Ömer Çelik'in açıklamalarından satır başları;
"Teşkilatlarımızla ilgili değerlendirme hem genel başkanımız, hem MYK için en önemli konuların başında gelmektedir. Kongre süreçlerimiz devam edecek. 13 Ocak'tan itibaren il kongrelerimize Covid önlemlerine uyarak yeniden başlıyoruz.
Geçen senenin ilk siyasi krizi Kasım Süleymani'nin öldürülmesiyle ortaya çıkmıştı. Bölgemizde ve dünyanın çeşitli yerlerinde tansiyon yükselmesi söz konusu olmuştu. Yüzyıl öncesinde görülmüş şekliyle bir pandeminin söz konusu olması. Bütün dünyayı kilitleyen, algıları altüst eden bir şey. Elinizi yıkadığınızda yok edilen virüs maalesef insan vücuduna girince yok eden bir sarsıntı yarattı.
İnsanoğlu dünyayı yok ediyor. Teknolojik gelişmeyi sağlarken, kendi maddi menfaatini gözetirken neoliberalizm bir sarsıntı yaratıyor. İklim değişiklikleri, Amazon ormanlarının yağmalanmasıyla yepyeni virüs ve bakteriler insan hayatına giriyor. En önemli konulardan bir tanesi insanın doğa ve hayatla uyumunu sağlayacak hayat felsefesinin gerçekleşmesi.
Birazcık sokağa çıkma yasağı söz konusu olduğunda dünyanın çeşitli yerlerinde okyanuslar, denizler, çevre, çeşitli unsurlar doğal dengesine kavuştu. Bu dünyayı nasıl hızla yok ettiğimizi, doğaya, dünyaya ne kadar kötü davrandığımızın bir neticesi. Doğa rakibimiz değildir, evimizdir, can yoldaşımızdır, kader arkadaşımızdır. Tabiatıyla kendi kader arkadaşı olarak gördüğümüzde varlık felsefesiyle baktığımızda virüslerle mücadele daha kolay olacak.
Dünyadaki olağanüstü gelişmeler karşısında olayın başından itibaren Cumhurbaşkanımızın talimatlarıyla Türkiye DSÖ'den çok daha önce bu krizi karşılayacak kapasitede olduğunu gösterdi. Kendi vatandaşının yardımına koştuğu gibi, aynı zamanda 155 ülkeye yardım eden bir ülke haline geldik. Avrupa'nın çeşitli yerlerinde ülkeler birbirlerinin maskelerini çalarken Türkiye'nin yardımı götürüldü.
Bu yardımlar dünyanın her yerine ulaştırıldı. Aynı anda Türkiye Cumhuriyeti'nin uçağı Avrupa'ya, Asya'ya inerken, G-7 ülkesinden örneğin bir Almanya uçağının yardım getirdiğini duymadık. Amerika uçaklarının yardım getirdiğini duymadık. Bir tek Türk uçakları Cumhurbaşkanımız ve milletimizin selamı ile kucağını açtı. Sağlık çalışanlarımız tarihi yeniden yazdılar. Bunu bir meslek olarak yapmadılar, insana sahip çıkmanın olağanüstü bir özverisiyle yaptılar. Sağlık çalışanlarımız vatanseverlik kavramına yepyeni boyutlar kazandırmıştır. Jandarma, polis ve diğer unsurlar vatandaşımızı yalnız bırakmayarak, belediyelerimiz topyekûn bir dayanışmanın nasıl olacağını dünyaya net bir şekilde göstermiş olduk.
Cumhurbaşkanımızın vizyon projesi olarak sahiplendiği şehir hastanelerinin varlığı bizim bu salgınla mücadelede en büyük stratejik gücümüz olmuştur. Dünyanın pek çok yanında yoğun bakımlarındaki kapasitesizlik, çok büyük facialara imza atarken Türkiye şehir hastaneleri başta olmak üzere sağlıkta gerçekleştirdiği devrim sayesinde bu büyük krizi göğüsleyecek imkan ve kabiliyeti ortaya koymuştur.
