Yüzlerce yıldır süren ve kadınların hayatını cehenneme çeviren bu ayin Poulomi Basu’nun yazdığı Sürgün Ayini isimli kitapta detaylıca anlatıldı. Sürgüne gönderilen kurbanların fotoğraflarını çeken Basu, kitapta onların yaşadıklarına da yer verdi.
Bazı köylerdeki şifacılar hangi kadının ayine tabi tutulacağına karar veriyor. Söylentilere göre, bu şifacılardan bazıları kadınlar üzerinde istismara varan davranışlar sergiliyor. Mazeret ise hep aynı: Kötü ruhların etkisindeki kadını tedavi etmek.
Bu geleneğin izlerini sürmeye kararlı olan Basu, köylerinden sürgüne gönderilen kadınları takip etti ve hikayelerini olabilecek en çarpıcı şekilde anlatmayı başardı.
Radha Bishwa Karma henüz 16 yaşında bu ayine tabi tutulan genç kadınlardan birisi. Genç kız toplumsal baskı yüzünden halen devam eden geleneğin üstündeki etkisini, “Büyük annem evde kalmama izin vermiyor. Eğer eve gelirsem küsüyor ve çoğu kez yemek alamıyorum. Keşke annem burada olsaydı, beni eve götürseydi. Ağrım olduğunda ilaç verseydi. Burası karanlık, hiç ışık yok. Birisi gelecek diye de çok korkuyorum.” sözleriyle anlatıyor.
Laskhmi henüz 14 yaşında. Annesini küçük kızını gelenekten korumaya çalışmış ancak maalesef başarılı olamamış. Basu genç kızın yaşadığı zorluğu ve annesinin özverisini “Laskhmi, saman yığınının üstünde uyuyor. Annesi bana regl olduğunda sürgüne gönderilmesin diye korkudan kimseye söyleyemediğini anlattı. Sızıntı olan kıyafetlerini değiştirmeye çalışırken 3. gününde fark edildi. Ardından hayvanların kaldığı yerde samanların üstünde yatma cezası verildi.” cümleleriyle ifade ediyor.
Kurbanlardan Ujjwali’nin Basu’ya anlattığına göre, geleneğin sürmesinde en belirleyici etken erkeklerin eğitimi. Ujjwali, “İyi adamlar, kadınların ne yaşadıklarını anlarlar. Bir kadın için evinin dışında kalmak zorunda olması kolay değildir fakat bazı adamlar bunu anlamak istemeyecek kadar aptal ve cahiller. Eşlerini dövüyorlar, kötü sözler söylüyorlar ve onları evin dışında yaşamaya zorluyorlar. Eğitimli olanlar ve anlayanlar eşlerinin evde kalmasını istiyorlar.” diyor. Ancak erkeklerin çoğu eğitimsiz olduğu için kadınlar soğuk ve pis mağaralarda ölüm kalım savaşı vermeye zorlanıyor.
Henüz 16 yaşındayken anne olan Sarawati doğumdan sonra kanaması olduğu için bebeğiyle birlikte apar topar küçük bir sığınağa sürülmüş. Korkunç geleneğin izlerini süren Basu, “Ailesi onu 15 gün içinde almaya gelecek. Ancak bu süre içinde küçük sığınağın içinde yemek yapmak zorunda.” diyor. Sarawati, sürgünde kaldığı süre boyunca küçücük odada yemek yapmak zorunda olduğunu, bebeğinin çıkan dumandan etkilenmemesi için mücadele ettiğini belirtiyor. Sarawati, erken yaşta doğum yapmaktan kaynaklı sağlık problemleriyle tek başına mücadele ediyor.
Nispeten eğitimli ve iyi durumdaki aileler kendilerini kurtarabiliyor ancak fakir ailelerin böyle bir şansı yok. Achham’daki en fakir ailelerden birisine mensup olan Tula “Ders çalışmak için yeterli ışık olmuyor. Abim yemek getiriyor, annem getirmez. Abim yemeği bana uzaktan atıyor, ben de başka tabağa alıyorum. Yemek bitince tabağı ortadan kaldırıyorum.” diyor.
Mağaraya sürülen Mangu, “İlk gittiğimde yılanlardan korkuyordum. Ancak şuan yılanlardan çok erkeklerden korkuyorum. Kaçırılmaktan korkuyorum. Evlendikten sonra neler yaşayacağıma dair endişeleniyorum.” sözleriyle korkularını dile getiriyor. Mangu’nun yanında yatan ve 2 yaşındaki çocuğuyla sürülen Chandra ise toplumsal baskıya gönderme yapıyor, “Burada olmayı sevmiyorum fakat çok fazla baskı var. Üvey annem burada olmam için zorluyor, ne yapabilirim ki?” Eğitimsizlikten beslenen bu geleneğin uzun yıllar daha süreceği ve pek çok kadını zor durumda bırakmaya devam edeceği tahmin ediliyor.