sebebiyle 3000 adet basılacağı duyurulmuş, okuyucuların dergiyi bulmakta zorluk çekmemesi adına abone olmaları tavsiye edilmiş. Dergi toplumun çok geniş bir kesimine yayılmış. Mektuplar aracılığıyla derginin bilinçlendirme işlevinin etkilerini görebiliyoruz. Pek çok kadın için dergi bir gelişme, bir iyiye doğru ilerleme umudu olmuş, bir mücadele aracı olarak tanımlanmış. Okur mektuplarının çokluğu sebebiyle dergide gelen evraklar köşesi yapılmıştı. Dergiye gelen eleştirilerden biri bugün de yaşadığımız bir soruna işaret ediyor, dil. Kabataş’tan Sabriye Kemal daha sade bir dil kullanılmasının hem Türkçeyi koruyacağını hem de kendisi gibi “uzun yollu tahsil görmemişlerin” dergiyi takibinin kolaylaşacağını belirtmişti.

Dergi yabancı basından ilgi görmüş, oldukça övülmüş ancak içeride “eril” basın tarafından bu sessizlikle karşılanmıştı. Bu konuda da sivri dilli bir yazı kaleme alınmış, “kendimizi cahil görerek hata etmişiz belli ki erkek gazetecilere medeniyet dersi verebilecek seviyedeymişiz” diyerek dişli olduklarını göstermekten çekinmemişler. Dergideki yazılara bakıldığında tartışma başlıkları çeşitlidir ve hemen her görüşe yer verilmiştir. Çarşaf mı yoksa Avrupai giyim mi? Medeni hukuk, çok eşlilik, evde kadının rolü, kadının çalışma hakkı, siyasi temsil hakkı, dünyanın ve memleketin siyasi meseleleri, savaş, vatan gibi konuların tartışıldığı bir mecra olmuş dergi. 1914 yılında Roma’da düzenlenen Uluslararası Kadınlar Kongresi’ne hiç Türk kadın katılımcı olmamasını eleştirmişler mesela. Köylü kadının şehirdeki kadından daha fazla ezildiği, üstüne binen yükten bahsedilmiş. Kadına atfedilen sıfatların onları nasıl hapsettiğinden bahsedilmiş. Cinsiyetler arası sosyalleşme farkının kadını nasıl geri bıraktığından bahsedilmiş. Bugün hâlâ konuştuğumuz, pek çok konuya değinilmiş yani.

Siyasi hak mücadelesi

Kadınların tabanda bilinçlenmesine değindikten sonra siyasi hak mücadelesine geçiyorum. 1908 yılından itibaren kadınların meclisle ve siyasetle nasıl iştigal ettiğine geri dönmek istiyorum. 1900lerden daha önce de kadınları siyasi arenada görüyoruz. Bahriye Üçok’un İslam Devletlerinde Kadın Hükümdarlar eserine bakabilirsiniz. İkinci Meşrutiyetin ilanıyla birlikte kadın hareketinin güçlendiğini ve kadınların aktivist kişiliklerinin öne çıktıklarını görüyoruz. 1908 yılında Servet-i Fünun Dergisi’ne meclis açılışında bulunmak ve toplantıyı izlemek yönündeki talepleriyle haber olmuşlardır. 15 Haziran 1923’te Kadınlar Halk Fırkası kurulmuş, Nezihe Muhiddin de başkan seçilmiştir. Partinin programı “şimdiye kadar her fırsatta izaha çalıştığımız gibi kadının sosyal, iktisadi ve bilahare siyasi sahalarda haklarını, gelişmelerini sağlamaktır” şeklinde açıklanmıştır. Kadınlar için bu dönemde bir öncelik sıralaması yapıldığını görüyoruz. Partinin genel sekreteri Şükûfe Nihal bir konuşmasında partinin er geç kendi temsilcilerini meclise göndereceğini ifade ederek seçme ve seçilme hakkını gündeme taşır.

Partinin yasal geçerlilik kazanması için gereken vilayet izni uzun süre gelmedi. Nisan 1923 tarihli seçim kanunu 1909’daki kanuna çok benziyordu ve 1924’te de değişen bir şey olmamıştı. Parti programı değiştirilerek daha ılımlı hale getirildi ve bir izin alındı. Ancak izin parti için değil dernek içindi ve böylece “Türk Kadınlar Birliği” derneği kuruldu. Siyasi içerikli maddeler programdan çıkarılmıştı ama çok geçmeden yine gündemdeydiler. “Bu kuvvetli dünya cereyanından şüphesiz bizler de nasibdar olacağız. Yirmi sene evvel uzak diyarların bazı hareketlerini gazete havadisleri verirken, bizler bunları gulyabani efsanesi gibi dinlerdik, fakat bugün müdrik-i rey sahibi olmayan tufeylidir (asalaktır)” diyerek Nezihe Muhiddin kadınların siyasal hak ve taleplerini açıklamıştır. Vergi veren, kanunlara uyan Türk kadınına seçim hakkı verilmemesini anlamsız bulduğunu belirtirken “Öğretim cins ayırmaksızın bir mecburiyet hükmünde genişletilmiş olmasına binaen Türk kadınının maduniyeti mevzu bahis olamaz. Hâlbuki seçim meselesinde seçmenin okuma yazma bilmesi de mecburi değildir. Kahvehane köşelerinde miskinane esrar çeken birine verilen bu hak, kendini müdrik, tahsili mükemmel bir kadından esirgenebilir mi?” diye konuşmuştur.

1927’de tüzük değişikliğine gidilmiş ancak valinin kadının görevi hakkındaki görüşlerinin engeline takılmıştır. Sorunun çözümü için hükümetin müdahalesi gerekmiştir, siyasal hak mücadelesi tüzüğe girmeyi başarmıştır. Yerel seçimlere katılım için girişimde bulunmuşlar, mecliste bir uzlaşma olmamasına rağmen yılmamışlar. Yalnız bu sürede yaptıklarını eleştirenler, kendilerini daha ölçülü ve ılımlı olmaya davet edenler olmuş. Nezihe Muhiddin’in tüm bu süreçte umudunu yitirmediğini, seçimlere katılabileceklerine inandığını görüyoruz. Katılmanın mümkün olmayacağı anlaşıldığında dernek adına bir erkek temsilci gönderilmek istenmiş, bu teklifleri de geri çevrilmiştir. 1927’de üst üste gelen pek çok olumsuzluk ve polis baskını ile gelen usulsüzlük kararı ile Nezihe Muhiddin yönetim kurulundan uzaklaştırılmış, ancak siyasetten kopmamıştır. Dernek Nezihe Muhiddin’in ardında gelen yönetimle daha ılımlı bir tavır almış, bu da büyük ihtimalle 1930-1935 yılları arasında siyasi sahnede gördüğümüz kadın adayların dernek üyesi olmasında rol oynamıştır.

Not: Bu yazı ilk defa 20 Kasım 2016'da yazikalir.com'da yayınlanmıştır.

En Çok Aranan Haberler