AK Parti döneminde sağlık başta olmak üzere diğer alanlardaki büyük dönüşümler insan odaklı siyasetin bu zor günlerde insan haysiyetine, şerefine sahip çıkılması konusunda ne kadar büyük bir kabiliyet ortaya koyduğunu göstermiştir. Sosyal ve ekonomik etkilerini de azaltmak için önemli istikrar kalkanı ve diğer paketlerle vatandaşımıza destek olmaya çalıştık. Hükümet faaliyetleri, devlet faaliyetleri, Cumhurbaşkanımızın çalışmaları aynı şekilde sürdü.
Diyarbakır'daki annelere Şırnak ve Hakkari'den de katıldı. Öylesine güçlü bir vicdan çığlığı ortaya koydu ki, 'Ana gibi yar Diyarbakır gibi diyar olmaz' diye yankılandı. Bazı siyasi partilerin buna hiç sahip çıkmadığını, görmezden geldiğini, Türkiye'deki en ufak olayı bazı ajansların, medya organlarının görmezden hale geldiğini görüyoruz.
O annelere bir kere daha buradan hürmet ve saygılarımızı iletiyoruz. Evlatlarına kavuşma nöbetlerini buradan güçlü bir şekilde takip etmeye devam edeceğiz.
Türkiye'de terörle mücadelede kat ettiği mesafe 2020'de terör örgütlerine göz açtırmamıştır. Bazıları DEAŞ'la mücadeleyi propaganda amacı olarak kullanırken Türkiye tek başına ve sahada gerçekleştirmiştir. Türkiye DEAŞ'la da, PKK ve diğerleriyle mücadele eden yegane devlettir. 2020 yılında hukuk temelinde, demokrasi temelinde güçlü bir terörle mücadelenin nasıl verileceği bütün dünyaya gösterilmiştir.
Cumhurbaşkanımızın defalarca çağrısına rağmen müttefiklerimizden bazıları kamyon ve tır dolu silahı terör örgütlerine vermeye devam etmiştir. Milletimizin uzun yıllar özlemi olan Ayasofya Camii'nin açılması, güçlü bir iradenin ortaya çıkmasıyla yıllar sonra gerçekleşmiştir. Nesiller boyunca arzu edilen, dua edilen, istenilen bu talep Cumhurbaşkanımıza bir kez daha teşekkür ediyoruz, bu dirayet sayesinde gerçekleşmiştir. Kimisi bunun Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucuları ve rejimiyle hesaplaşmak olduğuna dair saçma sapan iddiaları gündeme getirdi. Kimi rahatsızlığını ortaya koydu. Sonuç olarak milletimizin sevindiğini biliyoruz. Üzerinde hiçbir şekilde engel olmamasına rağmen başka saiklerle engellenen bu durum Cumhurbaşkanımızın iradesiyle ortadan kaldırılmıştır."
Milletimizin duasına katılmak, sevindiğiyle sevinmek büyük nimettir, bu nimetten yoksun olanlara söyleyeceğimiz bir şey yok, o konuda bir tedavi olup olmadığını bilmiyoruz.
Bütün dünya kilitlenirken, yatırımlar ve diğer hususlar tamamen durmuşken, Cumhurbaşkanımız büyük projelerden bahsediyorum, hastaneler, yollar, kamu yatırımları gibi 70'in üzerinde açılış yapmıştır. Küçükleri saymıyorum, devasa yatırımlar hız kesmeyen bir hizmet süreci sürekli olarak görülmüştür. Stratejik olarak oyun değiştirici bir unsurun ortaya çıkması çok önemlidir. Yerli ve milli imkanlarla devam ettirdiğimiz doğalgaz arayışımız dış politikada oyun değiştirici tablo çıkacak şekilde gerçekleşmiştir.
