AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik, "Sevr'in bir benzerinin Akdeniz'de Türkiye'nin önüne Sevilla Haritası ya da Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, İsrail, Mısır, Yunanistan arasındaki bir mutabakat olarak gelmesi karşısında Türkiye, Libya'yla imzaladığı bu antlaşmayla bunu paramparça etmiştir, kendisine Akdeniz'de örülmeye çalışılan duvarı bu şekilde yok etmiştir." dedi.
Çelik, Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında parti genel merkezinde Merkez Yürütme Kurulu (MYK) toplantısı devam ederken gazetecilere açıklamalarda bulundu.
Toplantıda Teşkilat, Mahalli ve İdari İşler Başkanlıkları ile diğer başkanlıkların sunum yaptığını dile getiren Çelik, kongre sürecinin de kendi takvimi içerisinde istikrarlı bir şekilde devam ettiğini ifade etti.
Delege seçimlerinin gerçekleştiğini ve bu seçimlere yaklaşık 1 milyon 450 bin kişinin katıldığını ve bunu çok memnuniyet verici bir rakam olarak gördüklerini dile getiren Çelik, "Üyelerimizin bu derece yoğun bir şekilde delege seçimlerine katılmış olması tabandan tavana doğru politika oluşturan, tabandan itibaren siyasal talepleri siyasi temsile çevirmeye çalışan siyaset sosyolojisini kapsamlı bir şekilde görmeye, kavramaya çalışan partimiz açısından son derece önemlidir." diye konuştu.
Çelik, belde kongreleri ve diğer planlamaların devam edeceğini, toplantıda bu konuda ayrıntılı bilgi verildiğini bildirdi.
- Diyarbakır annelerinin eylemi
Diyarbakır annelerinin eyleminin 112'inci güne girdiğini anımsatan ve eylemin hiçbir şekilde gündemden düşmesini arzu etmediklerini anlatan Çelik, Türkiye'deki en ufak bir şey konusunda hemen haber geçen uluslararası basın yayın organları tarafından eylemin görmezden gelinmesinin çifte standardı açık bir şekilde ortaya koyduğuna dikkati çekti.
Türkiye'ye DEAŞ saldırısı olduğunda haber geçenlerin, PKK saldırısı olduğunda haberi atlamaya çalıştıklarını söyleyen Çelik, "Fakat milletimizin her kesimi Diyarbakır'daki annelerin yanındadır. Onların bu vicdan eylemine hem dualarıyla hem ziyaretleriyle katılmaktadır. Her kesimden insanımız onlarla beraber olduğunu göstermektedir. Bu aynı zamanda teröre karşı, terörün ortaya koyduğu vahşete karşı en anlamlı duruşlarından bir tanesidir." diye konuştu.
Diyarbakır'daki annelerin yürekleriyle konuştuklarını dile getiren Çelik, "Terörün bu evlatları nasıl zorla dağa kaçırdığı ve buna karşı mücadelemiz karşısında ise terör örgütüyle bitişik düzende duran siyasilerin hiç sesinin çıkmaması son derece manidardır. İnsanı yaşatmaktan, demokrasiden, hukuktan bahsediyorlar, yeri geldiği zaman en çok kullandıkları kelime barış kelimesi ve bunu da tamamen farklı bir manada kullanıyorlar. Bu ortaya koydukları şey de ise annenin evladına kavuşması ile ilgili bu vicdani çağrı bu duruş karşısında ise maalesef terör örgütü ile aynı dili konuşmaya devam ediyorlar." ifadelerini kullandı.
Konunun her türlü siyasi mülahazanın üstünde olduğunu vurgulayan Çelik, "Siyasi duruşunuz ne olursa olsun bu annelerin yanında olup olmamak meselesi insandan yana olup olmamak meselesidir, insanlıktan yana olup olmamak meselesidir, anne yüreğinden yana olup olmamak meselesidir. Bu da hepimizin vermesi gereken çok önemli bir sınavdır, sınavın kimlerin verdiği, kimlerin bu sınav karşısında maalesef yanlış noktalara bir kere daha sürüklendiği görülmektedir." değerlendirmesinde bulundu.
