Bazı şehirler var; mimarisiyle, mimarisinden yüzümüze çarpan tarih birikimiyle en duygusuz insanı bile ufka daldırır, hayranlıklar uyandırır. Bazı şehirler var; gelişmişliğiyle çağının her zaman 10 yıl önündedir, devinimini kıskandırır.
Bazı şehirlerde insan kendini dünyanın merkezinde, her ülkenin kraliyetinde hisseder; bazı şehirler ise yalnızca kaosuyla bile ilham arzeder.
Binlerce yıl boyunca, binlerce kentten çıkan şairler, memleketlerine şiirler yazdılar. Yazarlar, romancılar, senaristler eserlerinde yaşadıkları şehirleri işlediler. Ama bazı kentler var ki her zaman en güzel şarkılara konu oldular, bu kentlerin bünyelerinden kustukları müzisyenler sanat dünyasının en tepesine çıktılar.
İşte bu kentleri, 20. ve 21. yüzyılda simgesi haline gelen müzisyenler ve müzik gruplarıyla birlikte sizler için derledik...
*New York City'nin ismi geçtiğinde dahi aklımızda çalan şarkının ilk iki yorumcusu birbirinden şöhretli, birbirinden ünlü... Martin Scorsese'nin 1977 yapımı filminin film müziği olan New York, New York önce Lisa Minelli* tarafından seslendirildi. 2 yıl sonra ise dünyanın en zengin kentinin onlarca yıl tema şarkısı olarak kalacağı hali çıktı ortaya...
Frank Sinatra, koca kentin film müziğini söylemişti resmen. Bu koca büyülü kentin müziklerini Sinatra'nın kadife sesinden, buradan dinleyebilirsiniz.
Frank Sinatra bir konserinde ''Bu şarkı Fred Ebb ve John Kander tarafından yazıldı, ben onlardan çaldım!'' diye başlar New York, New York'a. Şarkının sözleriyse New York'un ruhunun özeti gibidir: ''Burada başarabilirsem, dünyanın her yerinde başarabilirim. Artık sana kalmış New York... Hiç uyumayan bu kentte uyanmak, kendimi zirvede bulmak istiyorum!''
Sözlerden de anlaşıldığı üzere, Amerikan Rüyası'nın ayrıntılı haritasıdır New York City.
Yüzyıllar önce Paris okullarında doğan batı müziği, kiliseden halka inebilmek için tüm Avrupa'yı dolaşmıştı, sonunda tekrar Paris'e döndü ve bu kadının sesinde yolculuğunu tamamladı. New York'un efsanesi ile aynı yıl doğdu Paris'in efsanesi.
Ancak Edith Piaf Frank Sinatra kadar uzun yaşayamadı, henüz 47 yaşındayken hayata veda etti. Arkasında aynı Paris sokakları gibi zengin, burnu havada, hem de hüzünlü tınlayan şarkılar bıraktı.
Edith Piaf'ın henüz 32 yaşındayken söylediği La Vie En Rose, son 70 yıldır Paris denince akla gelen ilk tını. Amerikan caz efsanesi Louis Armstrong bile şarkıyı İngilizce yeniden yorumlarken o efsane Fransızca sözcük öbeğine; La Vie En Rose'a dokunmamış, o kısmı Parisien (Parisli) bırakmıştı.
Şarkı on yıllardır Parisien, Paris on yıllardır Edith Piaf.
Queen, Beatles, Oasis, Radiohead, Suede, Deep Purple, Led Zeppelin, Iron Maiden, Elton John, Muse, Blur, Sex Pistols, Rolling Stones, The Police, Pet Shop Boys, Pink Floyd, The Who... Küçücük bir Britanya adasının, özellikle de ülkenin başkentinin dünya popüler müziğinin son 50 yılına damgasını vurmuş olması ilginç, değil mi?
Tüm bu sanatçıların ve müzisyenlerin arasında bir grup daha vardı: 70'lerde Londra gettolarında, dar gelirli ailelerin sıkıntı çocuklarının yarattığı punk akımının temsilcisi, The Clash.
Queen'in her zaman parıltılı ve şanlı şarkıları Londra'nın imparatorluk havasını yansıtıyorsa, Radiohead müziğin Picasso'suysa bile, Londra'nın en gerçek, en 'acı gerçek' atmosferini The Clash yansıtıyordu.
1979 çıkışlı albümleri London Calling (Londra çağırıyor) ve aynı isimli şarkılarıyla The Clash, belki bugünlerde kimse farkında değil ama, halâ Londra'nın ta kendisi.
İstanbul yüzyıllarca en büyük kültürlerin başkenti olarak kaldı, krallara, padişahlara ev sahipliği yaptı, batı ve doğu kültürlerini kendi usulünde birleştirdi, kaosu öne koydu. Doğu kültürünü merak edip yerleşen Avrupalılar, batı kültürüne en yakın noktada olmak isteyenler, taşı toprağı altın diyenler, feci siyasi kararların sahipleri ve hattâ bu kararların kurbanları bile bu kaosa bilmeyerek de olsa katkıda bulundu.
Son 17 yıldır da aynı İstanbul gibi kendini Doğu ve Batı'nın orta yerine koyan, kaosu notalarına yansıtan bir grup bu kentle anılıyor: Duman.
Şarkı çok kısa.
''Bu şehir rakıyla yaşar, bu şehir sigarayı çeker! Bu şehir gündüzü yaşar, bu şehir her geceyi sever... Bu şehirin adamı söver, bu şehir kadınını döver! Bu şehir kanımızı emer, bu şehir için ölmeye değer...
İstanbul, elinden öper.''
Kaan Tangöze'nin İstanbul'u öyle gerçek ki!