HABER

7 soruda ikinci haftasına devam edilen 'Reza Zarrab davası'

Türkiye'nin gündemini geçen yıldan bu yana meşgul eden ve kamuoyunda "Reza Zarrab davası" olarak bilinen ancak resmi adı "ABD, Mehmet Hakan Attila'ya karşı" olan yargı süreci başladı. 2017 sonunda ya da 2018 başında tamamlanması beklenen davayla ilgili merak edilenleri derledik.

7 soruda ikinci haftasına devam edilen 'Reza Zarrab davası'

Türkiye'nin gündemini geçen yıldan bu yana meşgul eden ve kamuoyunda "Reza Zarrab davası" olarak bilinen ancak resmi adı "ABD, Mehmet Hakan Attila'ya karşı" olan yargı sürecinde ikinci haftaya girildi. Davanın 2017 sonunda ya da 2018 yılı başında tamamlanması bekleniyor.

Türkiye, İran ve Makedonya vatandaşı iş adamı Reza Zarrab, savcılık ile yaptığı anlaşma kapsamında, davada sanık değil, tanık olarak yer alıyor. Davanın ilk haftasında jüri seçimi yapıldı ve Zarrab tanık kürsüsünde yerini aldı. İkinci haftada ise Zarrab'ın tanıklığı tamamlandı ve savunma avukatlarının çapraz sorgusuna geçildi.

Ayrıca, 5 Aralık günü yapılan duruşmanın ardından Zarrab'ın savcılıkla yaptığı anlaşmanın ayrıntıları açıklandı. Bu anlaşmada, Zarrab ve ailesinin Tanık Koruma Programı'na dahil edilme olasılığı da yer aldı.

Yargıç Richard Berman, jüri seçiminin yapıldığı oturumda bunun bir ceza davası olduğunu ve eski Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla'nın yanı sıra benzer ya da aynı suçlarla başka isimlere de suçlama yöneltildiğini ancak bu davada bu isimlerin yargılanmayacağını söyledi.

Bir başka deyişle, her ne kadar kamuoyu tarafından bu süreç "Zarrab davası" olarak bilinse de resmi olarak jüri önüne çıkartılan bir tek Atilla oldu.

Savcılığın son hazırladığı iddianamede ise Atilla'nın yanı sıra Zarrab ve eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan'ın da bulunduğu toplam dokuz kişiye yönelik suçlamalar yer alıyor.

Sanıklar, ABD'nin İran'a nükleer programı nedeniyle uyguladığı yaptırımları delmekle suçlanıyor. Tutuklu bulunan isimler Zarrab ve Atilla, daha önceki oturumlarda suçlamaları reddetti.

Türkiye de bu davayı "kendisine dönük açık bir kumpas" olarak nitelendiriyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 17-25 Aralık 2013'te yapılan yolsuzluk soruşturmalarını "tarihin en büyük tuzaklarından biri" olarak tanımladı ve aynısının şimdi ABD'de tekrarlandığını söyledi. Ayrıca, davanın savcıları hakkında da soruşturma başlatıldı.

Hukuki boyutlarından çok siyasi yönleriyle ön plana çıkan ve kamuoyunda "Zarrab davası" olarak bilinen soruşturmaya dair bugüne kadar mahkemeye sunulmuş ve üzerinde gizlilik olmayan belgeleri inceledik ve önemli konu başlıklarını derledik:

Savcı Joon Kim, Türkiye'den yapılan eleştirileri "saçmalık" olarak nitelendirdi

REZA ZARRAB SAVCILIKLA NE ZAMAN ANLAŞTI, ANLAŞMANIN DETAYLARINDA NELER VAR?

Reza Zarrab'ın durumu, son haftalarda bir dizi spekülasyona neden olmuştu. Davanın başlamasıyla birlikte Zarrab'ın iddia makamı adına tanıklık etmeyi kabul ederek, savcılıkla bir anlaşmaya vardığı da kesinleşti.

Davanın en kilit isimlerinden olan Zarrab, Mart 2016'da ailesiyle birlikte Disney World'e yaptığı seyahat sırasında Miami'de tutuklandı ve New York'a getirildi. ABD Cezaevleri Bürosu'nun internetteki kayıtlarında Zarrab'ın 8 Kasım'da serbest bırakıldığı bilgisi yer alıyor.

Zarrab, davanın ikinci haftasında, Ağustos 2016'da ilk kez olası bir anlaşma için ABD'li yetkililerle masaya oturduğunu ancak bu girişimin sonuçsuz kaldığını söyledi. Bir yıl sonra tekrar olası bir "işbirliğini" değerlendirmek üzere 17 Ağustos 2017'de taraflar arasında görüşmeler yeniden başladı.

Savcılık ve Zarrab arasında yapılan bir dizi toplantının ardından 20 Ekim 2017 tarihinde savcılık anlaşma metnini sundu. Zarrab ve avukatları anlaşmayı 26 Ekim'de imzaladı.