Bu bütün dünyanın dikkatini çekmiş haberdir. İçeride kara propaganda odakları bunu küçümsemeye çalıştılar, gerçek olup olmadığını tartışmaya çalıştılar. Türkiye için, gelecek nesiller için son derece önemli bir aşama bu şekilde elde edilmiştir. Bunu da engellemek isteyenler oldu. Çeşitli tehditler, ambargo tehditleri oldu, sadece milletimizi dinleyen gerçek bir demokratik siyaset sayesinde geri atılmadı.
ABD Başkanlık seçimleri bütün dünyayı meşgul eden sonuçlar doğuracak şekilde şekillendi. Amerikan demokrasisinin ağır bir değerler ve kurumlar krizine girdiğini gördük. AB'nin geleceği açısından önemli sonuçtur, İngiltere'nin ayrılması kesinleşti. Bundan sonrasının AB'nin Türkiye ile daha stratejik ilişkiler kurması gerekecektir. Bu kadar az göçmen gelmesine rağmen bunu istismar edenler Almanya'da ilk defa İkinci Dünya Savaşı sonrası meclise girdiler. Hollanda'da ikinci parti durumundaydı. Aynı şekilde Fransa'da görüldü. Bütün bu tablo demokrasi konusunda çifte standart uygulayanların bunu sadece Türkiye veya başkasına uyguladıklarını göstermiyor mu?
Türkiye'de karışıklık çıkarılmaya çalışan zamanlarda aslında kendi ülkelerinde bu karışıklıklar çıkmaya başlayınca ne kadar sert tedbirler aldıklarını gördük. 100 yıl aradan sonra Libyalı kardeşlerimizin iradesine sahip çıkan siyasetin ortaya konulması Akdeniz'deki denklemi değiştirmiştir. Libya'da darbeci olan, toplu mezarlarından sorumlu olan Hafter güçlerinin arkasında Fransa'nın olduğu görülmüştü. CHP'den Serrac radikalmiş, Hafter sekülermiş diye tamamen meşruiyet dışı, Türkiye'nin hak ve menfaatlerine karşı duran siyaset ortaya koydu. Defalarca uyardığımız halde, Türkiye Cumhuriyeti Devleti hangi taraftaysa onun karşısında olanların yanında tutumlarını sürdürdüler.
Bu sözü söyleyenler geri almadıkları gibi özür de dilemiyorlar. Dış politikada Türkiye'ni hak ve menfaatleri yerine başkalarının söylediklerini tercüme ettikleri görünüyor. Türkiye'nin Suriye'deki mücadelesi sayesinde oradaki kardeşlerimizin meşru hak ve talepleri korunmuş oldu.
Türkiye'nin KKTC'nin hak ve menfaatlerini koruması, seçimlerden sonra Cumhurbaşkanımız KKTC'ye yaptığı tarihi bir ziyarettir. Rum kesimine dönük silah ambargosunu kaldırarak ABD Dışişleri Bakanı Pompeo'nun yanlış politikaları Akdeniz'de çok daha büyük krize yol açmak üzereydi. Bu konuda da biz uyarılarımızı tekrarladık. Netice itibarıyla Türkiye Cumhuriyeti Kıbrıs Türkünün davasına sahip çıkmayı sürdürdü.
Cumhurbaşkanımız küresel salgın nedeniyle iki kez toplanan G-20 zirvesi ve BM'ye iki kez video konferans yöntemiyle katıldı. BM'de reform talebini güçlü bir şekilde dalgalandıran ana siyaset haline geldiğini görüyoruz. Haksızlık, BM'nin etkisizliği artık bunun siyasete dönüşmesi gerektiği net şekilde göstermektedir.
Bütün bu çerçeve şunu gösteriyor, Türkiye Covid sürecinde bile güçlü siyaseti ortaya koymaktan vazgeçmemiştir. CHP başta olmak üzere bize muhalefet edenler 2020'yi nasıl geçirdiler? Sadece şöyle bir sorumluzlukla bile karşı karşıya kaldık. Elazığ'da deprem sözkonusu iken ana muhalefet lideri Kızılay çadırına girdiği halde 'Kızılay çadırı görmedim' diye tavır ortaya koydu. Covid sürecinde destek olmak yerine spekülasyonu artıran bir yaklaşım gerçekleştirdiler. Öğretmenlere hakaret ettiklerine, yargı mensuplarına, çiftçilere hakaret ettiklerine şahit olduk.
