Ama Bizim UEFA Kupamız Var

17 Mayıs 2000'i, o unutulmaz günü hatırlamak isteyenler için Galatasaray'ın UEFA kupası yolculuğu...

Tarifsiz heyecan...

Herkesin salak salak ortada dolaştığı, akşama kadar ne yapacağını bilmediği, kiminin zaman geçsin diye uyuduğu, kiminin formalarını çekip sokaklarda boş boş dolaştığı bir gündü; 17 Mayıs 2000
Çoğu kişi için muallaktır belki anılar. Şimdilerde o zamanın çocukları hayal mayal hatırlarlar, büyüklerine sorarlar “nasıldı?” diye. Banttan maçlar tekrar tekrar izlenir. (sağolsun TRTSpor haftada bir maçı tekrar yayınlıyor zaten)
Amerikalıların “Kennedy öldürüldüğünde ne yapıyordun, neredeydin” ve “11 Eylül olduğunda ne yapıyordun” gibi bir sohbet konusu vardır. 17 Mayıs için de bizlerin var aslında. Kim ne yapıyordu acaba?
Çoğu kişi komalıkmış aslında, hatırlamıyorlar ne yaşadıklarını. Ben mesela neredeyse penaltılara kadar oturduğum yerden kalkmamışım, tek başıma izlemek istedim, “kalbim dayanmaz” dedim. Arif Erdem’in kaçırdığı golde bir küfretmişim, gerisini hatırlamıyorum. Son penaltıyla da kendimi camdan atmaya çalıştım, annem zor tuttu.

Reklam
Reklam

Yendik mi Lan?

Fatih Terim liderliğinde o sezon 4. Şampiyonluğuna yürüyen Galatasaray, Şampiyonlar Ligi’ne pek de şık başlayamamıştı. İlk maçta, hiçbirimizin unutamadığı Hertha Berlin’in gri eşofman altlı kalecisi Gabor Kiraly’nin kalesine her ne kadar 2 gol atılmışsa da rakip de 2 gol ile cevap vermiş ve her Berlin atağına kale arkasından “hoşt hoşt” diyen taraftarın gazına rağmen maç 2-2 bitmişti. 2. Maçta Milan deplasmanında alınan 2-1’lik mağlubiyet, Londra’da kaleci Taffarel’in atılması ile 10 kişi kalınıp alınan 1-0’lık mağlubiyet ve üzerine de tüm Türkiye’nin “pasif ofsayt” kuralını uygulamalı öğrendiği İstanbul’daki 5-0’lı Chelsea mağlubiyeti ile 4 maç sonucu puan hanesinde sadece 1 puan bulunan Galatasaray... Kim bilebilirdi ki sadece 7 ay sonra bambaşka bir tarih yazılacak ve 1999’un Ekim’inde Avrupa Hayallerini başka bir bahara taşımayı düşünen takım, Avrupa’nın en büyük ikinci kupasını kazanacak...
Ve grubun 5. Maçında 35. Dakikada 1-0 mağlup durumdaki Galatasaray, Berlin deplasmanında muhteşem bir geri dönüş yapıyor ve maçı 4-1 kazanıp umutlarını son maça taşıyordu. Ölüm-Kalım maçında rakip İstanbul’da AC Milan’dı ve Milan’a Uefa Kıupasına katılmak için beraberlik yetiyordu. Galatasaray ise mutlak galip gelmek zorundaydı.

Reklam
Reklam

İkinci yarı başlarken 2-1 mağlup durumda olan Galatasaray taraftarının 45 dakika aralıksız desteği ile maçın son 3 dakikasında bulduğu gollerle maçı 3-2 kazanıyor ve inanılmazı başarıp, daha bir sezon öncesinin İtalya Şampiyonu’nu çimlere gömüyor, ertesi gün gazetelerin “Yendik mi lan?” başlıklarını atmasına sebep oluyordu.