Anlaşma üzerindeki gizlilik kararı 5 Aralık'taki duruşmanın ardından kaldırıldı ve böylece ayrıntıları da resmen kamuoyuyla paylaşılmış oldu. Anlaşmaya göre, Zarrab, kendisine yöneltilen yedi suçlamayı da kabul etti ve suçlu olduğunu söyledi. İddianamede yer alan altı suçlamaya ek olarak bir de cezaevinde rüşvet verdiğini de itiraf etti.

Anlaşma metninde, tüm bu suçlamalar için yasalarda öngörülen azami hapis cezasının toplamda 130 yıl olduğu belirtildi. Zarrab'ın çarptırılacağı cezanın ise mahkeme tarafından belirleneceği ifade edildi.

Anlaşmada, Savcılık'ın Zarrab'ın soruşturma ya da yargı sürecine "kayda değer ölçüde" yardımda bulunduğuna kanaat getirmesi halinde, mahkemeye, verilecek cezanın hafifletilmesi talebini içeren bir dilekçe sunacağı da vurgulandı.

Anlaşma kapsamında Zarrab'ın uyması beklenen koşullar şöyle sıralandı:

Soruşturma kapsamındaki konularla bağlantılı olarak kendisinin ya da başkalarının yaptığı eylemleri dürüstçe ve eksiksiz olarak açıklamasıSavcılık, Federal Soruşturma Bürosu (FBI) ve diğer kurumlarla tam bir işbirliği içerisinde olmasıSavcılığın katılmasını talep ettiği toplantılarda bizzat yer almasıBüyük Jüri, duruşma ve diğer tüm mahkeme süreçlerinde dürüstçe ifade vermesiİşlediği tüm suçları ya da kendisine yönelik veya kendisinin dahil olduğu diğer tüm soruşturma süreçlerinin ayrıntılarını Savcılık'a bildirmesiBaşka bir suç işlememesiAnlaşma kapsamında kabul ettiği suçlamalarla ilgili Savcılık, ilgili kurumlar ve ABD'de çalışma yetkisi bulunan avukatları haricinde kimseyle görüşmemesi.

Anlaşmada ayrıca Zarrab ve ailesinin Tanık Koruma Programı'na alınma ihtimaline de yer verildi. Anlaşmada, Zarrab'ın hakkında bilgi verebileceği kişilerin kendisine yönelik şiddet ve tehdit uygulayabileceği gerekçesiyle Savcılık'ın uygun bulması halinde kendisi, ailesi ve sevdikleri için yeni bir kimlik ve başka yere taşınma başvurusu yapabileceği belirtildi.

REZA ZARRAB İFADESİNDE NELER ANLATIYOR?

Suçunu kabul eden Zarrab, davada ilk tanık olarak kürsüye çıktı.

İlk gün hapishane kıyafetleriyle duruşmaya çıkan Zarrab, daha sonraki günlerde ise yargıcın onayıyla ceket ve gömlekle duruşmalarda hazır bulundu.

Zarrab, otelde kaldığı iddialarını reddetti ve New York'un Brooklyn semtinde bulunan gözaltı merkezindeki nezarethanede tutulduğunu söyledi.

Zarrab ifadesi sırasında yaptığı anlaşmanın üç koşulu olduğunu söyledi ve bunları, tamamen gerçekleri anlatmak, savcılıkla işbirliği yapmak ve bundan sonra hiçbir suç işlememek olarak sıraladı.

Reza Zarrab ifadesinde, İran'ın Türkiye'ye sattığı petrol ve doğalgaz gelirini ABD'nin uyguladığı ambargonun etrafından dolaşarak İran'a götürülmesinde oynadığı iddia edilen role ilişkin ayrıntıları aktardı.

Zarrab, Türkiye'de önce Aktifbank, daha sonra da Halkbank'ın kendisiyle bu işlemleri yapmaya çekindiğini belirtti ve Aktifbank ile çalışabilmek için aracı olması amacıyla eski Avrupa Birliği Bakanı Egemen Bağış'tan yardım istediğini, Halkbank için de eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan'a "rüşvet verdiğini" iddia etti.

Zarrab, Halkbank ile bağlantının kurulması için Çağlayan'a 45-50 milyon euro, 7 milyon dolar ve yaklaşık 2,5 milyon Türk Lirası rüşvet verdiğini söyledi. Çağlayan'ın ailesine de ödeme yaptığını kaydeden Zarrab, eski bakanın İran'a para transferi karşılığında elde edilecek kârı yüzde 50-50 paylaşmak istediğini de belirtti.

Zarrab, ilk günkü duruşmada öğle yemeği sonrası bir mukavvanın üzerine altın ticaretinin nasıl işlediğini gösteren bir şema çizdi.

