Catherine King ve Wayne Adams, Vancouver Adası’nın batısında kendine yetebilen, sürdürülebilir ve yüzen bir adada yaşıyorlar. “Özgürlük Koyu” adını verdikleri ada, geri dönüştürülebilir atık malzeme kullanılarak yapıldı ve tamamen el yapımı. Çift, 29 yıldır bu adada yaşıyor.
Arabanın giremediği ve yalnızca botla ulaşılan Özgürlük Koyu, şehirden 25 dakika uzaklıkta. İki nüfuslu adanın sakinlerinden Wayne Adams “Buraya tek ulaşım seçeneği su. Yol yok. Tek otobanımız deniz” dedi.
İki şehir büyüklüğünde ve 450 ton ağırlığında ada, okyanusun üzerinde tamamen serbest bir şekilde yüzüyor. Adayı karaya bağlayan bir hat olmasına rağmen, yapı okyanus tabanına demirli değil.
Adaya vardığınızda ise sizi ilk karşılayanlar, koyu turkuaz süslemeli parlak kırmızı binalar ve balina kemiklerinden yapılan bir kemer. Kompleksin içinde hayal edebileceğiniz her şey ve hatta fazlası bulunuyor; bir dans pisti, sanat galerisi, mum fabrikası, dört ev, altı güneş paneli ve sürekli akan bir şelale.
Çift, kendi atık sistemini oluşturmuş. “Bize en sık sorulan soru bu” diyen Adams atıklar için yüzer bir tank kurduklarını belirtiyor. Catherine King ve Wayne Adams’ın tamamen kendine yetebilir bir şekilde inşa ettiği Özgürlük Koyu’nda, çiftin ihtiyaç duyduğu her şey var ve eğer isterlerse şehre gitmek zorunda değiller.
Sanatçı olan King ve Adams, ilhamı her zaman doğadan aldıklarını söylüyor. Oymacılıkla uğraşan Adams, eserlerinde doğada bulduğu tüy ve kemik gibi malzemeler kullanıyor. King ise oyuncu, dansçı ve homeopati uzmanı.
Peki neden böyle bir yaşamı seçtiler?
Adams bu soruyu “Başarılı ve zengin bir sanaçlı olmak istedim. Tofino’da yaşarken tüm zengin sanatçıların sahip olduğu gibi ıssız bir yerde stüdyom vardı. Sanatçı olarak daha fazla para kazanmayı umuyordum. Ama asla bir mülk sahibi olamazdık, tek şansımız kendimiz yapmaktı” sözleriyle yanıtladı. Doğanın kendilerini çağırması üzerine, ikili hayallerini gerçekleştirmek üzere çalışmaya başladı.
Çift Cypress Körfezi’nde arkadaşlarına ait bir kulübede yaşarken, çıkan bir fırtına kulübeyi yerle bir etti. King ve Adams dağılan tahtaları toplayarak, onları gelecekteki evlerini inşa etmek için kullandılar. Adams, yaşadıkları fırtına kazasını “Sanırım, bu işe başlamamız için bize gönderilen bir işaretti” sözleriyle yorumladı.
Çift, evlerini inşa etmeyi sürdürürken yalnızca geri dönüştürülebilir malzeme kullanmaya karar verdi. Topladıkları parçaların büyük kısmını ise ormancılardan ve balıkçılardan temin ettiler. Bir hokey sahasından buldukları pleksiglas parçası, oturma odasının zeminine monte edildi. Böylece Adams, konforlu kanepesinde oturduğu sürece istediği an balık tutabiliyor.
Özgürlük Koyu’ndan önce çift Tofino’da bir apartman dairesinde yaşıyordu. Çift, doğaya gelme isteklerini “yavaşlama süreci” olarak adlandırıyor. King “Tofino’dayken her tür eşyamız vardı ve çok fazla elektrik tüketiliyordu. Bunları insanlara dağıtmaya başladık ve elimizdeki her şeyi çıkardık” diyerek yavaşlama sürecini anlattı. Başlangıçta yüzen adada su ve elektrik yoktu ve hayatları gün be gün Tofino’da olduğundan farklılaşmaya başladı.
Özgürlük Koyu’ndaki yaşamda isteklerin anında elde edilemediğini söyleyen King, “Örneğin pizza sipariş veremeyiz ya da yakınlarda gidebileceğimiz bir dükkan yok. Buradayken, eğer bir şey istiyorsanız, onu yapmak için çalışmanız gerek” dedi.
Özgürlük Koyu, ikili için sürekli devam eden bir öğrenme, değişme ve büyüme süreci olmuş. Güne halıları süpürerek başlayan King “Eğer böyle bir yerde yaşıyorsanız, etraf çok hızlı kirlenir ve tozlanır” diyor.
Temizliğin ardından ise King, bahçesindeki binlerce bitki ve sebzeyi suladıktan sonra kanosuna binerek kompost için deniz yosunu toplamaya başlıyor.
Adams ise güne odun toplamak ve onları yakarak evi ısıtmakla başlıyor. İkili, her an evleri için çalışarak zamanlarını geçiriyor. Koyun bir proje olduğunu söyleyen King “Burası aynı zamanda bir sanat projesi. Hareket edebileceğimiz, dans edebileceğimiz, müzik yapabileceğiniz ya da şehirde yapamayacağınız her şeyin yapılabildiği bir proje” dedi.
İkilinin komşuları da oldukça sıra dışı. Adams komşularını “Burada ailemizin parçası olan yerleşik kargalarımız var. Burdaki tüm kuşları biliyoruz. Balıkçıl kuşunun adı Heron, martıların adı ise Sylvie, Gertrude ve Heathcliff” sözleriyle anlattı.
“Büyük şehirde yaşamanın ne demek olduğunu çok iyi biliyoruz; doğaya ihtiyacımız vardı” diyen ikili 29 yıl sonra bile hala evleri için çalışıyor. “Şehre gidince gürültü beni şoka uğratıyor” diyen King, şehirdeki kalabalığın kendisine iyi gelmediğini söyleyerek “Burada kendimiz için bir dünya yarattık. Gezegendeki herkesten daha farklı bir yaşamımız var” dedi.