Anne-bebek bağlanması kuramını ortaya çıkaran D. W. Winnicott, bebeklerin 4 tür ağlaması olduğunu söyler. Buna göre ağlamak bebeğe ya akciğerlerini çalıştırdığı (tatmin) duygusunu verir, ya acı/ağrı sinyalidir, ya kızgınlık (engellenme) ifadesidir ya da ıstırap şarkısıdır. Burada 2 önemli bilgi var:
1. AĞLAMAK HER ZAMAN SIKINTI İFADESİ DEĞİLDİR, BAZEN SADECE BİR İHTİYAÇTIR.
Bebek belli miktarda ağlamaktan neredeyse keyif alır, çünkü bu onu rahatlatan bir deneyimdir. Belli miktardan daha azıysa bebeğe yetmeyebilir. Bebeğin ağlama ihtiyacı geçmeden ne uyuması, ne beslenmesi, ne de oyun oynaması mümkün olacaktır. "Uyuyunca geçer" külliyen yalandır, bebek ancak ağlama ihtiyacı geçince uyuyacaktır. Bu ağlamalar için tek bir uygun yer vardır, o da güven duyulan yetişkinin kollarıdır, asla yalnız bir ağlama değildir.
2. AĞLAMAK SADECE FİZYOLOJİK BİR SIKINTIYLA (HASTA OLMA, ACIKMA, ALT KİRLETME, UYUMAK İSTEME VB.) İLİŞKİLİ DEĞİLDİR. PSİKOLOJİK İHTİYAÇLAR DA AYNI ORANDA ETKİ SAHİBİDİR.
Ağlayan bebeği yatıştırmak ve neden ağladığını anlamak için fizyolojik ihtiyaçları kadar psikolojik ihtiyaçları da dikkate alınmalıdır. Acaba bebeğiniz korkmuş, kaygılanmış, kızmış, üzülmüş, sıkılmış, sizi özlemiş, kucakta olmak, güvende hissetmek istemiş ve size bunu anlatmaya çalışıyor olabilir mi? Eğer sizin böyle bir ihtiyacınız olsaydı, birinin ağzınıza meme, emzik vermesi ya da size çevredeki kuşları göstermesi ihtiyacınızı giderir miydi? Peki ya bugün stresli anlarında yemek yiyerek ya da sigara içerek kendini rahatlatan yetişkinler, geçmişte her ağladıklarında meme ya da emzikle yatıştırılan bebekler olabilirler mi? Henüz bilmiyoruz ama düşünmeye değer...
AĞLAYAN BEBEK NEDEN GÖRMEZDEN GELİNMEMELİDİR?
Çünkü artık uzun süreler ağlayan ve ağlaması görmezden gelinen bebeklere neler olduğunu biliyoruz. Yale ve Harvard üniversitelerinde yapılan araştırmaların sonuçları gösteriyor ki ilk aylardaki uzun süreli ağlama bebekte yoğun strese yol açıyor ve bu stres, kortizol hormonunun etkisiyle beyinde depresif, yetişkinlerinkine benzer yapısal ve işlevsel değişimlere neden oluyor.
Araştırmacılardan Bruce Perry, bir bebeğin tekrarlayan bir şekilde yalnız başına ağlamasına göz yumulduğunda, bebeğin aşırı aktif bir adrenalin sistemle büyüdüğünü ve bunun da çocuğun hayatın ilerleyen zamanlarındaki agresyon, şiddet ve dürtüsel davranışlarını artırdığını söylüyor. Bunun sonucu şiddet eğilimli, dürtüsel, duygusal olarak bağlanamamış çocuklar...
DEĞİŞMESİ GEREKEN 2 İNANÇ
Sonuç olarak farklı kültürlerde benzer şekilde iki uca giden bazı inançların hızla değişmesi gerektiğini söylemeliyiz: Bebek ağladığında kucağa alınmamalıdır, çünkü kucağa alınan bebek ağlamanın işe yaradığını öğrenir (şımarır). Bebeğin ağlamasına hiç izin verilmemelidir. (Bebek hiç ağlamamalıdır).
Bu 2 inanç da değişmelidir çünkü bebeğin yeterince ağlamaya ihtiyacı vardır ve bu ağlama ancak güvenilir bir kucakta olduğunda rahatlama getiren bir ağlama olarak deneyimlenebilir. Ağlamak acı ya da ağrıyla ilişkili olduğundaysa hayati bir işleve sahiptir çünkü bebeğe yardım edebilmemizi sağlar. Ağlayan bir bebek sesi tüm insanlar için son derece uyarıcıdır ve ağlama bir acı/ağrı sinyali olduğunda bebek çok daha güçlü, tiz bir ses çıkarır, sorunun nerede olduğunu anlatmaya çalışır. Örneğin karnı ağrıdığında bacaklarını çeker, kulak ağrısı varsa elini ağrıyan kulağına götürür, parlak ışık onu rahatsız ediyorsa başını çevirir. Bununla birlikte açlık da bebeğe ağrı gibi gelebilmektedir.
ONA SİZDEN DAHA İYİ GELEN BİR BAŞKA KİŞİ OLAMAZ
Bu konudaki bir başka önemli araştırmacı Allan Schore ise bebeğin entelektüel gelişimindeki en önemli etkinin, onun işaretlerine duyarlı karşılık veren bir anne olduğunun altını çiziyor.
Dolayısıyla pek çok kişiden duyduğumuz "Bırak ağlasın, yoksa talepkâr, şımarık bir çocuk olur" inancı aslında bir bebek için son derece tehlikeli bir ebeveyn tutumu. Ne mutlu ki artık pek çok ebeveyn hem sezgisel olarak hem de bilinçli ve donanımlı ebeveyn olma çabalarıyla bebeklerinin ağlamayla ilişkisi konusunda çok daha duyarlılar. Bebeğinizin neden ağladığını anlayamadığınız o çok çaresiz zamanlarda bile bilmeniz gereken tek şey ona sizden (ebeveyninden) daha iyi gelen bir başka kişinin olmayacağı ve sizin sakin, kapsayıcı temasınızın onu yatıştıracağı olmalı. Sağlıklı ruhsallığa sahip bir ebeveynin iç sesinden daha bilge bir ses yoktur ve tüm sesler arasından kendinizinkini duyabildiğinizde her şey çok daha berraklaşacaktır...