ABD'de Türkiye Müziğini Temsil Eden Fotoğrafçı: Ebru Yıldız

New York’ta yaşayan fotoğrafçı alternatif Türk seslerini belgeleyen projesiyle gündemde.

17 senedir New York’ta yaşayan, ufacık, karacık, içi dolu fıçıcık bir yetenekli fotoğraf sanatçısı Ebru Yıldız. Websitesine girdiğiniz anda müzikle, müzisyenlerle, sahne ve arenalarla olan sıkı bağını hemen görebiliyorsunuz. Konser sahnelerinin tozu, objektifinden sonsuza kadar enerjisi tükenmeyen portre fotoğraflarına dönüşüyor. Rock ve indie müzik sahnesinin dünya çapındaki ünlü isimlerini karelerine taşıyan Yıldız, en son Pitchfork’ta yayınlanan ‘New Traditions and Old Ways: A Visual Guide to Turkey’s Thriving DIY Scene’ isimli başarılı bir fotoğraf serisine imza attı. Ses getiren seride alternatif müzik sahnesinin öne çıkan pek çok ismi dramatik ve sofistike bir şekilde yerini alıyor. Bu genç isimlere birkaç efsane müzisyen ve şarkıcı da dahil. Fazla tüyo vermeden sizi Yıldız’ın etkileyici fotoğraflarıyla ve röportajıyla baş başa bırakıyoruz.

Reklam
Reklam

Gaye Su Akyol

Ebru, hikayen nasıl başladı bize anlatır mısın?

Ankara’da doğup, büyüdüm. Bilkent Üniversitesi İşletme Bölümü’nü bitirdikten hemen sonra da New York'a taşındım. İlk gittiğim konser The Cure oldu. Bütün gün sırada bekledikten sonra 30-40 dolarlık bilete 100 dolar verip girdik. Ancak o konserden birkaç yıl sonra müzik sahnesinin asıl nerelerde olduğunu keşfedip neredeyse her gece konsere gitmeye başladım, en sevdiğim konseri tekrar tekrar yaşama isteği de fotoğraf çekmeye başlamama sebep oldu.

Projenin nasıl geliştiğinden biraz bahseder misin?

90’larda büyüdüyseniz zaten siz de biliyorsunuzdur. “Ben Türkçe müzik dinlemem” şeklinde bir fenomen vardı. Öyle bir dinleyici kitlesi olunca da cover gruplar aldı, yürüdü. New York'a yerleşip buradaki müzik dünyasının içine girince Türk olduğumu duyan, müzikten anlayan insanlar bana Erkin Koray ve Selda Bağcan'ı sormaya başladılar. Dürüst olarak söylemem gerekirse, onları benden daha iyi tanıyorlardı. Düşünebiliyor musunuz? Türkiye’nin başkentini bilmemek gibi bir şey. Geri dönüp önyargısız bir şekilde dinlemeye başladım. Aynı dönemlerde New York’taki Sup dergisi için yapılan bir röportaj için Replikas'ın resimlerini çekmek için onlarla tanıştım, ondan sonra da elimden geldiğince Türk müziğini takip etmeye çalıştım. Bu projeyi aslında bir buçuk sene önce Pitchfork'a teklif etmiştim ama finansal nedenlerden dolayı ancak Turkish Cultural Foundation bir fon ile destekleyince gerçekleştirebildim.

Reklam
Reklam

Erkin Koray

New York'a yerleşip buradaki müzik dünyasının içine girince Türk olduğumu duyan, müzikten anlayan insanlar bana Erkin Koray ve Selda Bağcan'ı sormaya başladılar.

Nasıl çektin fotoğrafları?

Çoğunlukla mevcut ışığı kullanarak çektim. Hem dijital kameramla (5d Markiii, 24-70mm lens) hem de film kameramla (Canon ae1, 24mm) Kodak Tmax 400 film kullanarak çektim. Hepsini film çekmek istedim ama nasıl bir film torbasına koyarsam koyayım, havaalanlarındaki güvenlik kontrollerine güvenim olmadığından back-up olarak dijitali de olsun istedim. 19 müzisyen ve grupla çekimlerimi iki hafta içinde geceli gündüzlü aralıksız bir şekilde tamamladık. Geri döndükten sonra da yaklaşık üç hafta filmleri yıkamak ve scan etmekle, konuşulan sohbetleri dinleyip, yazıya dökmekle geçti.

Ayyuka

Projenin en zevkli ve zorlu kısımları nelerdi?

En zorlu kısmı Erkin Koray'a ulaşmaktı. Projenin tamamı çok zevkliydi açıkçası. Çok güzel ve yetenekli müzisyenlerle tanışmak, onlarla vakit geçirip hikayelerini dinlemek inanılmazdı!

Reklam
Reklam

Selda Bağcan

Daha iyi yapılan şeylerden örnek almak, ilham almak kadar normal hiçbir şey yok tabii ki, ama kendi kültürünü reddedip, başka bir kültürü benimsemeye çalışıp, o kültürü kendinin yapmaya çalışmak, üstüne tam oturmayan bir kıyafetin içinde kendini rahat ettirmeye çalışmak gibi.

Serinin özellikle anlatmak istediği bir hikaye ya da vermek istediği mesaj var mı?

Özellikle vermek istediğim bir mesaj yok aslında. Müziğe kalbini vermiş inanılmaz yetenekli müzisyenlerin işlerinin, kendi coğrafyaları dışında da duyulmasından başka bir dilek de yok. Ama genel olarak kendi tecrübemle ilgili konuşmam gerekirse; bu proje benim için inanılmaz önemliydi. Üzerinde bir yıla yakındır çalışıyorum desem kesinlikle abartmış olmam. Araştırması, proje teklifi, fonu... Ortaya çıkan isim listesini derinlemesine araştırayım derken, gerçekten düşündüğümden çok daha uzun dönemli bir projeye imza attım. Bu proje benim için duygusal olarak da çok önemli. Küçükken jenerasyon olarak içinden geçtiğimiz, kendi kültürümüzü, kendi insanımızın yaptığı müziği hakir görme psikolojisi büyüyünce ruhsal olarak çok hırpaladı beni. Geriye dönüp baktığınızda, kendi kültürü içinde tam olarak rahat hissetmeyen, Amerikalı veya Avrupalı olmadığı için diğer kültürü de tam sindirememiş, iki arada bir derede kalmış bir jenerasyon çıkıyor ortaya. Daha iyi yapılan şeylerden örnek almak, ilham almak kadar normal hiçbir şey yok tabii ki, ama kendi kültürünü reddedip, başka bir kültürü benimsemeye çalışıp, o kültürü kendinin yapmaya çalışmak, üstüne tam oturmayan bir kıyafetin içinde kendini rahat ettirmeye çalışmak gibi. Biliyorum 17 senedir New York’ta yaşayan birinin bunu söylemesi garip olabilir, ama insan kendi ülkesinden uzaktayken çok daha rahat görebiliyor bunu.

Reklam
Reklam

röportajın tamamı için: *