Aslında belki de Şampiyonlar Liginde daha gidilebilecek yol varken, UEFA kupasına devam etmek başarısızlık olarak adlandırabilinirdi ama hedef artık UEFA kupasıydı. İtiraf edelim, o günlerde aklından zoru olanlar hariç kaç kişi kupanın kazanılacağına “gerçekten” inanmıştı?

Finale yürüyüş...

Galatasaray Uefa Kupası 3. Turunda İtalya’nın Bologna takımı ile karşılaşıyor, deplasmanda ilk maçı Hakan Şükür’ün pergel gibi açtığı bacakları nispetinde havalanabilmesi sayesinde attığı kafa golü ile 1-1 berabere bitiriyor ve ikinci maç için avantaj sağlıyordu. 2. Maçta rakibini 2-1 yenen Galatasaray bir üst turda ise bu sefer Alman Panzerlerinden, sadece 2 sezon öncesinin Şampiyonlar Ligi Şampiyonu Borussia Dortmund ile eşleşiyor “iyi geldik buralara, bu aşamada iyidir yahu” denilen bir ortamda, rakibini hem de Almanya’da 2-0 sonuçla yeniyordu. O maç Hagi’nin attığı Galatasaray’ın 2. Golü uzun süre jenerikleri süslüyordu. Hagi ceza sahasına doğru kendisine göre sol taraftan sakin sakin yaklaşıyor, rakipleri onu durdurmaya çalışacakken önünü açıyor ve sağa doğru sert vurulan top, Alman Kaleci Lehmann’ın üzerinden ağlara gidiyordu.
İstanbul’da 0-0 biten maç sonrası artık Galatasaray’ın Çeyrek Finalde rakibi İspanya Ligi’ni 3. Sırada tamamlamış, Mallorca’dır. 16 Mart 2000 tarihinde İspanya’da oynanan ilk maç sırasında Türkiye yoğun yağış altındaydı. Çoğu evde yağışın şiddetinden kanallar bir çekiyor bir çekmiyordu. Çok ailenin televizyonlarını vura vura tarumar ettiğini bilirim. Türkiye’de çılgınca yağan yağmur, İspanya’da Galatasaray sağanağı oldu ve Sarı-Kırmızılı takım rakip ağlara 4 gol bırakarak daha turu 4-1’lik skor ile İspanya’da geçiyordu. Arif ve Emre’nin aşırttma golleri bugün bile hala hafızalardadır.
Artık yarı final gelmiş ve İngiltere’de son dönemlerin en genç ve istikrarlı takımlarından, bir kaç sene sonra “şampiyonluk bile yaşayabilir” denilen ve oldukça da sert top oynayan İngiliz Leeds United rakipti.
Aslında “İngiliz, Alman, İtalyan, İspanyol farketmez” lafı da haksız değildi. Galatasaray tüm bu rakipler ile oynuyordu. İstanbul’daki Yarı Final ilk maçı öncesi alkolü fazla kaçıran ingiliz taraftarlar ile onlardan gaz konusunda aşağı kalmayan Türk taraftarların Taksim civarında kavgası sonucu 2 İngiliz taraftar hayatını kaybediyor ve maç bir futbol maçı olmaktan çıkıp, iki ulus arasında onur mücadelesine dönüyordu. Bu maçtaki “intikam” hırsı Final’de de kendini gösterecek, bu sefer bir meydan savaşına sebep olacaktı.
Galatasaray, Leeds United’ı 2-0 ile geçiyor ve artık Final ile arasında sadece İngiltere’de oynanacak 90 dakika kalıyordu.

Reklam
Reklam

“Hakan vurdu GOOOL! Kim attı? Kral attı? Hem de Leeds’te, Elland Road’ta...”

