İstanbul'da 31 Mayıs 1935'te doğan Tanör, 1954 yılında Bursa Kız Lisesi'nden mezun olduktan sonra annesi ve babası doktor olduğu için hep tıp fakültesine gitmeyi hedefledi. Fakat ailesinin ısrarları sonucu girdiği İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni 1959'da bitirip, "Anayasa Hukuku" kürsüsünde asistan olarak göreve başlayan Tanör, devlet bursuyla Columbia Üniversitesi'nde bir yıl eğitim gördü.
Tanör, ülkeye döner dönmez hep hayalini kurduğu tıp fakültesinde okuyamayınca psikoloji alanına yöneldi. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü'ne giren Tanör, 1969'da "Genel Psikoloji" kürsüsünde asistan olarak çalıştı. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi tarafından psikologlar için açılan "Tıp Bilimleri Doktorası" programına başlayan Tanör, 1981'de "Anksiyetenin Öğrenme ve Hafızaya Etkisi" adlı doktora teziyle buradan mezun oldu.
Tanör, 1984'te Türkiye'deki ilk nöropsikoloji laboratuvarını ve 2008'de ise Türk Nöropsikoloji Derneğini kurdu.
Prof. Dr. Tanör, yaklaşık 90 yaşında olmasına rağmen hala akıl ve beden sağlığını korumasının formülünü, Yaşlılar Haftası'nda anlattı.
Uzmanlık alanı nöropsikoloji hakkında da bilgi veren Tanör, "Nörolog, psikiyatrist ve cerrah, hakkında karar vermekte tereddüt ettiği hastayı bize gönderir. Mesela, 'Bu hasta sırf depresyonda olduğu için mi unutkan yoksa Alzheimer mı başlıyor?' gibi sorulara cevap için hasta bize, nöropsikologlara yönlendirilir. Biz de kendilerine nöropsikolojik değerlendirmeler yaparak, doktorun hastaya teşhis koymasına yardımcı oluruz. " dedi.
Prof. Dr. Tanör, ilerleyen yaşına rağmen hala özel bir klinikte nöropsikolog olarak çalıştığını, haftada bir gün, konuşma bozukluğu çeken afazi hastalarına rehabilitasyon yaptığını, özel bir üniversitede ise bu hastalıkla ilgili çevrim içi yüksek lisans dersi verdiğini kaydetti.
Haftada üç gün çalıştığını anlatan Tanör, "Cihangir'de oturuyorum, binada asansör olmadığı için 5 kat inip çıkıyorum. Teşvikiye'de, çalıştığım özel kliniğe yaklaşık bir saat yürüyerek gidiyorum. Bazen metroyu tercih ediyorum. Zaten taksi bulmakta zorlandığım için yürümek zorunda da kalıyorum. Çapa'daki üniversiteye giderken tramvaya biniyorum. Toplu ulaşımı da sıklıkla kullanıyorum. Haftada bir kez de pilates yapıyorum." diye konuştu.
Prof. Dr. Tanör, yaşlılıkta dinç kalmanın birçok faktöre bağlı olduğuna dikkati çekerek, şöyle devam etti:
"Genetik çok önemli ama yeni şeyler öğrenmeniz yani beyni çalıştırmanız da önemli. Zira beyinde yaşlılığa bağlı hücre kayıpları oluyor ki bu 25 yaşından sonra başlıyor. Beyin hücreleri öldüğü için ağırlığı da yaş ilerledikçe azalıyor. Ancak yeni bir şey öğrendikçe beyin hücreleri arasında ağlar oluşuyor. Ne kadar çok ağ oluşmuşsa yani ne kadar çok çalıştırmışsanız beyninizin hücre kayıpları azalıyor. Bilinçsel etkinliğiniz gençliğinizdeki keskinliğiyle devam edebiliyor. Bolca okumak, yeni şeyler öğrenmek gibi eylemleri gençken yapmak yaşlılıkta daha keskin bir zihin bırakıyor."
Yaşlılıkta bulmaca çözmenin ve yeni bir dil öğrenmeye çalışmanın çok faydalı olduğunu vurgulayan Tanör, kendisinin de İngilizce, Fransız ve İspanyolca olmak üzere üç dil bildiğini söyledi.
Prof. Dr. Tanör, bazı insanların belli bir yaştan sonra elini eteğini çekip hayattan koptuklarını anlatarak, "Kesinlikle bunu kabul etmiyorum. Ne kadar aktifseniz o kadar iyi bir hayat sizi bekliyor. Beslenme konusuna gelince çok fazla yemek yemiyorum, elimden geldiğince Akdeniz diyetine uymaya çalışıyorum. Günde 3 öğün ama az az yiyorum." ifadesini kullandı.
Avrupa'dakilerle Türkiye'deki yaşlılar kıyaslandığında arada ciddi fark olduğunun altını çizen Tanör, bunun en önemli nedeninin "Aman anne, sen otur biz yaparız" kültürü olduğuna değindi.
Prof. Dr. Tanör, bu kültürün Avrupa'da olmadığını, orada herkesin kendi işini yaptığını dile getirerek, "Türkçede 'İşleyen demir ışıldar' diye bir atasözü var. Bu yılların tecrübesi sonucunda söylenmiş." dedi.
Gençlere de seslenen Tanör, "Mümkün olduğu kadar zinde bir yaşlılık geçirmek istiyorsanız sürekli yeni bir şeyler öğrenmeye gayret edin. Vücudu olduğu gibi beyni de aktif tutmak gerekiyor. Bir de gençlere anne ve babalarının önerdiği değil kendilerinin tutkuyla bağlı oldukları bir alanda meslek sahibi olmalarını öneriyorum." sözlerini sarf etti.
(AA)