- "Türkiye dünyanın vicdanı olmayı tek başına yüklenmektedir"
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın İsviçre ve Malezya'ya ziyarette bulunduğunu hatırlatan Çelik, bu ziyaretlerin önemli gündemlere sahip olduğunu ifade etti.
Çelik, özellikle Küresel Mülteci Forumu'nun Türkiye'nin mülteciler konusundaki tezlerinin yeniden dile getirilmesi ve uluslararası toplumun gündemine sokulması bakımından son derece önemli olduğuna dikkati çekerek, "Türkiye tek başına dünyanın yapmadığını yapmaktadır. Dünya, Avrupa Birliği Akdeniz'deki ölümlere sessiz kalırken Türkiye dünyanın vicdanı olmayı tek başına yüklenmektedir." dedi.
Türkiye'nin mültecilere karşı yaptıklarının hem dünya hem de Birleşik Milletler tarafından da takdir edildiğine değinen Çelik, buna karşılık hala Avrupa ülkelerinde mülteci almak için referandum yapmaktan bahsedildiğini, mültecileri gemilerde bekletip aylar sonra ana karaya ayak basmalarına izin veren insanlık dışı uygulamaların sürdüğünü anımsattı.
Ömer Çelik, Türkiye'nin bu konudaki yüz akının ve vicdani duruşunun dünyaya daha doğru bir şekilde anlatılması bakımından Küresel Mülteci Forumu'nun son derece önemli olduğuna dikkati çekti.
Malezya ziyaretinde de çok önemli meselelerin gündeme geldiğine işaret eden Çelik, bağımsızlık, kalkınma, iyi yönetişim, kültür, kimlik, adalet ve özgürlük konuları ile kalkınmanın önceliği ve sınamalar konusunda Erdoğan'ın çok önemli mesajlar verdiğine işaret etti.
Malezya'daki zirveye bazı ülkelerin katılmasının birtakım propagandalar vasıtasıyla engellendiğini dile getiren Çelik, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Basına yansıyan bazı bilgiler İslam İşbirliği Teşkilatı'ndaki bazı sözcülerin bundan rahatsız olduğunu gösterdi. Halbuki İslam İşbirliği Teşkilatı'na alternatif bir iş yapılmıyor tam tersine İslam İşbirliği Teşkilatı'nın hedeflerini ve ajandasını güncelleyecek bir katkı şeklinde bu derece önemli işlere imza atılıyor. Tabii en önemli konulardan bir tanesi Cumhurbaşkanımızın dile getirdiği 1,7 milyarlık İslam aleminin kaderinin Güvenlik Konseyi'ndeki birkaç üyeye bırakılmış olmasıdır. Burada bu dünyayı temsil edecek, bu dünyanın değerleri ile politikalara bakacak, politikalara filtre uygulayacak, yön verecek bir bakış açısının olmamasıdır. Buradaki reform çağrısı daha güçlü bir şekilde devam etmektedir."