Zarrab'ın anlatımına göre, kısaca "petrol karşılığı altın" olarak isimlendirilen bu sistem şöyle işliyor:

İran, Türkiye'ye ham petrol ve doğalgaz satıyor. İran Ulusal Petrol Şirketi (NIOC) petrolün satışını Tüpraş'a, gazınkini ise Botaş'a yapıyor. Ödemeler bu şirketlerin Halkbank'taki hesapları üzerinden yapılıyor.

Halkbank'ta NIOC'ye yatırılan paranın euro ve Türk Lirası olarak Deniz Bank'a gönderiliyor. Burada Zarrab'ın şirketi Royal Group'un hesabına yatırılan paralarla altın satın alınıyor ve bu altınlar Dubai'deki şirketine gönderiliyor. Paranın yaptırımları aşarak İran'a gönderilmesi için aracılar üzerinden en az 10 işlem yapılması gerekiyor.

Zarrab, davanın tutuklu sanığı Atilla hakkında da, "Yaptırım kuralları hakkında bankadaki en bilgili kişi. Oluşturduğumuz yapının Amerikan yaptırımlarıyla uyumlu gözükmesi için katkıda bulundu" diye konuştu. Zarrab ayrıca Atilla ve Halkbank eski Genel Müdürü Süleyman Aslan'ın bu işlemleri usulüne uygun bir şekilde göstermek amacıyla kendisine yol gösterdiklerini de sözlerine ekledi.

Zarrab, davanın ilerleyen günlerinde ise ABD'nin İran'a kıymetli metal satışlarına da sınırlama getirmesinin ardından başlatıldığını söylediği ve İran'a yapılan ödemelerin "buğday ticaretiyle" taşınmasını öngören yöntemin ayrıntılarını aktardı.

Bu süreçte de Halkbank'ta "yaptırım kurallarıyla ilgili en bilgili kişi" olarak tanımadığı Hakan Atilla ile temas kurulduğunu belirtti.

Zarrab, Atilla'nın ilk etapta yapılması beklenenin "pek düşündüğü gibi olmadığını" belirttiğini ancak Genel Müdür Aslan'ın devreye girerek, gerekeni yapmasını istediğini bildirdi. Zarrab, Aslan'ın da rüşvet verdiği isimler arasında olduğunu iddia etti.

Zarrab, ayrıca eski Bakan Çağlayan'ın kendisine Cumhurbaşkanı Erdoğan ve dönemin Başbakan Yardımcısı Ali Babacan'ın İran'la yapılan işlemlere Ziraat Bankası ile Vakıfbank'ın da dahil olması talimatını bizzat verdiklerini söylediğini aktardı.

Atilla (solda) ve Zarrab (sağda), Eylül ayına kadar duruşmalara birlikte katılıyordu

Vakıfbank ve Ziraat Bankası ayrı ayrı yaptıkları açıklamalarla bu iddiaları reddetti. Vakıfbank, ABD'deki davada adı geçen süreçlerle "ilgisi ve dahli olmadığını" söylerken, Ziraat Bankası da "uluslararası düzenlemelere uyduklarını vurguladı.

Zarrab'ın tanıklığı davanın ikinci haftasında da devam ediyor.

Zarrab, 4 Aralık Pazartesi günü, tanıklığının dördüncü gününde Türkiye'de 17 Aralık 2013'te yolsuzluk ve rüşvet iddiaları kapsamında düzenlenen soruşturmada tutuklandığını ve "kısmen" rüşvet vererek serbest kaldığını söyledi. Zarrab, serbest kaldıktan sonra Halkbank ile görüşmeye gittiğini ve bu tarihten sonra hiçbir banka yetkilisine rüşvet vermediğini aktardı.

Mahkemenin 4 Aralık Pazartesi günü yapılan duruşmasında, Atilla'nın savunma ekibi, mahkemeye, savcılığın beş adet görüşmeye ait ses kayıtlarını ve bazı kritik kanıtları yargıcın belirlediği süre içerisinde teslim etmediğini belirten ve bu durumdan şikayet eden bir mektubu yargıca sundu.

Sunulan bu mektupta, Zarrab'ın cezaevinde yaptığı telefon görüşmelerinin özetleri de yer alıyor. Savunma avukatları, bu mektupta yer alan özetlere göre, Zarrab'ın daha az bir cezayla kurtulmak için "yalan beyanda bulunmaya hazırlandığının" görüldüğünü öne sürdü.

Bu görüşmenin Zarrab'ın tutuklanmasından yaklaşık altı ay sonra, 15 Eylül 2016 tarihinde yapıldığı iddia ediliyor. Zarrab'ın avukatlarından Robert J. Anello, konuyla ilgili New York Times'ın sorularını yanıtladığı e-postada, "Zarrab, ifadesinde yalnızca doğruları söyleme yükümlülüğü altında olduğunun farkında" dedi.

Zarrab, çapraz sorgusu sırasında bir soru üzerine yaptığı işlemlerden 100-150 milyon dolar civarında bir para kazanmış olabileceğini ve sanık Hakan Atilla'ya rüşvet vermediğini söyledi.

