El Kaide lideri Usame bin Ladin'in adamları 11 Eylül 2001'de ABD'ye saldırdığında Pakistan İstihbarat Servisi (ISI) şefi General Mahmud Ahmed, Capitol Hill'de Senato ve Temsilciler Meclisi İstihbarat Komitesi üyeleriyle kahvaltı yapıyordu. Keyfi yerindeydi. CIA Başkanı George Tenet'e Taliban lideri Molla Ömer'in güvenilir biri olduğu ve Ladin'le ilişkisini kesebileceğine dair güvence veriyordu.
Ertesi gün acil çağrıyla Dışişleri'ne gittiğinde ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Richard Armitage, "Bugün yeni bir tarih başlıyor" dedi. Ardından Pakistan Devlet Başkanı Pervez Müşerref'e iletilmek üzere bir not verdi. Her şey emir kipindeydi:
Daha sonra Armitage doğrudan Müşerref'i, "Ya bizimlesiniz ya da değilsiniz. Sizi Taş Devri'ne geri göndeririz" diye tehdit de edecekti.
Halbuki Afganistan'daki vekalet savaşında ortaktılar. Uzun, karmaşık, safların çok değiştiği çetrefilli bir ortaklıktı. Pakistan iki tarafta yaygın "Birleşik Peştun Bölgesi" idealizmi ve Kabil'in Sovyet yanlısı siyaseti yüzünden 1975'ten itibaren Afganistan'daki İslamcıları kullanarak vekâlet savaşına başlamıştı.
1979'dan itibaren Sovyet müdahalesine karşı Suudilerin para ve ideolojisi, CIA'in koordinatörlüğü ve Pakistan'ın lojistik desteğiyle küresel cihat seferberliği alıp başını gitmişti. ABD Başkanı Jimmy Carter muhaliflere destek için gizli Siklon Operasyonu'nu 3 Temmuz 1979'da yani Sovyetler gelmeden 5 ay 21 gün önce onaylamıştı.
Cemaat-i İslâmî'nin lideri Burhaneddin Rabbani, İttihad-ı İslâm'ın lideri Abdurrasul Sayyaf, Hizb-i İslâmî'nin lideri Gulbeddin Hikmetyar ve sonradan Kuzey İttifakı'nın lideri olan Ahmet Şah Mesud bu vekalet savaşının öncüleriydi.
1979'dan itibaren Pakistan'a sığınan 2 milyonu aşkın Afgan mülteci mücahit devşirme havuzuna dönüşmüştü. İkinci havuz Pakistan'da sayıları 13 bini bulan medreselerdi. Binlerce mülteci çocuk zaten buralara yerleştirilmişti. Özellikle Sufi geleneğinden gelip, apolitik sayılan Diyûbend medreseleri zamanla selefi bir dönüşüm geçirdi.
Suud'un parası çok şeye kadirdi. CIA, 1989'a kadar 35 bini Arap olmak üzere 80 bine yakın mücahidin eğitilip donatılması için 3,2 milyar dolar döktü. Suudiler ve Çin'in katkılarıyla rakam 6-12 milyar doları buluyordu.
1989'da Sovyetler çekilmiş, Afganistan Demokratik Cumhuriyeti üç yıl daha dayanmış, yerine kurulan Afganistan İslam Devleti'nin başına iki aylığına Sibğatullah Müceddidi, daha sonra Rabbani getirilmişti.
Pakistan ise Hikmetyar'ın başkanlığına oynamıştı. 18'inci yüzyıldan beri iktidarı elinde tutan Peştunlar, Tacik asıllı Rabbani'yi içlerine sindirememişti. Halbuki Rabbani diğerlerine nazaran birleştiriciydi. İslamabad'ın Hikmetyar'a desteğinden dolayı Rabbani ve Mesud da artık Pakistan'ın karşısındaydı.
Mücahitler arasında iktidar savaşları kızışırken 1994'te bir talebe hareketi olarak ortaya çıkan Taliban, Peştunların desteğiyle hızla yayıldı. Diyûbend medreseleri Taliban'a sadakatlerini sundu. Artık Pakistan'ın Kabil'de iktidarda görmek istediği hareket Taliban'dı.