Bu iktidarı seçimli ya da seçimsiz götüreceği şeklinde bu yıl da bu kadar zaman geçirilmişken Türkiye bu kadar acılar yaşamışken ortaya konulan tavırdır. İktidarı seçimsiz nasıl götüreceksiniz? Bu açık şekilde darbe, vesayet, askeri müdahale çağrısıdır. Bu bir suçtur, utanılması gereken yaklaşımdır."
Bunlar acaba kazara yapılan şeyler mi diye düşündüğünüzde öyle olmadığını görüyorsunuz. Demokrasiyi vitrin süsü haline getirerek arkadaki vesayet sisteminin en uygun zamanda nasıl fışkırdığını görüyoruz. İleride bakıldığında görülecektir ki, yeni yüzyıl ne zaman başlamıştır? Yeni milenyumun başlangıç tarihi nedir denildiğinde, 2020 yılı zikredilecektir.
Sağlıkta aşı açısında baktığımızda gelinen noktanın Türkiye'nin tedarik gücünün dünyanın pekçok ülkesinden önde olduğunu görüyoruz. Temin ettiğimiz aşı en kısa zamanda milletimizin hizmetine sunulacaktır. Aşı olanın hemen maskesini çıkarması, tedbirlerden uzaklaşması gibi bir durum sözkonusu olamaz. Burada spekülasyonlardan uzak durup Bilim Kurulu'nun tavsiyelerine göre sürecin takip edilmesinde fayda vardır.
Avrupa'nın güvenliği, demokrasisinin geleceği Türkiye sınırında başlar. Türkiye kendi sınırını koruduğu gibi AB ve NATO sınırını korumaktadır. İngiltere'nin ayrılmasıyla daha eksik Türkiye ile ilişkilerini daha sıkı tutması gereken Avrupa vardır. İngiltere ile imzaladığımız serbest ticaret anlaşması şimdiye kadar AB içinde bize en fazla destek veren İngiltere'yi AB'de kaybettik. İngiltere Türkiye'yi terörle mücadelesini iyi anlayan bir ülke. Gümrük Birliği ve serbest ticaret anlaşması çerçevesinde ilişkilerimiz devam edecektir.
Karabağ meselesi 30 yıldır çözülmeyen krizin, Minsk grubunun statükoyu meşrulaştırılmaya çalıştığı kriz Azerbaycanlı kardeşlerimiz sayesinde çözüme kavuşmuştur. Cumhurbaşkanımız gününün bütün Karabağ'daki savaş boyunca Azerbaycanlı kardeşlerimize destek vermek gibi yoğun mesai sürdürmüştür. Azerbaycan'a gitmesi bu birlikteliğin, beraberliğin göstergesidir.
Azerbaycan'ın meşru topraklarındaki Ermeni işgaline destek verilmiştir. Paşinyan'ın ahlak ve insanlık dışı saldırısının neticesinde Azeri ordusunun direnişi ve Cumhurbaşkanımızın talimatları ile bu mesele hak, hukuk, Azeri kardeşlerimizin menfaatleri doğrultusunda çözülmüştür. Azerbaycan'ı bir kez daha tebrik ediyoruz.
Yılın en kötü esprisi, Paşinyan Türk ekonomisini zarara uğrattık demesi, hiçbir yetenek barındırmayan yaklaşım olarak gündeme gelmiştir.
"Büyük kongrenin takvimini teşkilat başkanlığımız çalışacaktır. Bir MYK'da genel başkanımıza sunulur. Şu anda erken, kesinleştiği zaman sizinle paylaşırız. Çok uzun bir demokrasi yürüyüşün sonunda büyük kongremizi gerçekleştireceğiz. Gerçek bir demokrasi, reform kongresi olacak. AK Parti'nin yürüdüğü büyük ve zorlu yol, siyaseten demlenmiş, berrakleşmiş, kristalize bir hali olacak. Büyük kongremiz demokrasi şöleni ve bayramı olarak milletimizle paylaşılacak."