YARGI SÜRECİ NASIL İŞLEYECEK?

Davanın hakimliği New York Bölge Mahkemesi Yargıcı Richard Berman, savcılığını ise New York Güney Bölgesi Savcı Vekili Joon Kim yapıyor.

Yargıç Berman, jüri seçiminin yapıldığı Pazartesi günkü oturumda, davanın adının "ABD Mehmet Hakan Atilla'ya karşı" olduğunu açıkladı.

Berman, potansiyel jüri üyelerine hitabında, "Burada duyacağınız üzere, Sayın Atilla ile aynı ya da benzer suçlarla suçlanan diğer başka kişiler de var, ancak bu kişiler bu davada sizin önünüzde yargılanmayacaklar. Sayın Atilla'ya iddianamede altı suçlama yöneltiliyor" dedi.

İlk gün 12 jüri üyesi ile 6 yedek üyenin seçimi tamamlandı. Böylece davanın da esastan görüşülmesinin önü açıldı. İlk haftanın sonlarına doğru, duruşmalarda sürekli uyuyakaldığı görülen bir jüri üyesi Yargıç Berman tarafından görevden alınarak, yerine yedeklerden biri atandı.

Yargılamanın sonunda sanıkların suçlu olup olmadığına jüriye seçilen 12 kişi karar verecek. Karar alınabilmesi için ise oybirliği şartı aranıyor.

Sanıkların suçlu bulunması halinde hangi cezaya çarptırılacaklarına dair kararı ise davanın hakimi veriyor.

Berman, davanın yaklaşık üç ile dört hafta süreceğini tahmin ettiğini ancak beklenmedik olaylar ya da kanıt veya tanıkların sorgulanması nedeniyle birkaç günlük gecikmelerin yaşanabileceğini söyledi.

Davanın 27 Kasım Pazartesi gününden itibaren her gün ilki TSİ 17.15 ile TSİ 20.45; ikincisi de TSİ 22.15 ile TSİ 00.45 arasında olmak üzere iki oturum halinde yapılması planlanıyor.

Jüri seçimi sırasında olası bir çıkar çatışması ya da sonradan davanın düşmesine neden olacak bir sıkıntıyı önlemek adına potansiyel üyelere bazı sorular yöneltildi. Bu sorular arasında davada adı geçen kişi ya da bu kişilerin yakınları ile tanışıklıklarının veya herhangi bir iş ortaklıklarının olup olmadığı yer alıyor.

Sorulan bir diğer soru da Türkçe bilip bilmedikleri. Bu belgenin ekinde de davanın sadığı, iddianamede adı geçen diğer isimler, muhtemel tanıklar veya duruşmalar sırasında isimleri gündeme getirilebilecek kişiler, yerler ve şirketlerin yer aldığı 10 sayfalık bir liste bulunuyor.

Bu listede Atilla sanık, Zarrab ise "kumpas içinde yer aldığı iddia edilen kişi olarak" tanımlanıyor.

Listede ayrıca, Cumhurbaşkanı Erdoğan, damadı Enerji Bakanı Berat Albayrak, oğlu Bilal Erdoğan, İran eski Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad, eski Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, eski Avrupa Birliği (AB) Bakanı Egemen Bağış, gazeteci Can Dündar ve şarkıcı Ebru Gündeş de bulunuyor.

Listedeki isimler arasında ayrıca 17-25 Aralık 2013 tarihlerinde Türkiye'de yolsuzluk iddialarıyla ilgili başlatılan ve Zarrab ile dönemin bazı hükümet üyelerinin oğullarının gözaltına alındığı soruşturmalarda rol oynamış isimler de yer alıyor.

Eski Başkomiser Mehmet Akif Üner, dönemin İstanbul Mali Şube Müdürü Yakup Saygılı ve Mali Şube Müdür Yardımcısı Kazım Aksoy bu isimler arasında. Saygılı ile Aksoy'un eşleri ay başında, Fethullah Gülen Cemaati üyelerinin aralarında yazışmak için kullandıkları iddia edilen Bylock uygulamasına sahip oldukları gerekçesiyle gözaltına alınmıştı.

Ayrıca halen emniyet içerisinde görevde olan Hakan Sıralı ile Emniyet Genel Müdürü Selami Altınok da bu listede bulunuyor.

Davanın ilk oturumunda ayrıca, Atilla'nın avukatları savcılığın kendilerine kanıt olarak binlerce sayfalık yeni belgeler sunduğunu belirterek davanın görülmesinin iki hafta ertelenmesini talep etti. Savcılık ise bu belgelerde yeni bir durum olmadığını ve zaten içlerinden ancak dava konusu ile ilgili olanların kullanılacağını söyleyerek, talebin reddedilmesini istedi.