Müşerref'in itiraflarına göre Taliban militanları Pakistan'da eğitildi ve silahlandırıldı. Taliban Pakistan'ın askeri, Suudi Arabistan'ın mali desteğiyle 1996'da Kabil'i de ele geçirdi. Yerel kaynaklara göre 1996-2001 arasında Taliban saflarına 80-100 bin savaşçı katılmıştı. ABD Dışişleri'ne göre bunların yüzde 20-40'ı Pakistanlıydı.
Mücahit liderler ülke dışına çıkarken, Ahmet Şah Mesud 9 Ocak 2001'de suikastla öldürülünceye dek direndi. Mesud'un Tacik güçlerine Özbek General Raşid Dostum'un adamları, Şii Hazaralar ve Taliban düşmanı Peştunlar da katılmıştı. Kanlı iktidar savaşında karşılıklı 15 büyük katliam kayıtlara geçti.
Kabil düşünce Kandahar'daki bir türbede saklanan ve Hz. Muhammed'e ait olduğu söylenen hırkayı giyinip ulemanın huzuruna çıkan Molla Ömer "müminlerin emiri" ilan edildi. Suudi Arabistan Başmüftüsü Abdulaziz bin Bâz dâhil ileri gelen Vehhabî ulema fetvalarıyla Taliban'a meşruiyet sunuyordu.
Taliban hükümetini tanıyan yegâne üç ülke vardı: Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Pakistan. Eğer Taliban 4. ve 5. yüzyıllardan kalma Bamyan'daki Buda heykellerini dinamitlemeseydi Çin de tanıyacaktı.
Taliban'ın merkez üssü Kandahar'dı. Taliban Kâbil'e karşı kırsalın öfkesiydi. Onlara göre Kâbil yolsuzluk, yozlaşma ve günahların şehriydi. Pakistan eğitimli Molla Ömer'in yedi yıllık iktidarı boyunca iki kez uğradığı Kâbil'de Taliban kamçısıyla konuşuyordu. Taliban'ı büyüten kanun ve düzen sözüydü. Lakin gaddarlığı hayata neşe katan her şeye düşman olacak kadar büyüdü.
Kız okullarını kapattı, çalışan kadınları eve tıktı, kadınların yanlarında mahremleri olmadan sokağa çıkmalarını yasakladı. Kadınlar burka giymek, erkekler sakal bırakmak, esnaf ezan okununca dükkânları kapatmak zorundaydı. Kâbil Radyosu'nun adı artık Radyo Şeriat idi.
Müzik yayını bitmişti. Taliban da Selefi akımlar gibi Şiilere düşman kesildi. Sünniliğe geçmeleri şart koşulan Hazaralar katledildi; 400 kadın cariye olarak kaçırıldı. Afyon serbest, alkol haramdı.
Taliban'ın şeriatçılığı haşhaş üretimine cevaz verecek kadar da pragmatikti. Haşhaştan aşar (yüzde 10 vergi) alıyordu. Fetvası haşhaş üretiminin helal, uyuşturucu olarak kullanılmasının haram olduğu yönündeydi. Haşhaş ana gelir kaynağı olunca hasımları da ondan farksızdı.
Mesela Hizb-i İslâmî'nin Kunduz'da gelişmiş eroin laboratuvarları vardı.
Taliban'ın dini pratikleri karşısında kimileri Afganistan'ın Nakşî, Kadirî ve Çiştî geleneğinden beslenen Sufi geçmişini hatırlıyor; kimileri 1928'de Türkiye'yi ziyaret ettikten sonra ülkesini modern bir yola koymak için uğraşan Emanullah Han'ın reformculuğunu; kimileri Kabil Üniversitesi'nin kadın öğrencilere kapılarını açtığı 1947 yılını; kimileri kadın-erkek eşitliğini garantileyen 1964 anayasasını…Kırsal ile kentler arasında farklar dünden bugüne geçerliliğini korusa da savaştan önce kadın kamusal alanda daha görünürdü.
Taliban başlangıçta rahatsız olduğu El Kaide ile müttefik haline gelirken, Afganistan üzerinden Amerikan-Pakistan uyumu da bozuldu. ABD Dışişleri'nin gizli yazışmalarına göre Pakistan istihbaratı, 1996'da Kâbil'de iktidarı ele geçirdikten sonra Taliban'a mühimmat, yakıt ve gıda malzemeleri göndermeye devam etti.
