ANKARA (ANKA)- Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM) Başkanı Luiz Maria De Puig'in, bazı Türk parlamenterlerin kendilerinden AKP hakkında açılan kapatma davasıyla ilgili bildiri yayınlamalarını istediğini açıklamasıyla başlayan tartışmalara eski Başbakan Bülent Ecevit de 12 Eylül 1980 askeri darbesindeki Batılı ülkelere ilişkin tutumu nedeniyle dahil oldu.
Türk parlamenterlerin bu tutumu sert bir dille eleştirilirken Ecevit'in de benzer bir davranış sergilediği iddiaları tartışmaya yeni bir boyut getirdi. 12 Eylül askeri darbesinin ardından 28 gün Hamzakoy'da zorunlu ikamete tabi tutulan, Milli Güvenlik Konseyi'nin Ecevit'in Arayış Dergisi'ndeki yazılarına son veren 52. Nolu Kararı'na muhalefet ettiği için 2 ay 10 hapis cezasına mahkum olan Ecevit sık sık Türkiye'yi Batı'ya şikayet etmekle suçlanmıştı. Yurtdışından gelen yabancı konuklarla yaptığı görüşmelerde eleştirisi konusu olan Bülent Ecevit, o dönem Batılı ülkelerin Türkiye'ye olan ilgisi ve yaklaşımına ilişkin görüşlerini çıkarttığı Arayış adlı haftalık derginin 28 Mart 1981'de yayınlanan 6. sayısında "Türkiye'de Rejimin Geleceği" başlıklı başyazısında ortaya koymuştu.
Ecevit'in yazısı "Türkiye'de rejimin geleceği ne olacak?" sorusuyla başlıyor ve şöyle devam ediyor:
"Türkiye'de rejimin geleceği ne olacak?
İçinde bulunduğumuz ortamda sesini duyuramasa bile, kuşkusuz, Türk halkı, aylardır, kendi kendine bunu soruyor.
Demokratik Batı ülkelerinde Türkiye ile ilgilenenlerse aylardır açıktan soruyorlar aynı soruyu…
Bunu doğal karşılamak gerekir. Çünkü o ülkelerle aramızda çok yönlü bağlantılar vardır. Kimiyle bir ittifak sisteminde veya Avrupa Konseyi'nde birlikteyiz; kimiyle, ayrıca, Avrupa Ekonomik Topluluğu yolundan ilişkiliyiz.
O kadarla da kalmıyor. Birçok işçi sendikalarımız, demokratik ülkelerdeki uluslar arası sendika örgütlerinin üyesi…
Bunlar hep kurumsal bağlantılar…
Kuramsal bağlantılarsa bir takım ortak kurallara uymayı gerektirir.
Demokratik Batı ülkeleriyle ilişkilerimizin ortak kuralları aslında, demokrasinin temel kurallarıdır. En geniş anlamıyla insan haklarına saygıyı, bağımsız yargıyı, serbest seçimi, düşünce inanç ve anlatım özgürlüklerini ve örgütlenme özgürlüğünü içerir bu kurallar…
Örgütlenme özgürlüğü denince de, demokratik ülkeler topluluğunda her şeyden önce, tüm çalışanların serbestçe örgütlenebilmeleri akla gelir.
(…)
O ülkelerle kurumsal bağlantılarımızı sürdürebilmenin kesin koşulu, demokrasinin bu gibi temel kurallarına uymaktır.
Gerçi, demokratik batı ülkelerinde, Türkiye'nin rejiminden çok, ortak savunmaya katkısıyla ilgilenen çevreler vardır. Böyleleri, genellikle, Türk toplumunu demokrasiye pek layık görmeyenlerdir; Türkiye'ye, ancak, ortak savunma sisteminin güvenilir bir sınır bekçisi olduğu oranda önem verenlerdir. Onlar, rejim açısından, Türkiye'de görüntünün kurtarılmasıyla yetinebilirler. Haklar, özgürlükler üzerinde pek durmaksızın, ülkemizde sivil görünümlü bir rejime dönülmesini yeterli sayabilirler.
Ama Türkiye'ye bu açıdan bakanlar, kendi ülkelerinde çok yetkili mevkilerde bulunsalar bile, pek etkili olamazlar. Çünkü kendi ülkelerinin kamuoyu, onları, demokratik ülkeler topluluğunun tüm üyelerine rejim bakımından eşit ölçütler uygulamaya zorlar.
(…)
Onun için Türkiye'de rejimin geleceği konusunda, önemli olan, demokratik Batı ülkelerindeki politikacılardan çok Türk politikacılarının ne düşündüğüdür; o ülkelerdeki sendikalardan çok Türk sendikalarının ne düşündüğüdür; o ülkelerdeki barolardan çok Türkiye'deki baroların ne düşündüğüdür; o ülkelerdeki üniversite çevrelerinden çok, Türkiye'deki üniversite çevrelerinin ne düşündüğüdür; o ülkelerdeki aydınlardan veya geniş halk kesimlerinden çok, Türkiye'deki aydınların ve halk topluluklarının ne düşündüğüdür.
Kısacası, başkalarının bizim için ne istediğinden çok, bizim kendimiz için ne istediğimizdir önemli olan…
Bu açıdan bakıldığında ise, durum henüz aydınlanmış değil.
(…)
Türkiye'de rejimin geleceğiyle başka bazı ülkelerin belli kamuoyu kesimleri ilgilenirken, kendi kamuoyumuzun etkin kesimleri bu konuyla pek ilgili değilmiş gibi görünüyorlar.
Demokratik ülkelerden gelen kimi gözlemciler de oldukça yadırgıyorlar bu durumu…
Fakat bu durum, Türk toplumunda demokrasiye bağlılığın tükendiği veya gevşediği biçiminde yorumlanırsa çok yanıltıcı olabilir.
Ortada yalnızca bir belirsizlik var. Daha doğrusu, gerçek anlamda bir demokrasiyi istemeyenler belli de, istedikleri sanılanlar ya da yakın zamana kadar ülkemizde gerçek anlamda demokrasiyi isteyen veya istermiş gibi görünen kesimler ve kurumlar bugün ne düşünüyorlar, orası şimdilik hayli belirsiz.
Bu belirsizliğin yakın geçmişten veya içinde bulunduğumuz ortamdan kaynaklanan bazı somut veya psikolojik nedenleri bulunduğu kuşkusuzdur. O nedenler üzerinde ayrıca durmaya değer.
Ama böyle bir belirsizliğin uzun sürmesi de rejimin geleceği açısından sağlıklı sonuç vermeyebilir.
(…)
Türkiye'de rejimin geleceği ne olacak?
Başta söylediğimiz gibi, Türk halkının aylardır kendi kendine sorduğu bu soruyu, batıda Türkiye ile ilgilenenler de soruyorlar.
Fakat sormanın ötesinde bir şey beklenemez, beklenmemelidir, dışarıdan…
Bu soruyu başkaları yanıtlayamaz, ancak biz kendimiz yanıtlayabiliriz. Doğrusu odur, onurlusu odur, geçerlisi odur.