Geçen hafta içerisinde yapılan son ön hazırlık duruşmasında, Berman ve Kim, Türkiye'den gelen eleştirilere yanıt verdi. Yargıç Berman, üçüncü tarafların tercümanlar da dahil olmak üzere mahkeme süreciyle bağlantılı kişileri etkilemeye çalıştıklarını ve bunun tekrarlanması halinde ilgili makamlara haber vereceğini söyledi. Savcı Kim de Türkiye'den gelen suçlamaları "saçmalık" olarak nitelendirdi.

Zarrab ayrıca, dava sırasında iddia makamının sunacağı kanıtların uygunluğuna yönelik karara da itirazda bulunmadı ve öngörülen tarihe kadar jüri üyesi seçiminde sorulacak soruları sunmadı.

Atilla'nın savunma ekibinde yer alan avukat Victor Rocco, Zarrab'ın ön duruşmalara gelmediğini ve "gizlendiğini" söyledi. Rocco ayrıca Perşembe günü yapılan son hazırlık celsesinde hakime Zarrab'ın dava sürecine katılıp katılmayacağını sordu.

Yargıç Berman da bu soruya avukat ve savcılardan farklı olarak her soruya yanıt vermek zorunluluğunun bulunmamasının hakim olmanın en iyi yanı olduğunu söyleyerek yanıt verdi.

Atilla'nın savunma ekibinde bulunan bir başka avukat Cathy Fleming de son hazırlık duruşmasında mahkemenin koruma kararı altında olan "iddia makamının bir tanığıyla" ilgili aşırı hassasiyetin savunmanın işini zorlaştırdığını söyledi.

Mehmet Hakan Atilla'nın savunma ekibi: Cathy Fleming (solda) ve Victor Rocco (sağda)

Fleming, "Bu tanığın adını müvekkilimizle paylaşmamıza izin verilmiyor. Bu da çapraz sorgu yapabilmek için yeterli araştırmayı yapmamızı engelliyor" dedi.

Yargıç Berman, 14 Kasım itibariyle savunma ekibine iddia makamının elinde bulunan bazı belgelerin sansürlenmiş versiyonuna erişim hakkı verdi. Burada, "Şahıs-1" olarak bahsi geçen bir tanık ya da sanıkla ilgili çıkartılan koruma kararı kapsamında belgelere erişim kısıtlı tutuldu.

Mahkeme, Atilla'nın savunma ekibinin, iddia makamının elinde bulunan ve kamuoyuna açıklanmamış olan kanıtları ABD dışındaki kişilere göstermesini ya da dağıtmasını da yasakladı.

İDDİANAMEDE KİMLER VE HANGİ SUÇLAMALAR VAR?

Dava ile ilgili şu ana kadar dört iddianame hazırlandı. Eylül ayı başında hazırlanan son iddianamede, eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, Halkbank eski CEO'su Süleyman Aslan, Halkbank eski yönetici Levent Balkan ve Zarrab'ın şirketlerinde çalışan Abdullah Happani'nin eklenmesiyle birlikte sanık sayısı da dokuza yükseldi.

Zarrab'ın tanıklığının ardından yeni bir iddianame hazırlanması durumunda yargılama da bu yeni iddianameye göre yapılacak.

Davada adı geçen dokuz kişiye iddianamede altı suçlama yöneltiliyor:

ABD ve özellikle de ABD Hazine Bakanlığı'nı dolandırmak için kumpas kurma, Uluslararası Acil Ekonomik Güç Yasası'nı (International Emergency Economic Powers Act) delmek için kumpas kurma, Bankacılık sisteminde sahtekarlık yapma, Bankacılık sisteminde sahtekarlık yapmak için kumpas kurma, Kara para aklama Kara para aklamak için kumpas kurma

Zarrab hakkında 90 yıla kadar hapis ve 50 milyon dolar para cezası; Atilla hakkında da 50 yıla kadar hapis ve 2 milyon dolar para cezası isteniyor.

İddianamede ayrıca sanıkların yaptırımları delmek için kurdukları sisteme "İran ve Türkiye'de üst düzey hükümet yetkililerinin de katıldığı ve bu sistemi koruduğu" da öne sürülüyor.

Ayrıca, Zarrab, Atilla ve iş ortaklarının yaptırımları delmek için iki farklı yöntemi hayata geçirdikleri ve işlemesini sağladıkları belirtilirken, Çağlayan ve Aslan için ise bu yöntemlerin işlevselliğini sağlamak için "milyonlarca dolarlık nakit ve mücevher değerinde rüşvet aldıkları" iddia ediliyor.

İddianameye göre, yaptırımları aşmak için uygulanan yöntemler "petrol karşılığı altın" ve "hayali transit ticaret" olarak sıralanıyor.

İddianamede, ilk sistem olan "petrol karşılığı altın" yönteminin en az 2010 yılından itibaren uygulandığı bilgisi yer alıyor ve burada verilen bilgiye göre sistem şöyle işliyor:

Türkiye, yaptırımlar nedeniyle, satın aldığı petrol ve doğalgaz karşılığında yapması gereken ödemeyi doğrudan İran'a gönderemiyor. Bunun sonucunda da İran, Türkiye'de Halkbank'ta bir hesap açıyor. Türkiye, ödemeyi buradaki hesaba yatırıyor.

