Yüksek oranda tuz, yağ veya rafine şeker içeren gıdalar ‘zevk merkezi’ hipotalamusu uyarır. Bu besinleri gördüğümüzde veya kokusunu aldığımızda daha önceki deneyimlerimizde bu besinleri yemekten aldığımız keyfi hatırlarız. Buna bağlı olarak da aç olmasak bile yeme isteği uyanır ve yeriz.
Leptin ve ghrelin, açlık ve tokluk duygularını düzenleyen hormonlardır. Leptin iştahı bastırmak için çalışır, ghrelin ise açlık sinyallerini artırır. Yeterince dinlenemediğimizde, vücutta daha fazla ghrelin ve daha az leptin salgılanır ve bu da vücudumuzun yiyeceğe ihtiyacı olmasa bile aç hissetmemiz neden olur.
Kendimizi bazı besinleri yememek için çok kısıtladığımızda veya kilo vermek için yoğun bir enerji kısıtlamasına gittiğimizde bir süre sonra bu kısıtlanmışlık hissi bizi daha fazla yemeye teşvik eder ve kendimizi aç olmasak bile yerken buluruz.
Sinirli veya üzgün hissettiğimizde yemek yeme dikkatimizi duygularımız yerine yemeğe yönlendirerek ve keyif vererek ruh halimizi iyileştirebilir. Ancak bu oldukça tehlikelidir, kendimizi kötü hissettiğimizde yemekle mutlu olmak yerine bulmaca çözmek, kitap okumak, egzersiz yapmak gibi farklı aktivitelere yönelmeliyiz.
Arkadaşlarımızla veya ailemizle zaman geçirmek istediğimizde genellikle planlarımıza yeme-içmeyi dahil ederiz. Kahve içmeye çıktığımızda ortamı daha keyifli hale getirmek için tatlı söyleriz ya da sinemaya gittiğimizde patlamış mısır alırız. Bu gibi zamanlarda yemek yeme ihtiyaçtan çok bir sosyalleşme aracı haline gelir.