"Son faşist saldırı CHP'li Fikri Sağlar'dan geldi. 'Türbanlı hakimin adaleti sağlayacağına inanmıyorum' diyor. Birisinin dininden bahsederek AB'de 'Şu dinden olan hakimin bu adaleti sağlayacağına inanmıyorum' dese nasıl bir tavır ortaya koyulur? Bu kadar acı yaşanıyor, genç kızlara geçmişte hayatların en önemli yıllarını kaybettiler, büyük bedeller ödendi ve çıkıyorlar neonazilerin üslubuyla konuşuyorlar. Ben üniversitede hizmet veren, hizmet alan ayrımı yapıyorum, başörtüsü, türban ayrımı yapıyorum, elinizde bir ölçü mü var? Netice olarak üniversiteden başörtülü olarak mezun olacak, sonra kamuda görev alamayacak. Böylesine faşistçe bir kamusal alan olur mu? Kamusal alanı siz bu şekilde zehirlerseniz ülkeyi felç edersiniz. Daha öncesinde bu işler nasıl işliyordu biliyoruz. Türkiye'de kimsenin okumadığı, görmediği kırmızı kitap vardı. Türkiye'de Cumhurbaşkanları neredeyse seçilmiş başbakanlar üzerinde vesayet makamı olarak konumlandırılıyordu.
Kaç nesli yaktılar. Cumhurbaşkanımızın imza attığı pekçok karara bakın, 12 Eylül'de hakları çalışan her şekilde insanın da hakları iade edilmiştir. Maalesef Avrupa'daki neonazilerin diliyle konuşuyorlar. Biz bunları söylediğimiz zaman diyorlar ki, hem o taraf hem AK Parti bıraksın başörtüsü meselesini diyorlar. Arkadaşlar 'iktidara gelirsek biz bunlarla mücadele edeceğiz' diyor. Biz bunlara cevap veriyoruz, kutuplaşma oluyor. Bir zalim çıkıp da başkalarına haksızlık yapmaya çalışırken susalım mı? Demokrasiyi, hukuku korumak için kutuplaşma olacaksa olsun, kadınların haklarını korumak için kutuplaşma olacaksa olsun. Kadınlar konusunda saygılı bir dil konuşmayan, kadınları hedef gösteren birinin ne demokrat olması ne de medeni olması mümkündür. Bu alenen kadın haklarına saldırıdır. Bunun sonu yok. Bu kadar acı ödenmiş, hala 28 Şubat'ta hakları alınmış öğrencilerin haklarının iadesi için Cumhurbaşkanımızın talimatları vardır. Peki bunların kaybolan hayatlarını, yıllarını kim getirecek? Sonra diyor ki, bu bir ifade özgürlüğüdür. Ne zamandan beri aşağılamak ifade özgürlüğü içine giriyor. Bunun karşısında susmayacağız."
Siyaset eylem sanatıdır. Bununla ilgili hangi eylem ortaya koydunuz. Sizin iç işleriniz bizi ilgilendirmiyor. Biz cevap verince kutuplaşma olur deniyor. Bundan geri adım atmayacağız. Bunlar geride kalmıştır, bu mevzular kapanmıştır diye konuşuluyor. Türkiye antidemokratik sayfalarını kapatmak konusunda büyük bir bedel ödemiştir. AK Parti bu bedelleri ödeyenlerin başında gelir. 27 Nisan'da verilen muhtırayı iade ettik, kağıt parçasına çevirdik. Cumhuriyetin ideali kadını okutmak, kamusal alana çıkarmaktır. Kadın haklarının bu mücadelesi verilirken, açık ve net söylüyorum mevcut liderlerin arasında hiçbirisi Cumhurbaşkanımıza yaklaşamaz. Yapılan tehditleri biliyoruz. Cumhurbaşkanımız bunların siyasi takiyyesini yüzüne vurunca müttefik olarak tepki veriyorlar."
