Kekeç yazısında, “Sadece küstü ve ‘pozisyon’ aldı. Fehmi Koru, ‘parti içi muhalefet, ihanet değildir’ diyor ama biz ortada bir ‘parti içi muhalefet’ göremiyoruz. Kaldı ki, ‘İçişlerinizi düzenlemezseniz, darbe ve dış müdahale kaçınılmaz hale gelir’ sözü, ‘parti içi muhalefet’ değildir. En hafif tanımlamasıyla, dış müdahaleyi ve darbeyi meşrulaştırmaktır. Değerli Abdullah Gül, ne yazık ki bunu da yaptı!” ifadelerini kullandı.
Kekeç'in yazısı;
Gazeteci ağabeyimiz Fehmi Koru’nun, eski Cumhurbaşkanlarımızdan Abdullah Gül’ün arkadaşı, kankası, sırdaşı olduğunu biliyoruz...
Hadi, “tahmin ediyoruz” diyelim...
Sadece “arkadaşlık” değil... Bir “düşünsel beraberlik” de söz konusu...
Hadi buna da “yaklaşım ortaklığı” diyelim...
Birçok konuda (Türkiye’nin karşı karşıya olduğu temel meseleler konusunda), neredeyse aynı düşünüyorlar.
Bu “yaklaşım ortaklığı”nın eleştirilecek, kınanacak, “ihanet” sözcüğüyle karşılanacak bir tarafı yok...
İnsanlar, aynı şeyleri düşünebilirler ve savunabilirler. Ya da, bir zamanlar mensup oldukları sanılan yapıya karşı eleştirel bir tavır alabilirler.
Eski Cumhurbaşkanımız Gül, mensubu ve kurucusu olduğu AK Parti’ye karşı mesafeli...
Bu tavrını (artık) gizlemiyor.
Niçin mesafe koyduğunu ya da neleri eksik bulduğunu, neleri eleştirdiğini bilmiyoruz.
Bugüne kadar mesafesini (ve gayrı memnun pozisyonunu) tavırlarına yansıtarak açıklamayı tercih etti ve bir tür “işaret diliyle” konuştu: Toplantılara icabet etmemek, çağrılı olduğu yemeklere gitmemek, aynı karede görünmemek gibi...
Bu tavrını, partisinin ve “dava arkadaşlarının” zor zamanlarında da sürdürdü. Artık “parti meselesi” olmaktan çıkıp “Türkiye meselesine” dönüşmüş konularda da mesafesini ve “soğukkanlılığını” korudu.
Mesela, 17/25 Aralık girişiminde (o sırada Cumhurbaşkanlığı devam ediyordu) hiç topa girmedi.
Sustu.
Hep sustu.
Konuşma gereği duyduğunda da, “dava arkadaşlarını” töhmet altında bırakacak ve yolsuzluk iddialarının bir parçası kılacak açıklamalar yaptı...
Hatırlayalım: Kendisine, “Çankaya’nın telefonlarını da dinlemişler... Ne diyorsunuz?” diye sorulduğunda, devlet adamı sorumluluğuna yakışmayacak bir cevap vermişti. Dinlesinlermiş... Bir şeyden korkusu yokmuş, vs...
Dikkatinizi çekerim: “İllegal dinleme yapmak suçtur” demiyor da, “Benim bir şeyden korkum yok” diyor
Demek ki, başkalarının “korkacak şeyleri” var...
Şunu demeye çalışıyorum:
Gül’ün partisine mesafesi, Fehmi Koru’nun iddia ettiği gibi, bir daha aday olamasın diye yasa çıkarmaya kalkışılması ve partinin başına geçemesin diye kongre tarihiyle oynanmasıyla başlamadı. Mesafesini çok önceden koymuştu.
Bir anlamda, “Ben sizin gibi düşünmüyorum. Sizinle birlikte hareket edemem. Sizinle birlikte yol yürüyemem” demişti.
Bunu da “tavırlarına” yansıtmıştı. “Gezi” kalkışması dönemindeki “ayrıksı” ve “yabancı” duruşunu hatırlayalım...
Fehmi Koru, “Kendisinin (yani Gül’ün)ekonomide ve dış politikada izlenen yolla ilgili itirazları olduğu, devlet yönetiminde de parlamenter sistemi tercih ettiği biliniyor” diyor ama bilmiyoruz.
Daha doğrusu, ismi CHP tarafından çatı adayı olarak gündeme getirilinceye kadar, Gül’ün “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” konusunda ne düşündüğünü bilmiyorduk.
Ekonomi ve dış politika görüşlerini ise, Ahmet Sever gibi çapsız ve “kötü niyetli” adamların yazdıklarını ya da Fehmi Koru’nun günlüğünü okudukça öğreniyorduk. Ve kendi kendimize şu değerlendirmeyi yapıyorduk: “Bunlar böyle şeyler yazıyorlarsa, demek ki Gül de aynını düşünüyor.”
Diyorum ki, keşke Gül eleştirilerini yetkili kurullarda ya da katılmayı zül addettiği toplantılarda dile getirseydi.
Belki ikna edici bulunurdu.
Belki (kendi ifadesiyle) partisinin yanlış yönelimine engel olurdu.
Bunları yapmadı.
Sadece küstü ve “pozisyon” aldı.
Fehmi Koru, “parti içi muhalefet, ihanet değildir” diyor ama biz ortada bir “parti içi muhalefet” göremiyoruz.
Kaldı ki, “İçişlerinizi düzenlemezseniz, darbe ve dış müdahale kaçınılmaz hale gelir” sözü, “parti içi muhalefet” değildir. En hafif tanımlamasıyla, dış müdahaleyi ve darbeyi meşrulaştırmaktır.
Değerli Abdullah Gül, ne yazık ki bunu da yaptı!