Pakistan 1997 ve 1998'de, Taliban'ın memur maaşlarını ödemesine yardım etti. ABD bu duruma dikkat çekse de rahatsız sayılmazdı. Aksine 1997'de ABD Dışişleri yetkilileri Taliban'la savaşı sürdüren Mesud'a "Artık vazgeç" demişti. Mesud o zaman ülkenin yüzde 10'unu kontrol ediyordu. Ancak 1998'de El Kaide'nin Afrika'da elçiliklere saldırıları karşısında ABD, Pakistan'ı sıkıştırmaya başladı.
ABD Dışişleri'nin 26 Eylül 2000 tarihli gizli yazışmasına göre İslâmabad'ın Taliban'a desteği hala sürüyordu. Amerikalılar Ladin'e almak için bir yandan İslamabad'a baskı yaparken diğer yandan Taliban'la görüşüyordu. Bu dönem Suudi İstihbarat Şefi Prens Türki el Faysal, Ladin'i almak için iki kez Kandahar'a uçtu. Molla Ömer'le pazarlık iyi gitmedi, eli boş döndü.
Daha sonra Bush yönetimi, Ladin'i vermezse Taliban'ı devirmek için Mesud'u destekleme kararı aldı. Mesud 11 Eylül 2001 saldırılarından aylar önce Avrupa Parlamentosu'nda "Savaş Amerikan topraklarına geliyor" diye uyarmış ama destek görememişti. Taliban 11 Eylül'den sonra da Ladin'i vermeye yanaşmadı. Yanıtı şuydu, "Sağlam delil varsa bir İslam ülkesinde şeriat mahkemesinde yargılanır."
20 yılını dolduran işgal bu zeminde başladı. ABD, İngiltere ile birlikte 7 Ekim 2001'de Ebedi Özgürlük Hareketi'yle Afganistan'ı savaş açtığında Kuzey İttifakı'nı saha unsuru olarak yanında buldu.
Aralık 2001'de Kabil'i kaybeden Taliban ve El Kaide Tora Bora ve Pakistan'ın Veziristan bölgesine çekildi. Pakistanlı Peştun aşiretler onlar için "ensar" rolündeydi. ABD'nin baskıları karşısında Pakistan Afgan savaşına katılmış kendi milislerine savaş açmak zorunda kaldı. Fakat bu mücadelede çok kara delik vardı.
Nihayetinde Amerikalıların Ladin'i 10 yıl sonra bulduğu yer Abbottabad kentiydi. Ladin Pakistan'da açık bir desteğe sahipti. 9 Ocak 2001'de İslâm Uleması Cemiyeti'nin bir toplantısında Ladin 'büyük İslâm savaşçısı' olarak taltif edildiğinde katılımcılar arasında mücahit devşirme programının mimarı eski ISI Şefi Hamid Gül ve eski Genelkurmay Başkanı General Mirza Aslam Beg de vardı. Afgan yetkililer Pakistan'ın bugün dahi ikili oynadığını ve vekâlet savaşından çekilmediğini düşünüyor.
ABD işgal hareketine muharip güç olarak 11 ülkeyi ortak etti. 2001'de Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi kararıyla oluşturulan Uluslararası Güvenlik Destek Gücü'ne (ISAF) ise 34 ülke katıldı. Afganistan işgaline Çin, Rusya ve İran'ın da desteği vardı. 2006'dan itibaren operasyon NATO şemsiyesi altına alındı. Aralık 2001'de Bonn Konferansı'nın kararları ışığında 2002'de geleneksel Afgan meclisi Loya Jirga toplanıp, Hamid Karzai başkanlığında geçiş hükümetini belirledi.
Karzai 2004'te seçimle devlet başkanı sıfatını aldı. 2009'da tekrar seçildi. 2014'ten beri de dümende Eşref Gani var. Siyasi liderler kötü bir sınav verdi. Savaş ağalarının tekeli kırılamadı, ülke işgal sonrası için ulusal bir dava etrafında birleştirilemedi. Afganistan'ın müflis devlete dönüşeceği korkusu başından beri var.
Yeniden toparlanan Taliban'ın hamlelerine işgalci güçlerin sayısını artırarak yanıt verdiler. 2010'a gelindiğinde yabancı güçlerin sayısı 150 bini geçmişti. 100 bini Amerikalıydı. İzlenen strateji çekilmek için ezici güç takviyesi mantığına dayanıyordu. Obama yönetimi 2012'de çekilmeyi gündemine aldığında Afgan hükümetini Taliban'la görüştürme denemeleri başarısız oldu.