- "Türkiye hukuk ve diplomasi yoluyla cevabını vermiştir"
Türkiye ile Libya arasında imzalanan mutabakata ilişkin de değerlendirmelerde bulunan Çelik, "İstanbul'da imzalanan güvenlik ve iş birliği mutabakat muhtırası son derece önemlidir. Bizi Antalya Körfezi'ne mahkum etmeye çalışan Yunanistan'da üretilmiş Sevilla Haritası diye bir harita vardı. Buna göre neredeyse Meis Adası'na Meis Adası'nın 4 bin katı kadar egemenlik alanı tanıyorlardı, Meis Adası üzerinden Yunanistan'a. Ana karadan ölçmeden sahip oldukları adalardan egemenlik kıta sahanlığı gibi, deniz yetki alanları gibi birtakım sınırlar ortaya koyuyorlar, neredeyse Cumhurbaşkanımızın dediği gibi Türkiye'yi Akdeniz'e olta atamaz hale getirmeye çalışıyorlar, üstelik de bunu Avrupa dayanışması adı altında bir mahalle dayanışmasını arkalarına alarak veya birtakım Türkiye'ye muhalefet etmek için bunlarla iş birliği yapan devletlerin Akdeniz'deki politikalarını manipüle ederek yapmaya çalışıyorlardı." diye konuştu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "Akdeniz'deki Sevri Libya'yla imzaladığımız anlaşma ile paramparça ettik." ifadelerini aktaran Çelik, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Fakat nasıl bir idrak düzeyidir ki bazı yorumcular 'Sevr'in bu konuyla ne ilgisi var, Sevr Lozan ile zaten parçalanmıştı' diye yorumlar yaptılar. Bahsedilenin tabi anlaşılmadığını net bir şekilde görüyoruz. Sevr'in bir benzerinin Akdeniz'de Türkiye'nin önüne Sevilla Haritası ya da Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, İsrail, Mısır, Yunanistan arasındaki bir mutabakat olarak gelmesi karşısında Türkiye, Libya'yla imzaladığı bu antlaşmayla bunu paramparça etmiştir, kendisine Akdeniz'de örülmeye çalışılan duvarı bu şekilde yok etmiştir. Dolayısıyla hem Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin hem de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin egemenlik haklarının sonuna kadar korunacağı bir kere daha ifade edilmiştir."
Türkiye'nin anlaşmayı Birleşmiş Milletler nezdinde meşru Libya temsilcisi konumunda olan Trablus merkezli Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti ile imzaladığına dikkati çeken Çelik, konuşmasına şöyle devam etti:
"Türkiye'nin imzaladığı anlaşma da taraf olanlar Birleşmiş Milletler nezdinde Libya'da meşru taraf kabul edilenlerdir, yani hukuka uygun olarak Birleşmiş Milletler paradigmasına, parametrelerine uygun olarak kim meşru yönetim kabul ediliyorsa biz Türkiye olarak onunla anlaşma imzalamışız. Türkiye'den birilerinin çıkıp da bunu 'orada iki taraf var biz yanlış tarafla anlaşma imzaladık' gibisinden gündeme getirmeleri tamamen cehaletten kaynaklanıyor. Doğu Akdeniz'de Türkiye'nin çıkarlarını hiçe sayarak fiili durum oluşturmaya çalışanlara karşı Türkiye bir kere daha hukuk yoluyla, diplomasi yoluyla cevabını vermiştir. Hukuk ve diplomasi yolunda cevabımızdan anlamayanlara karşı da kahraman Deniz Kuvvetleri orada bayrak göstermeye devam etmektedir. Bütün bu hususlar NATO zirvesinde Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından Yunanistan Başbakanına da ifade edilmiştir. Dolayısıyla birilerinin Sevilla Anlaşması adı altında Akdeniz'de yeni bir Sevr Anlaşması ortaya koyması Libya ile yapılan mutabakatla darmadağın edilmiştir."
Anlaşmanın Türkiye Büyük Millet Meclisinden geçtiğini aktaran Çelik, şunları kaydetti:
"Bizi en çok şaşırtan şey şu oldu, karşımızda bu anlaşmayı eleştirmeye çalışan devletler var, Avrupa Birliği'nden eleştiri geliyor, Amerika Dışişleri Bakanlığı sözcülerinden eleştiri geliyor, Fransa'dan geliyor, başka ülkelerden geliyor, anlıyoruz onlar orada başka denklemler kurgulamaya çalışıyorlar bizse Türkiye'nin egemenlik ve milli çıkarları açısından bu meseleye yaklaşıyoruz ama burada bizi çok şaşırtan şey, ilk önce Cumhuriyet Halk Partisi 'Bu ileride çok farklı bazı sıkıntılara neden olabilir' gibi şeyler söylediler, daha öncesinde de 'Burada geç kalıyoruz' demişlerdi. Daha sonra 'Bu farklı sıkıntılara neden olabilir'in ne olduğunu anlamaya çalıştık tabii. Arkasından şöyle bir iddia geldi, Akdeniz'de geç kalındığı iddia ediliyordu biliyorsunuz, daha sonra da çıkıp Akdeniz'de çok acele ettiğimizi, Türkiye'nin çok aceleci davrandığını söylemeye çalıştılar.