Bu da siyasi tarihimize not olarak düşsün, bu siyasi mücadele başarılı olmasaydı bunlar yine demokrat olmayacaklardı. Bunlar zoraki demokrat oldular, ancak ilk siyasi krize kadar sürüyor, sonra patlıyor. Bir başkası çıkmış, 'Erdoğan seçime gitmez, ancak doğal afet olması lazım, Avusturalya gibi büyük yangın olması lazım' diyor. Bunlar ruh sağlığı yerinde olan insanlar değil. Darbe bir millete düşmanın yapamadığı düşmanlığı yapma mekanizmadır, bir milletin namusuna saldırıdır. Bunu ağzına alan kişinin bu milletle gönül bağının olmadığı açıktır. Zaten orduda da darbe yapma kabiliyeti kalmamış! Darbe meselesini olumlu bir şey, kabiliyet olarak görüyor. Demokrasiye bağlı bir ordu, milletine bağlı bir ordu, seçilmiş siyasetin elinde bir ordu, TBMM'ye saygılı bir ordu, bunların gözünde ordu değil. Bunların gözünde ordu darbe yapan mekanizma. TSK milletinin emrindedir, başkomutanı Cumhurbaşkanıdır. Darbecilerden arındırıldıkça, özellikle FETÖ'den arındırıldıkça. Bana bir AB ülkesinin Dışişleri Bakanı şunu sordu, 'Bu kadar subay attınız, ordunuz zaafa uğramayacaktı' dedi. Verdiğimiz cevap açkı, PKK'yı çökertiyoruz. Ordu milletimizin göz bebeğidir. Milletin Mehmetçik dediği bir orduya kendi milletine silah çektirmek kadar bir ahlaksızlık yoktur.
İlker Başbuğ'un yaptığı açıklamalar. Büyük bir zihin karışıklığı içinde yapılan konuşma. Erken seçim olsaydı 27 Mayıs darbesi olmazdı diyor. Darbenin Cumhuriyet değerlerine saldırı olduğunu söylüyor. CIA Başkanına atıf yaparak erken seçim olsaydı CHP iktidara gelecekti gibisinden bir mantık çıkıyor. Zoraki demokratlık, güdümlü demokratlık bir yere kadar. Kafanızın bir yerinde vesayet, bir tarafında demokratlık olunca bu melezden bir şey olmuyor. Kokteyl demokratlık olmuyor. Türkiye'de genelkurmay başkanlığı yapmış birisinin ne kadar yanlış bir zihin yapısına sahip olduğunu göstermesi bakımından. Sanki Menderes erken seçime gitmeyerek darbeyi hak etmiş gibi bir şey çıkıyor. Arkasından devam ediyor, darbe girişimleri arasında mukayese yapıyor. FETÖ terör örgütününkü millet, ordu içinde nifak çıkarmış, Talat Aydemir çıkarmamış, vazgeçmiş. Darbenin aması olmaz. Darbenin birine kötü, öbürüne daha az kötü etiketleme yapıyorsanız buradan demokratlık çıkmaz."
Bakanlar Kurulu toplantı yapıyormuş, Aydemir ve arkadaşları oraya ele geçirmeyince, İnönü'ye atıfla 'artık onlar kaybetti' denmiş. Bunlar analiz, fikir özgürlüğüdür diyenler varsa, erken seçime gitselerdi darbe olmazdı, CHP de kazanacağı için darbeye gerek olmayacaktı gibi bir şeyin zerre kadar demokratlıkla alakası yoktur. Darbe en büyük alçaklıktır, bitti. Bunun daha iyisi, daha kötüsü yok. En son FETÖ'ye verilen cevap her darbeye yapılması gereken cevabı göstermiştir. Türkiye orada çok büyük krizi toplumun demokratik bilinci sayesinde atlatmıştır. Demokrasinin öncesine sonrasına ama kelimesi eklenmemesi lazım. Ama kelimesini eklerseniz siyasi münafıklık olur.
