Ankara AA- AB uzmanları, Nicolas Sarkozy'nin Cumhurbaşkanı olmasının ardından Türkiye'nin AB üyeliğine yönelik eleştirilerinin dozunu artıran ve son olarak, müzakerelerde "Ekonomik ve Parasal Politika" faslının açılmasına itiraz eden Fransa'nın, Türkiye'nin AB sürecine yönelik genel tavrında Sarkozy döneminde yumuşama beklemiyor.
AB Uzmanı ve Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi Can Baydarol, Sarkozy'nin stratejisinin Türkiye'yi tam üyelikten dışarıda tutmak değil, bu süreci geciktirmek ve 2020'li yıllara doğru taşımak üzerine kurulu olduğunu düşündüğünü belirterek, bununla birlikte Sarkozy'nin bu girişimlerine karşılık, geçmişte Türkiye'ye sert eleştirilerde bulunan Almanya'daki Merkel hükümeti de dahil olmak üzere AB'nin diğer isimlerinden, Türkiye ile tam üyelik sürecinin devam ettiğine yönelik açıklamalar geldiğine
işaret etti.
Baydarol, Sarkozy'nin, sürecin "tek belirleyicisi" olmadığını ve olamayacağını vurgulayarak, sürecin belki geciktirilebileceği, ancak bunun AB'yi de çok ciddi krizlere sürükleyeceği görüşünü dile getirdi.
Sarkozy'nun önerisi olan Akdeniz Birliği projesinin de Türkiye'nin asla kabul edebileceği bir şey olmadığını ifade eden Baydarol, bunun, meseleyi özünden saptıran bir yaklaşımdan öteye geçmez bir durum olduğunu ifade etti.
ODTÜ Avrupa Çalışmaları Merkezi Müdürü Prof.Dr. Atilla Eralp de, Sarkozy'nin Türkiye ile ilgili söylediklerinin "kolay şeyler" olmadığını ifade ederek, Türkiye ile müzakerelerin durdurulması ya da Akdeniz Birliği türünden farklı modellerin geliştirilmesi için oy birliği gerektiğine dikkati çekti.
Türkiye'nin AB üyelik sürecinin gidişatına ilişkin de yorumlarda bulunan Baydarol, 2007 yılını Türkiye-AB ilişkileri açısından "kayıp yıl" olarak değerlendirirken, Prof. Eralp de, AB'nin Türkiye'yi de içine alan genişleme sürecinin, kurumsal meselenin çözülememesi nedeniyle sıkıntıya girdiği, bu nedenle Türkiye'nin AB sürecinin de "zamana bırakıldığı" görüşünü dile getirdi.
"AB'yi tartışmanın bile Türkiye'deki siyasetçilerin hoşuna gitmediğini" savunan Baydarol, "Çünkü Türkiye'deki AB algılamasında AB'ye karşı duyulan güvensizlik, bir anlamda Türkiye'de bir AB alerjisi yarattı.
İçinde AB geçen her şeye karşı Türk insanı tepki duymaya başladı. Dolayısıyla burada bir psikolojik direnç var" diye konuştu.Prof. Eralp, genişlemenin esasında AB'nin en başarılı politikası ve çok da önemli bir dış politika aracı olduğu görüşünü dile getirerek, "Bu, uzun zaman böyle elitler arası bir ilişki içinde son derece başarılı
ilerledi. Ama son 10 ülkenin olması, işin içine Türkiye'nin girmesi, işin daha kapsamlı bir noktaya gelmesi, kurumsal meseleyle birleşince büyük bir kriz doğdu" dedi.
Prof. Eralp, AB'nin, "Anayasa tartışması ve kurumsal meseleyi çözelim, ondan sonra genişlemeye eğilelim" gibi bir "zaman kazanma stratejisine" girdiğini belirtti.
Kıbrıs konusundaki "tıkanıklığın" da bir zaman kazanılmasını gerekli kıldığına dikkati çeken Prof. Eralp, hem Türkiye, hem de Rum kesiminde yakın dönemde seçimler yapılacağına işaret ederek, bu konunun da zamana bırakıldığını kaydetti.
Baydarol, bu yıl süreçte çok büyük bir canlanma beklemediğini belirterek, TBMM'nin açılmasıyla birlikte Cumhurbaşkanlığı ve Meclis Başkanlığı seçimleri gibi iki "çok zorlu" seçimin olacağına, ayrıca hükümet kurma tartışmalarının yapılacağına dikkat çekti.
Prof. Eralp de seçimlerin, Türkiye'nin AB sürecini çok canlandırmasını beklemediğini, sürecin yavaşlamasında tek sorumlunun Türkiye olmadığını, belirleyici olacak konuların, seçimlerden ziyade Kıbrıs meselesinin nereye doğru gideceği ve AB'deki gelişmeler olduğu görüşünü dile getirdi.
Uzmanlar, Türkiye'deki cumhurbaşkanı seçimine ilişkin gelişmeler ya da Irak'ın kuzeyine olası operasyon tartışmaları gibi iç gelişmelerin de AB sürecine olumsuz etkileri olabileceğine dikkat çekiyor.