Fakat en garip açıklama yine bir CHP Sözcüsünden geldi Türkiye'nin anlaşma imzaladığı Ulusal Mutabakat Hükümeti'ni yani Birleşmiş Milletler'in tanıdığı hükümeti CHP Grup Başkanvekili 'cihatçı bir grup' olarak nitelendiriyor, onun karşısında kimsenin tanımadığı yani Birleşmiş Milletler nezdinde meşru muhatap kabul edilmeyen Hafter'i ise 'ılımlı ve seküler bir yapı' olarak ifade ediyor. Dolayısıyla Türkiye'nin Hafter'i desteklemesi gerektiğini, Birleşmiş Milletler'in desteğini almış olan Ulusal Mutabakat Hükümeti ile iş tutmaması gerektiğini söylüyor."
- "Biz Türkiye Cumhuriyeti'nin milli çıkarlarına bakarız"
"Cihatçı" ifadesinin Hafter'e destek veren birtakım Fransız sözcülerinin lafı olarak gündeme geldiğini söyleyen Çelik, şu bilgileri verdi:
"Neye göre söylüyor, bunu nasıl değerlendiriyor ya da Hafter'i destekleyen güçlerin kimler olduğuna bakın, Orta Doğu'da hangi devletler Hafter'i destekliyor o güçlere baktığınız zaman Hafter gerçekten seküler midir? Ayrıca dış politikada böyle bir ayrımı nasıl yaparsınız? Biz Türkiye Cumhuriyeti'nin milli çıkarlarına bakarız. Milli çıkarlarımız açısından nerede, hangi pozisyonu almanız gerekiyorsa onu alırız ki destek, beraber anlaşma imzaladığımız kesim Birleşmiş Milletler tarafından meşru kabul edilen kesimdir, yani hukuka uygundur ama bunun yerine tutup Birleşmiş Milletler'in meşru muhatap kabul ettiği kesime 'cihatçı' diyor Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekili, Hafter'e ise 'makul ve ılımlı' diye bir şey söylüyor."
"Peki bu Hafter'in ılımlılığı nasıl bir ılımlılıktır?" diye soran Çelik, şu değerlendirmeyi yaptı:
"Bakalım Hafter'in Türkiye hakkında söyledikleri nedir? Türkiye'yi sık sık tehdit ediyor, Türk gemilerini vurmaktan bahsediyor, Türk rüyasını yok etmekten bahsediyor ve bunun ötesinde de Türkiye'nin bütün oradaki varlığını düşman unsur olarak kabul etmeye çalışıyor. Şimdi buna 'seküler ve ılımlı' diyorlar halbuki Türkiye ile anlaşma imzalayan Ulusal Mutabakat Hükümeti üstelik Birleşmiş Milletlerin resmi muhatap kabul ettiği hükümettir, meşru muhataptır, onun bize karşı oluşturulmaya çalışılan Yunanistan'ın başını çektiği ve diğer devletlerin katıldığı bu Akdeniz'deki Sevr'i darmadağın etme siyasetimiz karşısında Türkiye ile mutabakat imzalamış bu gruba ise 'cihatçı' diyerek bir muamele yapmaya çalışıyorlar."
Bunun eleştirinin bile imkansız olduğu bir alan olduğunu söyleyen AK Parti Sözcüsü Çelik, "Birisi güzel bir soru sormuş 'bu parti hangi ülkenin partisi' diye bu açıklamalardan sonra, çünkü 'eleştiri' dediğiniz şey nihayetinde belli bir dairenin içinde yer alırsınız, o dairenin içerisinde ise zıt pozisyonlarda olursunuz, tutarsanız onu eleştirirsiniz, bu gayet doğaldır, demokrasinin doğası bunu gerektirir, demokrasinin genetiğinde bu vardır. Fakat bunların siyaseti GDO'lu, genetiği ile oynanmış bir siyaset." dedi.
(Sürecek)