Daha sonra bu hesaptaki paralar, Zarrab'ın şirketlerine aktarılıyor ve bu şirketler üzerinden altın satın alınıyor. Daha sonra bu altınlar Türkiye'den Dubai'ye ihraç ediliyor ve burada yeniden nakde çevrilip, çantalarla İran'a taşınıyor.

İddianamede bu yöntemdeki suç unsurları yaptırımların etrafından dolaşılarak, başka ülkeler üzerinden delinmiş olması ve Aslan ile Atilla başta olmak üzere, Halkbank yöneticilerinin ABD Hazine Bakanlığı yetkilileriyle yaptıkları temaslarda altın alım işleminin İran devleti değil, şahıs ve şirketler tarafından gerçekleştirildiğini söyleyerek "yalan beyanda" bulunmaları.

Sanıklar ayrıca, Türkiye'den ihraç edilen altının Dubai'ye değil, İran'a gönderilmiş gibi göstererek, "evrakta sahtecilik" yapmakla da suçlanıyor.

İkinci yöntemin ise 2012 yılında İran'ın kıymetli metal ithalatına yönelik yaptırımların sıkılaştırılmasıyla birlikte yürürlüğe sokulduğu belirtiliyor. ABD tarafından getirilen yeni düzenlemeler, İran'ın bir başka ülkeye sattığı enerji ürünleri karşılığında alacağı ödemeleri yine o ülkede ve sadece gıda veya tıbbi malzeme alımında kullanmasını öngörüyor.

Savcılığın ortaya attığı iddialara göre, Zarrab ve diğer sanıklar, bu kez altın ihracatı yerine, Türkiye ve Dubai üzerinden İran'a buğday ticareti yapmaya başlıyor. İddianamede, buğday ticaretinin yapılmadığı ancak kağıt üstünde yapılmış gibi gösterilerek, İran'ın hesaplarından alınan paranın yine Zarrab'a ve iş ortaklarına ait şirketler üzerinden dolaştırılarak tekrar İran'a gönderildiği öne sürülüyor.

SAVCILIK KANIT OLARAK NE SUNUYOR?

Savcılığın iddianamesinde sanıklar arasında yapıldığı iddia edilen bazı telefon konuşmaları ile e-posta yazışmaları yer alıyor.

Savcılık, bir nevi ortaya atacağı iddiaları, suçlamalarını dayandıracağı hukuki düzenlemeleri ve bu iddiaları kanıtlamak için sunacağı kanıtlarla ilgili bazı detayların yer aldığı belgeyi 30 Ekim'de mahkemeye sundu.

Burada, "Dava sırasında sunulacak deliller, yapılan komploların desteklenmesi amacıyla kendi aralarında ve başkalarıyla yaptıkları sayısız iletişim kayıtlarını içermektedir" ifadesi yer alıyor.

Sunulacak kanıtların içinde yer alanlar şöyle sıralanıyor:

Sanıkların hesaplarının aranmasıyla elde edilen e-posta yazışmalarıZarrab ve Atilla'nın telefonlarından elde edilen elektronik iletişim kayıtlarıTürk güvenlik güçlerinin sanıkların telefonlarını dinlemesiyle elde edilen görüşme kayıtları ve görüşmelerin tapeleriSanıkların telefonlarından ve Türk güvenlik güçlerinin Zarrab'ın işyeri ile Halkbank'ta yapılan aramalarda elde edilen belgelerin fotoğrafları

Savcılığın sunduğu notta ayrıca, "Telefon konuşmalarının kayıtları ve tapelerinin yanı sıra Zarrab'ın işyeri ile Halkbank'ta yapılan belge ile dijital görsellerin gerçekliği, bunların nasıl elde edildiği konusunda bilgi sahibi olan bir ya da daha fazla tanık tarafından teyit edilecektir" deniliyor.

Ancak bu tanık ya da tanıkların kim olduğuna dair herhangi bir detay verilmiyor.

Aynı notun başka bir kısmında 17 Aralık 2013 tarihinde Türkiye'de düzenlenen yolsuzluk iddialarıyla bağlantılı bir operasyonda, Zarrab, Aslan ve Happani'nin gözaltına alındığı belirtilerek, "Bu soruşturma, Türk hükümeti içerisinde önemli miktarda ve üst düzeyde yolsuzluk yapıldığını ortaya çıkarmasından dolayı, bu soruşturmada yer alan emniyet görevlileri ile savcılara karşı çok hızlı ve sert bir şekilde harekete geçildi" deniliyor.