Yine de fiili savaş resmen 2014'te bitirildi. Sorumluluk Afgan güçlerine bırakılırken ISAF'ın yerini alan NATO Kararlı Destek Operasyonu 12 bin 500 askerle misyonu sürdürdü.
Taliban'ın açık düşmanlığı dışında Hizbi İslami de hükümete katılıncaya kadar kök söktürdü. Ayrıca Hakkani Grubu gibi uzlaşmaz yapılar türedi. 2015'ten itibaren Taliban'ı da tehdit eden İslam Devleti- Horasan (IŞİD) sahneye çıktı. Amerikan yönetimine göre Ocak 2019 itibariyle Afgan hükümeti ülkenin yüzde 53,8'ine hükmederken toprakların yüzde 33.9'ünde kontrol tartışmalı hale gelmiş, Taliban'ın elindeki bölgelerin oranı yüzde 12,3'ye yükselmişti.
Bu ortamda Trump yönetimi "sonsuz savaşlara son verme" vaadi çerçevesinde Taliban'la masaya oturup 29 Şubat 2020'de anlaşma sağladı. Buna göre tutsaklar bırakılacak, terör örgütlerine üs verilmeyecek, Taliban ile hükümet arasında barış görüşmeler başlayacak ve yabancı güçler 1 Mayıs 2021'e kadar çekilecekti.
Trump gitmeden asker sayısını 2500'e düşürdü. Savaşı özelleştiren ABD ayrıca 7800 sözleşmeli güvenlikçi çalıştırıyor. Yeni Başkan Joe Başkan Biden 13 Nisan'da, 1 Mayıs takvimini gerçekçi bulmayıp 11 Eylül saldırılarının yıl dönümüne kadar tüm askerleri çekeceklerini açıkladı.
Hesaba göre çekilme tamamlanıncaya kadar Doha'daki Taliban-hükümet arasındaki görüşmelerden anlaşma çıkacak, ortak hükümet kurulacak ve yabancı güçler çekilirken sorunsuz bir geçiş olacaktı. Biden diyalog sürecini hızlandırmak için Türkiye'ye ev sahipliği önerdi. Taliban yanaşmadı.
Anlaşmaya rağmen hükümet güçlerine büyük kayıplar verdiren Taliban sözlerin tutulmamasını gerekçe gösterip Doha'daki görüşmeleri askıya almakla kalmayıp hakimiyet alanını genişletti.
Son iki ayda vilayet merkezleri hükümetin elinde olsa da Taliban 133 ilçeyi kontrolü altına aldı. Mevcut tabloya göre 407 ilçeden 190'ı Taliban'ın elinde. Taliban ise toprakların yüzde 80'ini kontrol ettiği iddiasında. Amerikan İstihbarat Direktörlüğü'nün de teslim ettiği üzere Taliban kendine güveniyor. Bu yüzden Türkiye'nin Kabil havaalanını koruma önerisine de "Tüm işgal güçleri çekilmeli" diyerek karşı çıkıyor.
Nihayetinde ABD 20 yıl sonra çekilirken Taliban dönüyor. 1996'daki ivmeyi yakalamasının zor olacağı düşünülse de gidişat yeniden bir iç savaşın koşullarını hızla olgunlaştırıyor.
Afganlar bu noktaya büyük bedeller ödeyerek geldi ve gelecekleri yeniden kararıyor. Brown Üniversitesi'nin çalışmasına göre 20 yıllık savaş 171-174 bin cana mal oldu. Bunun 47 bin 245'i sivil, 66-69 bini polis ve asker, 51 bini muhalif savaşçı. Amerikan tarafında 2 bin 442 asker ölürken 20 bin 666 asker yaralandı.
NATO'daki diğer müttefiklerin kayıpları 1144. Tahminlere göre savaş ve yeni bir düzen için 2 trilyon dolar harcandı. 978 milyar doları Amerikalıların payına düşüyor. İzi sürülemeyen paralar da var. ABD Kongre raporuna göre 2009-2019 arasında yeniden inşaya ayrılan bütçenin 19 milyar doları kayıp.
Ülkenin mülteci tablosu hala ağır. BM'ye göre Taliban devrildikten sonra 5.7 milyon mülteci dönerken 2.7 milyon mülteci Pakistan ve İran gibi ülkelerde kalmaya devam ediyor. 4 milyon iç göçmen henüz evlerinden uzakta.