Ben de açıklama yaparken 2021 yılında en önemli mesaimiz faşizmle mücadele olacak, biz bu mücadeleyi veririz, çekinmeyiz. Bu ülkemiz için, geleceği için verilen mücadeledir. Bu mücadeleyi vermeye devam edeceğiz."
Yargı ve ekonomi alanındaki reform çalışmaları devam ediyor. Bunlar tamamlandığı anda Cumhurbaşkanımıza arz edilecek. Alevi kardeşlerimizin Türkiye'den koparmak faaliyetlerini yakından takip ediyoruz. En bilinen deyimi ile Alisiz Alevilik üretmek şeklinde çeşitli faaliyetler var. Bunlar daha önce Aleviliği İslam'ın dışında bir yere koymaya çalışıyorlardı. Almanya'da bir yerleri vardı. Son zamanlarda başka bir faza geçildi. Onların Türklükle alakası olmadığı şeklinde. Türkiye içerisinde Alevi-Sünni vatandaşı gibi bir ayrımı asla kabul etmeyiz. Vatandaşlarımızın mezhep tercihleri, dinsel tercihleri, etnik aidiyetleri kendilerine aittir. Bütün bunların üst çatısıdır Türk milleti olmak. Biz yurtdışındaki Alevi vatandaşlarımızla yoğun şekilde ilişkimizi sürdüyüruz. Alevi İslam'dan, Türklükten koparmaya çalışan gayretlerin yabancı istihbarat örgütlerinin projeleri şeklinde ortaya çıktığını biliyoruz. Aramızda sünnilik, alevilik üzerinden herhangi bir şekilde birtakım süslü kelimelerle aydın yaratmaya çalışanlara karşı dikkatli olmalıyız. Hepimizin adları farklı olabilir ama hepimizin soyadı Türkiye Cumhuriyeti'dir."
Cumhurbaşkanlığı makamının takdiri, yasalar çerçevesinde gelişen bir haktır. Dolayısıyla akademik özerklik yok ediliyor gibisinden ortaya konulan yaklaşımının geçerliliği yoktur. Rektör olarak atanan hocamızın siyasi kimliği üzerinden bir tartışma yürütülüyor. Geçmişte Boğaziçi Ünivcersitesi'nin ANAP'a danışmanlık yaptığı biliniyor, bir başkasının SHP'ye yakınlığı biliniyor. ABD Başkanı Trump, yüksek mahkemeye üye atayacak, böylece Cumhuriyetçilerin sayısı Demokratların sayısını geçecek. Demokrasilerde siyasi kimlik sahibi olmak ayıp bir şey değildir. Boğaziçi göz bebeğimizdir, öğrencileri Türkiye'nin kıymetleridir. Boğaziçi Üniversitesi'nin hocalarına müteşekkiriz. Ama görüyoruz ki, bazıları öğrencileri eyleme çağırıyor. Uzun saçlı olanları saçlarını topuz yapması, cep telefonlarına şifre koymaları şeklinde akıllar veriyorlar.
Bu akılla mı üniversiteyi yücelteceklerdir. Cumhurbaşkanımız bu hocamızı liyakat çerçevesinde uygun görmüştür. Önemli olan buradaki akademik hedefleri ulaşmak, dünyaya ve Türkiye'ye daha çok katkı yapacağı oluşturmaktır. Boğaziçi Üniversitesi şu veya bu grubun değil milletimizin hepsidir. Oradaki hocalarımız milletimizin geleceği için bu çocukları yetiştiriyorlar. Bu bizi eylem planımız diye birtakım işler yapmak doğru bir iş değildir. Boğaziçi Üniversitesi'ni düşünmeyen bir yaklaşımdır. Bakanlar Kurulu'nun atadığı dünyada pekçok yöntem var. Bu yöntemi beğenmeyebilirsiniz, siyasete tavsiye de bulunabilirsiniz. Kayyum diyerek belli kesimlerin dilini kullanarak siyasallaştırdığınız zaman söylediğiniz sözün manası kalmaz. Hocamızın partimizin bazı kurallarda görevleri olmuş. Başka hocaların da CHP'de görevi oluyor. Demokrasilerde siyasi kimliği olmayan birey diye bir şey yok. İnsan boşlukta yaşamaz. Buna eylem yapalım, kayyum diyenler Boğaziçi Üniversitesi'ne, hocalarımıza, öğrenci kardeşlerimize zarar vermek isteyenlerdir.
