ANKARA (İHA) - Ankara'da uğradığı silahlı saldırı sonucu yaşamını yitiren Doç. Necip Hablemitoğlu'nun yazdığı Alman vakıflarıyla ilgili bir kitaptaki iddialara dayalı olarak açılan davada, sanıklar hakkında casusluk suçlamasıyla 15 yıla kadar hapis cezası isteniyor.
Büyük yankı meydana getiren Alman vakıflarıyla ilgili davanın görülmesine bugün Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde başlanıyor. Bu sabah yapılacak duruşmada önce sanıkların kimlik tespiti yapılacak daha sonra ise iddianame okunacak. İddianamede, "Türkiye'de faaliyet gösteren vakıfların Alman dış politikasının en etkili ve en güvenilir maşaları" olduğu ifadesi yer alıyor. Ayrıca, konunun legal bir casusluk faaliyeti olduğu yolunda ciddi belirtiler bulunduğu iddia ediliyor. Alman vakıflarının, klasik diplomasinin başarı gösteremediği yerlerde işlevlerini sürdürdükleri, siyasetin ve toplumun bütün önemli alanlarına nüfuz ettikleri savı da iddianame de yer alıyor.
KİMLER SUÇLANIYOR? İddianamede, Konrad Adenauer Vakfı Türkiye Temsilcisi Wulf Schönbohm ve yardımcısı Dirk Tröndle, Heinrich Böll Vakfı Türkiye Temsilcisi Figen Fatma Uğur, Friedrich Ebert Vakfı Türkiye Temsilcisi Hans Schumacher, Friedrich Naumann Vakfı Türkiye Temsilcisi Wolfgang Sachsenröder, Orient Enstitüsü Başkanı Claus Schönig ve yardımcıları Astrid Menz ve Börte Sagaster, FİAN örgütü Başkanı Petra Sauerland, FİAN temsilcisi Birsel Lemke, eski İstanbul Barosu Başkanı Yücel Sayman, Bergama köylülerini temsil eden Oktay Konyar, eski Bergama Belediye Başkanı Safa Taşkın, İzmir Barosu avukatlarından Semih Özay, Lemke ve Konyar'la bağlantılı çalıştığı bildirilen Özcan Durmaz suçlanıyor. Bu kişiler hakkında Türk Ceza Kanunu'nun "devletin emniyetine karşı gizli anlaşma" başlığını taşıyan 171. maddesine göre 8 yıldan 15 yıla kadar ağır hapis isteniyor.
HABLEMİTOĞLU'NUN İDDİALARI Savcının dava açmak için esas aldığı Alman vakıflarıyla ilgili kitabında Doç. Necip Hablemitoğlu ise özetle şu iddiaları ileri sürmüştü:
"Türkiye'de faaliyet gösteren Alman vakıfları ve enstitüleri, gerçekte Alman İstihbarat Servisi BND'nin kontrolünde çalışan, tüm masrafları Federal Bütçe'den karşılanan 'taşeron' NGO'lardır. İşin ilginç tarafı, hemen her vakıf, -aşırı sağcı CSU ve solcu PDS dışında- rejime entegre sorunu olmayan mevcut siyasal partilerin birer yan kuruluşudur. Örneğin, Almanya'nın en büyük partilerinden biri olan Hristiyan Demokratik Birliği-CDU, Konrad Adenauer Vakfı'na, Yeşiller ise Heinrich Böll Vakfı'na sahiptir. Aynı şekilde, Sosyal Demokrat Parti-SPD'nin Friedrich Ebert Vakfı, Hür Demokrat Parti-FDP'nin Friedrich Naumann Vakfı da aynı statü içindeki vakıflar arasında yer almaktadır. Alman Parlamentosu'nda grubu bulunan partilerin bünyesi içindeki bu vakıfların tamamı, iktidar-muhalefet ayrımı yapılmaksızın federal hükümetin "Politik Eğitim Fonu"ndan finanse edilmektedir. Bu vakıfların yurtdışı faaliyet giderleri de tamamıyla federal hükümet tarafından karşılanmaktadır. Resmen Alman hükümetinden yardım alan söz konusu vakıflar, dış ülkelere "Hükümet dışı Sivil Toplum Örgütleri" yani NGO olarak takdim edilmektedir. İşte bu vakıflar, 1984'ten itibaren Türkiye'ye gelerek ve de yasal boşluklardan yararlanarak, her biri birer "taşeronun taşeronu" yasal Türk NGO'sunun tabelası ardında faaliyetlerini sürdürmektedirler.
8Federal Alman İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Bakanlığı tarafından hazırlanan ve Aralık 2000'de yayınlanan "Yeni Türkiye Konsepti", Alman vakıflarına, rutin faaliyetlerinin yanında -özellikle espiyonaj ağırlıklı- yeni görevler yüklemektedir: 'Köylülerde çevre bilincini geliştirmek; köylü kadınları politikaya duyarlı hale getirmek; sistem karşıtı eleştirel ve alternatif medyacılığı teşvik; çevre düşmanı yatırımlara özellikle turizm bölgelerinde gereksiz endüstri tesislerine, otoyollara ve baraj inşaatlarına karşı sivil itaatsizlik eylemleri organize etmek vs.'
TAMER BACINOĞLU'NUN İDDİALARI Hablemitoğlu, kitabında, atıf yaptığı Tamer Bacınoğlu'nun Alman vakıflarıyla ilgili şu iddialarına da yer veriyor:
"Ankara ve İstanbul'da şubeleri bulunan tüm Alman parti vakıflarının programları, Kemalizmin iflas ettiğini ve sorunun geçici bir hükümet sorunu değil, yapay ve uyduruk Türk ulusunu tepeden inme yöntemlerle yaşatmaya çalışan Türk devleti olduğunu kanıtlamayı amaçlar. Bu çerçevede üçlü bir strateji izlenir:
a- Toplumun değişik katmanlarını Kürt sorunu üzerine tartışmaya ve çözüm üretmeye alıştırmak ve buna paralel olarak Kürtçü gruplar ile Almanya arasında köprü kurmak.
b- Toplumun değişik katmanları ile siyasal İslamcıları bir araya getirmek ve buna paralel olarak İslamcılar ile Alman devleti arasında köprü kurmak.
c- Alevilerin aşırı İslam'a karşı oluşlarını dikkate alarak, Aleviler ile özel görüşmek ve konuyu gerektiğinde Kürt sorununa kaydırmak."