YURTHABER

Bize Ulaşın BİZE ULAŞIN

AİHM'e rağmen kadının soyadı yok

Kadına giydirilmiş kimliklerle demokrasi söylemleri

Geçtiğimiz günlerde Yargıtay’ın almış olduğu bir karar dikkatimi fazlasıyla çekti. Basın gündemine haber olarak düşse de konu bana göre geçiştirilmeyecek kadar önemli bir konu.

Anayasa’nın değişmesi, insan hakları, alt kimlik, üst kimlik, ileri, geri demokrasi gündemi bu kadar işgal ederken tam da bu noktada haber benim için önem taşıyor.

Yargıtay, evlendikten sonra sadece kızlık soyadını kullanmak isteyen bir kadının talebini, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin(AİHM) kararına rağmen kabul etmedi.

Kadına kimlik hakkını tanımadı da diyebiliriz bir yerde.

Olayı kısaca özetlemekte fayda var.

İzmirli Avukat Ayten Ünal ( Tekeli ), 2004 yılında mesleğinde kendi soyadı ile tanındığını gerekçe göstererek dava açmış, AİHM ise 47 Avrupa Konseyi üyesi arasında sadece Türkiye’de bu yönde bir uygulama olduğunu belirterek, avukatı haklı bulmuş ve Türkiye’yi mahkûm etmişti. Avukat bunun üzerine İçişleri Bakanlığı’na başvurarak kararın uygulanmasını istemiş ve Nüfus Müdürlüğü de mahkeme kararı doğrultusunda soyadını değiştirmişti.

İzmirli Avukat’ın bu girişimin ardından Ankara’da benzer bir dava da ise Tutku Yurdakul adlı bir vatandaşın başvurusu Yargıtay tarafından ret edildi.

AİHM’in kararına rağmen, örnek bir davaya rağmen tersi bir durum uygulandı.

Yargıtay’ın gerekçesi ise Türk Medeni Kanunu’nun 187. Maddesi.

Yargıtay Bu maddenin kadınların evlendikten sonra sadece kızlık soyadlarını kullanmalarına izin vermediğini belirtiyor. Tutku Yurdakul’un yerel mahkemede kazanılmış haklarını bu maddeye uymadığı gerekçesi ile bozuyor.

Daire, yerel mahkemenin kararını bozarken, “Kocasının soyadında bir değişiklik olmadıkça evlenen kadın kocasının soyadını taşımak zorundadır. Yasal düzenleme böyledir. Evlilik boşanma veya iptal kararıyla sona ermedikçe evli kadının yalnız evlenmeden önceki soyadını kullanması, yasal olarak mümkün değil” ifadeleriyle gerekçelerini açıklıyor.

Yargıtay’ın ilgili dairesi kararda, "Bu madde değiştirilmedikçe, AİHM kararına uyum mümkün değil, mahkemeler yasaya uygun karar vermekle yükümlüdür" diyor.

Olaya bu haliyle bakıldığında Yargıtay’ın kararında hiçbir sorun yok. Gerekçesi Türk Medeni Kanun’un ilgili maddesi.

Burada sorun Medeni Kanun’da kadının yeriyle alakalı.

Kadının gerçekten bir kimliği var mıdır?

Adından başka onu tanımlayan çerçeveleyen varlığını simgeleyen kimlik nerededir?

Kocası ya da babasına ait soyadlar içerisine haps edilirken kadına tercih hakkının verilmeyişi nedendir?

Tutku Hanım kendisine ivme kazandıran, toplumda tanınmasını sağlayan kimliğini kullanma tercihi yapmak istemiş bunun içinde hukuksal yollara başvurmuş. Medeni Kanun orada dur demiş.

Neden çünkü hala geleneksel kültürün sonucu oluşmuş bir kimlik veriyoruz kadına. Ve bunu da Türk Medeni Kanun’u içerisinde kesin ifadeler altına alıyoruz.

Kültürün, kimliklerin temel belirleyicisi olduğu düşünüldüğünde kültürün katılığı ve esnekliği kimliğin katılığı ve esnekliğini doğurmaktadır.