Bu işgalin iddialı bir tarafı vardı: Afganistan'a özgürlük ve demokrasi gelecek. Savaş ağalarını yaratanlar yine aynı aktörlerle bir düzen kurmayı denedi. 2009'da yazar, aktivist ve milletvekili Malalay Joya isyan ediyordu:
"ABD ve NATO 8 yıl önce kadın hakları, insan hakları ve demokrasi bayrağı altında ülkemi işgal etti ve bizi tavadan ateşe attı. Karzai'nin yozlaşmış, mafya sistemini tanımak için sekiz yıl yeterli. Halkım iki güçlü düşman arasında ezildi... İşgal asla kurtuluş getirmeyecek ve demokrasiyi savaşla getirmek imkânsız."
Joya'nın öfkesini katlayacak çok şey eklendi. Sayısız suç işlendi. Özgürlük savaşı Afganlar için büyük bir hayal kırıklığı. Afganistan 2009'da Uluslararası Şeffaflık örgütünün indeksinde en yolsuz ikinci ülkeydi. 11 yıl sonra üç basamak çıkarak 180 ülke arasında 165'inci oldu.
En çok üzerinde durulan konu kadınların mücadelesi. 2004'teki anayasa ile meclisteki 250 koltuğun yüzde 27'si kadınlara rezerve edilmişti. Bunun yanı sıra kadınların yanında bir mahrem olmadan seyahat etmemesi; okul, market ve ofislerde yabancı erkeklerle kaynaşmamaları gerektiği hükme bağlandı. Sonuçta kurulan rejimin sıfatı 'İslam Devleti' idi. Kadınlar ağır bedeller ödeyerek mesafe almaya çalıştı.
Elde edilen başarılardan biri, #WhereIsMyName kampanyası sayesinde çocukların nüfus cüzdanlarında annelerinin isimlerinin yazılmasıydı. 2001'den sonra "ilk kadın vali", "ilk kadın polis", "ilk kadın pilot", "ilk kadın büyükelçi" gibi haberler umut veriyordu. Ancak yasal güvenceler eksik-gedik. Kamusal alana gelinceye kadar hak gaspı evde başlıyor.
UNICEF'in 2018 raporuna göre bütün çabalara rağmen Afgan çocukların yüzde 44'ü okul eğitiminde değil. Kız çocuklarının yüzde 60'ı okula gitmiyor. Bu oran Kandahar ve Helmand gibi vilayetlerde yüzde 85'e çıkıyor.
Gelenek bariyeri kadar Taliban'ın saldırıları eğitim hamlelerini baltalıyor. Taliban devrildikten sonra da kız çocuklarının gittiği okulları yakmaya ve kadın öğretmenleri öldürmeye devam etti.
Koalisyonun eğitip donattığı güvenlik güçlerinin sayısı 170 bini bulsa da bunlar Taliban karşısında "ulusal ordu" ve "ulusal polis" gibi durmuyor. Yolsuzluk ve rüşvet diz boyu. Koltuklar parayla satılıyor. Hayalet asker ve polislere ayrılan maaşlar komutanların cebine gidiyor. Malzemeler ve silahlar çalınıyor.
Gönlü Taliban'dan yana olanlar var. Güvenlik şemsiyesinde kötü muamele, işkence, istismar, taciz-tecavüz ve görevi terk olayları çok yaygın. Bu tablo Taliban karşısındaki çözüşü anlaşılır kılıyor.
Afgan Temsilciler Meclisi (Volesi Cirga) Başkanı Mir Rahman Rahmani 13 Nisan'da Afganistan'ın "iç savaş günlerine geri döneceği, yeniden uluslararası teröre sığınak olacağı, uyuşturucu trafiğiyle finanse edilen savaşların başlayacağı" uyarısı yapıyordu.
Taliban döneminde yüzde 70'lerde olan dünya afyon üretimindeki Afganistan'ın payı işgal döneminde yüzde 90'ları buldu. Olası bir iç savaşı finanse edecek olan kaynak da afyon.
Afganistan bir mucizevi bir uzlaşmayla kader birliği yapamazsa 40 yıllık lanetin başına ışınlanmış olacaklar. Ki tek seferde 2000-3000 bin insanı infazdan geçirmiş örgütlerin dönüşü iyimserliğe yer bırakmıyor.
Bu yazı BBC Türkçe'de ilk olarak 6 Temmuz'da yayımlandı