Bugüne kadar Boğaziçi Üniversitesi'nde görev yapan hocalarımız şahittir, ne istemişlerse sayın Cumhurbaşkanımız büyük bir teveccühle yaklaşmıştır. Bu şekilde hareketlilik yaratmak gibisinden gayrimeşru işlere giriyorlar. Hep birlikte öğrencilerimiz için daha iyi bir gelecek, daha iyi bir akademik ortam nasıl sağlanır, buna kafayı yoralım.
Hocamızın siyasi kimliğine vurgu yapanlar aslında kendi siyasi fanatizmlerini örtbas etmeye çalışıyorlar. Boğaziçi Ünivcersitesinin değerli öğrencilerini kendi siyasetlerinin lojistik unsuru haline getirmeye çalışıyorlar. Hocamızın kimliğindeki AK Parti teşkilatlarındaki bağlantıyı ortaya koyup, bununla ilgili tartışmaları CHP faaliyeti haline getirmeye çalışıyorlar. Bunların bildikleri en iyi şey yıkım siyasetidir. Yasalar içinde, meşruiyet içerisinde Cumhurbaşkanımızın takdiriyle hocamız göreve getirilmiştir. Hocamızın siyasi kimliğini eleştirenler, büyük bir siyasi fanatizm içerisinde davranıyorlar."
"SMA'lı çocuklar hepimizin göz bebeği, hepimizin evladı. MYK'da gündeme geldi. Keşke o bölümü izleseydiniz, Cumhurbaşkanımızın ve MYK'daki arkadaşlarımızın bu çocuklara nasıl kendi evlatları gibi sahiplendiğini herkes görseydi. Türkiye'de 1500 kadar evladımızın her biri devletin tedavi masraflarını üstlendiği, bilimsel olarak onaylandığı tedaviden yararlanan çocuklardır. Türkiye kadar bu konuda istikrarlı kaynak aktaran bir başka ülke yoktur. Rakamdan bahsetmek ayıp, o Milli Piyango'ya devredilsin denilen paranın yüzlerce, binlerce katı için bu çocuklara ayrılmıştır, feda olsun. Daha da fazla harcanacaktır. Herkes bu rakamları bilmeyebilir, vicdani olarak sahip çıkıyorsa başımızın üstünde yeri var.
Ama tutup da birtakım siyasi parti liderlerin, imla yanlışları bile birbirine benzer şekilde sorumsuz bir yaklaşım içerisine girmeleri doğru değil. Uygulanan tedavilerin hepsi bilimsel olarak onaylanmış tedaviler. Sağlık Bakanımız açıklama yaptığında, biz çocuklarımızı ilaç şirketlerinin faaliyetleri çerçevesinde kobay olarak kullandırmayız dedi. Tedavi tam olarak bu çocukların iyileşmesini sağlamıyor. Bir siyasi parti lideri diyor ki, orada bir tedavi varmış, bundan mahrum mu kalsınlar? Bu tedavinin çocukları tedavi edeceğine dair bilimsel bir şey yok. Bir devlet çocuklarını göz göre göre kobay olarak kullandırır mı? Hepimizin kuzusu ve gözbebeği. Biz bu bahsedilen rakamların emin olun binlerce katını çocuklar için harcıyoruz, bunu söylerken bile utanıyorum, feda olsun. Bu devlet bu çocuklara sahip çıkacak. Bahsedilen tedaviyi bilimsel kurullar onaylarsa, bu veya başka tedaviyi, Türkiye Cumhuriyeti o tadevinin de bu çocuklara ulaşmasını sağlayacaktır."