Notta, Zarrab'ın tutuklanmasının ardından Şubat 2014'te serbest bırakıldığı ve hakkındaki suçlamaların da Eylül 2014'te düşürüldüğü vurgulanıyor. Bu durumun Zarrab ve Halkbank'a "sahte gıda ticaretlerini devam ettirmelerine" olanak tanıdığı ifade ediliyor.

17 Aralık 2013'te yolsuzluk iddialarıyla ilgili düzenlenen operasyon kapsamında hazırlanan polis fezlekelerindeki telefon görüşmelerinin önemli bir kısmının ABD'deki iddianamede de yer aldığı görülüyor.

Bununla birlikte iddianamede sanıkların kendi aralarında ya da başkalarıyla yaptıkları ancak Türkiye'de hazırlanan polis fezlekelerinde bulunmayan başka görüşmeler de yer alıyor.

DAVANIN SİYASİ BOYUTLARI NELER?

Zarrab'ın Türkiye'de bazı siyasilerle bağlantıda olması ve eski bir bakana yönelik de suçlamaların yapılması bu davaya siyasi boyutlar da kazandırıyor.

Yapılan ön duruşmalarda Zarrab, saygın bir iş adamı olduğunu anlatmak adına Türkiye'deki üst düzey bağlantılarından ve yardım faaliyetlerinden söz ederken, savcılık ise Zarrab'ı bu bağlantılarını kullanarak yasadışı faaliyetlerini yürüttüğünü ve soruşturmalardan kurtulduğunu öne sürüyor.

Ancak davanın siyasi boyut kazanmasında esas olarak Zarrab'ın Nisan ayında New York eski Belediye Başkanı ve ABD Başkanı Donald Trump'ın yakın çalışma arkadaşlarından Rudolph Giuliani ile eski Başkan George W. Bush döneminin Adalet Bakanı Michael Mukasey'i de savunma ekibine dahil etmesi önemli rol oynadı.

Rudolph Giuliani'nin (solda) adı kısa bir süre Trump yönetiminde adalet bakanlığı için geçmişti

Politik bağlantıları kuvvetli bu iki ismin savunma ekibine dahil olup olamayacağına dair yapılan duruşmalarda ise bazı önemli detaylar ortaya çıktı.

Giuliani, mahkemeye sunulan yeminli yazılı ifadesinde, Zarrab adına yapacakları çalışmaların ve oynayacakları rolün özünün tanımlanmasına dair soruya şu yanıtı verdi:

"Verdiğimiz hizmetler, tamamen olmasa da esas olarak, ABD ile Türkiye arasında ABD'nin ulusal güvenlik çıkarlarını destekleyecek ve Sayın Zarrab'ın yararına olacak bir çeşit anlaşmanın parçası olarak çözümlenip çözümlenemeyeceğinin belirlenmesine dair çalışmalara odaklanmaktadır… Bu hizmetler, hem ABD hem Türk devletinin üst düzey yetkilileriyle toplantı ya da görüşme yapmayı da kapsamakta ve ileride de kapsayacağı tahmin edilmektedir."

Giuliani, ayrıca, bu kapsamda görüşülen Türk yetkililer arasında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın da olduğunu açıkladı.

Mukasey de yeminli ifadesinde, "ABD'li ve Türk devlet yetkilileri, ABD'nin güvenliğini artıracak ve bu davaya konu meseleleri çözüme kavuşturacak bir anlaşmanın kovalanması olasılığına açık fikirle yaklaşmayı sürdürmektedir" dedi.

New York Times gazetesi o dönem yayımladığı bir haberde, Giuliani ve Mukasey'in Zarrab'la ilgili yargı sürecini görüşmek üzere Türkiye'ye gitmesi ve Erdoğan'la görüşmesini "sıra dışı bir durum" olarak nitelendirmişti.

İddialara göre, Türkiye, davanın ilk savcısı Preet Bharara'nın görevden alınmasını istemişti

NBC News da geçtiğimiz günlerde yayınladığı bir haberinde, Erdoğan'ın ABD eski Başkan Yardımcısı Joe Biden ile 2016'da yaptığı bir görüşmede, davanın düşürülmesini ve o dönemin New York Güney Bölgesi Savcısı Preet Bharara'nın da görevden alınmasını istediğini, ancak bu taleplerin reddedildiğini bildirdi.

Aynı haberde birden fazla kaynağa dayandırılarak Erdoğan'ın Trump yönetiminden de davanın düşürülmesini defalarca talep ettiği belirtildi.

Son olarak yine aynı NBC News haberinde, Türkiye'nin Trump'ın eski Ulusal Güvenlik Danışmanı Michael Flynn'e Zarrab davasının düşürülmesi ve 15 Temmuz 2016'daki darbe girişimini planlamakla suçladığı Fethullah Gülen'in kaçırılarak İmralı Adası'na getirilmesi için 15 milyon dolar önerdiği de iddia edildi.

Zarrab da tanıklığı sırasında ABD ile Türkiye arasında "yasal sınırlar çerçevesinde" bir mahkum değişimi anlaşması yapılması amacıyla avukatlar tuttuğunu söyledi. Ancak Zarrab, Giuliani ya da Mukasey'in adını vermedi.

