Tarihi Sultan Süleyman’a uzanan, tadı ve kokusuyla baş döndüren kadim kültürümüz Türk kahvesi, Türk mutfağının olmazsa olmazları arasında yerini alıyor. Günün ilk ışıklarıyla kokusu etrafı saran vazgeçemediğimiz bu kadim lezzet, her yudumunda özel hissettirmekle kalmıyor, dost meclislerinde hatırına bir kırk yıl daha ekliyor.
Vücudumuzun doğal uyandırma ve dinç hissettirme mekanizması kortizol hormonu, biyolojik saatimize göre günün üç vaktinde salgılanır. (08:00-09:00 / 12:00-13:00 / 17:30–18:30) Kafeinle benzer etkiye sahip olan kortizol hormonu, salgılandığı anda kahveye karşı direnç oluşturarak, kafeinin etkisini azaltır. Dolayısıyla da kahvenin kortizolün salgılandığı bu saatler dışında tüketilmesi uygun bulunur.
Tercihe göre değişmekle birlikte Osmanlı mutfağından Türk mutfağına kadar uzanan dönemde Türk kahvesinin ağırlıklı olarak şekersiz içildiği görülmektedir. Kahvenin aromasını tam anlamıyla hissetmek ve değerini anlamak için kahveyi şekersiz içmek kahve kültürünün önemli noktalarından biridir.
Genellikle kahve içildikten sonra tüketilen su, kahve kültürünün yanlış bilinen ritüellerden biri olarak karşımıza çıkar. Kahvenin özüne göre su, kahve içilmeden önce yudumlanır, böylece ağızdaki farklı tatlar temizlenerek, kahvenin tadının daha net bir şekilde alınmasına yardımcı olur.
Kimileri ayılmak, kimileri yemek sonrası rahatlamak, kimileri ise keyif yapmak için içiyor Türk kahvesini. Tercihe göre lokumlu ve lokumsuz tüketilen kahvenin tatlı ile sunulması mecburi değil. Ancak kahvenin acı tadını damağında tatlandırmak isteyenlerin lokumla tüketmesi çikolata vb. tatlara göre daha uygun görülmektedir.