Katı kültürel unsurlar, toplumsal kalıtım yoluyla kuşaktan kuşağa aktarılmaktadır. Katı kültürel unsurlar, homojen bir topluluk öngördüklerinden, topluluklara da kimliklerini bu yolla kazandırmaktadır. Katı kültürel unsurların, muhafazakârlığın ve dışlamanın tetikçisi olmaları itibariyle daha çok olumsuz etkileri vardır.

Katı kimlik, topluluk mensuplarına fazla bir söz hakkı vermemektedir. Tutku Hanıma da vermemiştir. Bundan sonra Ayşe, Fatma, Gülden Hanım'a da vermeyecektir.

Buna karşılık, esnek kimlik, topluluğu kesin ve katı kriterlere boğmayarak, müzakere edilebilir alanlar bırakmaktadır. Böylece, ortaya hoşgörülü bir kimlik tanımı çıkmaktadır.

Kısaca söyleyecek olursak esnek kültürün en önemli özelliği dinamik ve değişime açık olmasıdır.

Dolayısıyla Türk Medeni kanuna haps edilmiş bir kadın esnek kültürün değil katı kültürün verdiği giydirilmiş bir kimlik taşımaktadır.

Birçok ülkeden çok daha önde kadına tanınan haklar maalesef ki Cumhuriyet’in ilk yıllarında kalmış ve ilerleme gösterememiştir.

Bugün geldiği yerde hala kadının kendi tercihinde olması gereken bir kimliği yoksa giydirilmiş kimlik taşıyorsa ne insan hakları, ne ileri demokrasi ne de sözde kadın haklarından söz etmemiz mümkündür.

Çünkü kadının kimliğini seçme hakkını vermiyor biz ona kimlik veriyoruz. Soyadı olmayan bir kadının kendini tanıtması ne kadar mümkündür?

Verilen soyadı alınan soyadı ne kadar gerçeklik arz eder.

Kimliğini kazanmayan bir kadının ilerlemesinden ne kadar söz edebiliriz.

İster eşinin, ister babasının, ister kendi belirlediği bir soyadını tercih etme hakkı tanınmayan bir kadın için vardır diyebilir miyiz? Durumun erkekler tarafında da çok farkı yoktur. Kimlik tercih etme hakkı verilmeyen bireylerin olduğu bir toplumda hangi insan haklarından bahsedebiliriz.

Kimliksiz bir insanı değerlere bağlamak, katı kültür değerlerinde haps etmek medeni kanunda aslında yerimizde saydığımızın bir göstergesidir.

AHİM’in verdiği cezayı Yargıtay’ın durdurması Yargıtay’ın hatası değil Türk Medeni kanununda sürekli bir şeyler yapıyoruz diyen ama aslında hiçbir şey yapmayanların hatasıdır.

Asıl tartışılması gereken bence budur. Hukukun önünü yine kendimiz tıkıyoruz. Çıkardığımız yasalar toplum ihtiyaçlarına cevap vermiyor çok gerilerden geliyorsa bizde sorun vardır.

İleri demokrasi geri demokrasi tartışmalarından önce giydirilmiş kimliklerden arındırılmış yasalar çıkarın. O zaman demokrasinin ilerleyişi zaten kendiliğinden olacaktır.

Var olduğumuz çağda hala kimlik tartışması yaşıyorsak demokraside ne kadar ilerlediğimiz ortadır.

oyatekin@gmail.com

Anadolu Ajansı ve İHA tarafından yayınlanan yurt haberleri Mynet.com editörlerinin hiçbir müdahalesi olmadan, sözkonusu ajansların yayınladığı şekliyle mynet sayfalarında yer almaktadır. Yazım hatası, hatalı bilgi ve örtülü reklam yer alan haberlerin hukuki muhatabı, haberi servis eden ajanslardır. Haberle ilgili şikayetleriniz için bize ulaşabilirsiniz

En Çok Aranan Haberler