Olmasaydı Sonumuz Böyle
1957 yılında aslen Adıyamanlı bir ailenin beşinci çocuğu olarak Malatya’da dünyaya geldi Ahmet Kaya. Babası Sümerbank mensucat fabrikası işçilerindendi.
Henüz altı yaşındayken babasının hediye ettiği bağlama onu müzik ile tanıştırdı. Müziğe olan sevgisinden ötürü okuldan arda kalan zamanlarda kaset ve plak satan bir dükkanda çalışmaya başladı.
Hayatın yükünü küçük yaşlarda omuzladı
Maddi sıkıntıları nedeniyle 1972 yılında ailecek İstanbul’a göç etmek zorunda kaldılar. Babasına yardımcı olmak amacıyla okulu bırakıp işportacılık yapmaya başladı. Fakat bu büyük şehre bir türlü alışamamıştı. Kendisi bir belgeselde büyük şehirde ne kadar yabancı olduğunu şu ifadelerle anlatmıştı: “Onlarla konuşmuyordum çünkü onlarla konuşamıyordum. Giyimleri başkaydı, konuşmaları başkaydı. Onlar gibi konuşmaya çalışıyordum. Mesela terziye gidip, onlar gibi pantolon diktirmeye filan başlamıştım. Terzinin yaptırdığı pantolonların üzerime uymadığını görüyordum. Onlara yakışıyordu bana yakışmıyordu.”“Ben de sana rica ederim”
Ahmet Kaya ilk aşkını ve şehre ne kadar yabancı olduğunu kendi ağzından şu şekilde anlatır: “Bir kız vardı bizim okulda; herkesin bir aşkı vardır, çocukluk aşkı. Bir gün gittim dedim ki: 'biraz seninle konuşsak beş dakika, kaçıyorsun hep...' bana dedi ki: 'rica ederim.' öyle bir ağrıma gitti ki: 'ben de sana rica ederim,' dedim. Ben o zaman anlamını bilmiyordum, yani onu bir küfür zannettim.”“Ben Kürt asıllı Türk vatandaşıyım”
1993 yılında Berlin’de Kürt İş Adamları Derneği’nin düzenlediği bir organizasyonda verdiği konserde çekilmiş fotoğraflarının Hürriyet gazetesinde yayımlanmasından sonra çıkan haberler üzerine hakkında İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde açılan davada Ahmet Kaya’nın kendi ağzından savunması şu şekildedir: “Ben Kürt asıllı bir Türk vatandaşıyım. PKK adlı örgüte yardım ve yataklık ettiğim iddia edilerek 3 yıl 9 ay cezaya çarptırılıyorum. Bu aşamada iç hukuk yollarının hiç tıkanmamasını ve benimle ilgili bu haksızlığın telafi edilmesini diliyorum. Yargıtay’a başvuracağım. Profesyonel müzik hayatım boyunca yasal ya da yasa dışı hiçbir siyasî parti ya da örgüte üye olmadım, olamam da, çünkü sanat, disiplin kaldırmayacak kadar özgürdür ve bütün parti ve örgütler üstü bir disipline sahiptir.”Ezilenin ve mazlumun sesi oldu
Düşüncesi,hayat görüşü ne olursa olsun hep ezilen ve mazlum insanların sesi oldu. “Beni bul anne” adlı şarkısını günümüzde cumartesi anneleri olarak bilinen sivil inisiyatifi desteklemek amacıyla yapmıştı.
10 Şubat 1999 tarihinde Magazin Gazetecileri Derneği (MGD) tarafından verilen yılın sanatçısı ödülünü alırken yaptığı konuşma ile adeta linç kampanyasına maruz kaldı.
Gördüğü baskılar üzerine 1999 yılının Haziran ayında ülkesinden ayrılmak zorunda kaldı. Ülkesinde kendi aleyhine bir sürü haber çıkıyordu fakat hiçbir yayın organı Ahmet Kaya’nın yaptığı basın toplantılarından hiç haber vermiyordu. Adeta eli kolu bağlanmış, ağzı dili lal olmuştu. Tüm bu düşünceler içinde 1,5 yıllık Paris hayatı onun için adeta sürgün olmuştu. Suçu saz çalmakmış
Muhalif duruşu ile toplumda horlanan ve ötekileştirilen kim varsa dünya görüşüne bakmaksızın onları kucaklayıp onların sesi olmaya çalıştı. Tek isteği kendi ülkesinde kendi dilinde şarkılar söyleyebilmekti.
Bu nedenle Paris’e hiç alışmadı alışamadı. Bu sürgün yaşamına sadece 1,5 sene dayanabildi ve 16 Kasım 2010 yılında çok sevdiği ülkesine hasret kalarak hayata veda etti. Bu hasretten dolayıdır ki Paris’teki Pere Lachaise Mezarlığı’ndaki mezar taşında “Hoşçakal Sevgili Ülkem” yazar.
1999 yılında hakkında atılan gazete manşetlerinden bazıları