Sanık Hakan Atilla'nın savunma ekibinin, 4 Aralık Pazartesi günkü duruşmada yargıca sundukları mektupta Zarrab'ın siyasi bir anlaşma yapılmasını sağlamak istediğini gösterdiği öne sürülen konuşmalarının özetleri de yer aldı.

Zarrab'a 20 Ekim 2016'da cezaevinde yaptığı bir görüşmede, "dört kişi karşılığında altı kişinin iade edileceğinin" söylendiği ve karşıdaki kişinin "Merak etme, seni de bırakacaklar" dediği öne sürüldü.

4 Kasım 2016 tarihli bir başka konuşmada da, kimliği bilinmeyen bir erkeğin, Zarrab'a Türkiye'deki avukatının "halihazırda Mevlüt ve Bekir ile" durumu görüştüğünü söylediği görülüyor. Aynı kişi Zarrab ile ilgili olaraki "Beyefendi"nin dönemin ABD Başkanı Barack Obama'yı da arayabileceğini söylüyor.

ABD basını, burada isimleri geçen kişilerin Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ve Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ öne sürerken, "beyefendi" olarak bahsedilen kişinin de Cumhurbaşkanı Erdoğan olabileceğini belirtti.

DAVAYA KONU İŞLEMLERİN MADDİ BOYUTU NE KADAR?

İddia makamının mahkemeye sunduğu belgelerde yapıldığı iddia edilen bu işlemlerin toplam maddi boyutuna dair herhangi bir rakam yer almıyor.

Yalnızca sanıkların "milyarlarca dolarlık" işlemler gerçekleştirdiği belirtiliyor. Ayrıca, Çağlayan ve Aslan'ın "milyonlarca dolar değerinde nakit ve mücevheri rüşvet olarak aldıkları" iddiasına da yer veriliyor.

Savcılık, Aralık 2012 ile Ekim 2013 dönemleri arasında altın ticaretiyle bağlantılı olarak ABD'deki finans kuruluşlarının bu ülkede bulunan muhabir hesapları üzerinden gerçekleştirdiği işlem miktarının en az 900 milyon dolar olduğunu öne sürüyor.

Mahkemeye sunulan belgelerde ayrıca Dubai'ye ihraç edilen altınların nakde çevrilip buradan İran'a taşınmasıyla ilgili iddialar sıralanırken, örnek olarak yalnızca 2011 yılının sonunda Zarrab ve iş ortaklarının ABD'nin yaptırım uyguladığı İranlı finans kuruluşlarından Bank Mellat hesaplarına tek defada 1 milyar dolar ve 400 milyon euro taşındığı belirtiliyor.

Columbia Üniversitesi'nden David L. Phillips de geçen hafta içinde New York Review of Books'a yazdığı makalede, Federal Soruşturma Bürosu'ndan (FBI) bir ajanın kendisine soruşturma kapsamında Zarrab'ın her hafta bir ton altın ihraç ettiği ve karşılığında da yüzde 15 komisyon aldığı iddiasının da incelendiğini söylediğini ifade etti.

İran yaptırımları konusunda çok sayıda araştırmaya imza atan Washington merkezli düşünce kuruluşu The Foundation for Defense of Democracies'in (FDD) CEO'su Mark Dubowitz de, Mart 2012 ile Temmuz 2013 dönemleri arasında Türkiye'nin İran'a yaklaşık 13 milyar dolarlık altın ihraç ettiğini ve yıllık olarak bu sayının 20 milyar dolara ulaşabileceğini söylüyor.

Yapılan işlemlerin maddi boyutuyla ilgili bir diğer gösterge de resmi rakamlar.

Reuters'ın Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu'nun (EPDK) verilerine dayanarak 2014 yılında yaptığı hesaplamaya göre, Türkiye'nin 2012 yılında İran'dan satın aldığı petrol ve doğalgazın değeri 10 milyar doları aşıyor.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre ise 2011 yılında 1 ton olan İran'a altın ihracatı da 2012 yılında yaklaşık 126 tona yükseliyor ve bunun değeri de yaklaşık 6,5 milyar dolar olarak hesaplanıyor. Ayrıca, aynı yıl içerisinde Türkiye'nin BAE'ye yaptığı altın ihracatı da 85 ton ve 4,6 milyar dolar.

Savcılığın iddiasına göre, kıymetli metal ticareti üzerindeki yaptırımların sıkılaştırılmasının ardından bu kez de paralar İran'a "hayali transit buğday ticareti" ile gönderilmeye başlandı.

Zarrab, Nisan 2014'te AHaber'e verdiği mülakatta, buğday ve ilaç satışına başlamalarından sonraki ilk dört ayda yaklaşık 1,6 milyar dolarlık ticaret gerçekleştirdiklerini söylemişti.

En Çok Aranan Haberler