Rakip sahaya hiç seyirci götüremeyen, rakibinin “intikam” istediği bir ortamda Hakan Şükür, Galatasaray’ın 2. Golünü attığında spiker Ercan Taner böyle bağırıyordu. Bir koruma ordusu ile, onca güvenlik önlemi ile maça çıkan Galatasaray zoru başarıyor ve deplasmandan aldığı 2-2’lik beraberlikle artık adını final’e yazdırıyordu. Hakan Şükür’ün attığı gol belki de kendisinin bir santrafor olarak adam geçme, oyuna yön verme gibi hünerleri açısından tepe noktasıydı. Hakan’ın attığı golün şekline ekranları başında milyonlar bile inanamıyordu. Galatasaray’da her oyuncu artık kendi yeteneklerinin bir kademe üstüne çıkmış ve sahada bambaşka işler oluyordu. Hagi her maç daha bir resitale yakın oynuyor, rakiplerinin gururunu incitiyordu. Orta Sahada Emre-Okan-Suat basılmadık alan bırakmıyor, her maç taraftarın yürekleri “hah kırmızı yiyecek” diye ağızlarına geliyordu. Savunmada Popescu’nun kurduğu oyunlar, Capone ile beklenilmeyen bir duvar... Yıllarca herkesin manevi dayısı, amcası, eniştesi olabilecek sempatiklikte, nam-ı diğer kaleci “Tafo”... Galatasaray artık Danimarka’nın Kopenhag şehrindeki finale adını yazdırmış ve taraflı tarafsız, futbola ilgisi olsun olmasın, hangi takımı tutarsa tutsun herkesin ortak bir sevinci olmuştu. Artık iş bir takımın başarısından çıkmış, milli bir mesele haline gelmişti. Bugünlerde futbolun nerdeyse sadece şiddet ile anıldığı, rakip olan herkesin bir diğerini “düşman” ilan ettiği günlerde, o düşmanlar eskiyi anlatırken “o gün ben de Galatasaray’lıydım” diye kendilerini takdim ederler.

Reklam
Reklam

Final...

O gün, 17 Mayıs 2000 Çarşamba gecesi, hangimiz Galatasaray’lı değildik ki? Acaba kaçımız karnını doyurabildi, çayını sigarasını, belki içkisini, kuru yemişini, meyvesini rahat rahat soyabildi ki? Hakikatten o gece biz ne yaşadık?

17 Mayıs 2000 günü öğlen saatlerinde Kopenhag’ın Tivoli Meydanında toplaşan Galatasaray seyircisinin üzerine, yüzlerinde intikam ateşi yanan 500 kadar Arsenal taraftarı saldırıya geçmiş ve bir anda Meydan’ın başka bir girişinde 700’e yakın Galatasaray taraftarı "Ya Allah Bismillah Allah-u Ekber!" nidaları ile ingilizlere hücum etmişti. “Kopenhag Meydan Muharebesi” diye Türk basını tarafından adlandırılan olaylar sonucunda, ingilizler kaçışmış Türkler meydanı “Dağ başını duman almış...” dizeleri ile inletiyordu...

Fatih Terim’in maç öncesi soyunma odasında, tüm takımı etrafına toplayıp “ALLAH YARDIMCINIZ OLSUN” diye bağırdığı görüntüler hala tüylerimi diken diken eder.

Arsenal'in vuruşuyla başlayan maçı anlatmaya-özetlemeye gerek yok. Hakan'ın rövaşata vuruşunda topun ayağına oturmamasını, Overmars'ın direği yalayıp giden şutunu, Arif'in bomboş pozisyonda topu direğin yanında auta atmasını, ikinci yarının henüz başında Hakan'ın direkten dönen topunu, Keown'ın kaleye 2 metreden topu dışarı atmasını, Hakan'ın ceza sahası içinde topu rakibinden çekerken ayağının kaymasını ve kaleci ile karşı karşıya düşmesini... Bülent Korkmaz'ın kırık kaburgasına ve yüzündeki acıya rağmen maçı tamamlamasını ve tabi Hagi'nin öfkesine yenilip rakibine yaptığı sert hareket sebebiyle takımını 10 kişi bırakıp, son dakikaları kabir azabı şeklinde izlememize sebep olmasını... Henry'nin kafasını ve Tafo'nun akılalmaz refleksini...

Reklam
Reklam

Bunları anlatmaya gerek yok, herkes zaten dün gibi anımsar...

Penaltılara kalan maç, evlerde elleri birbirine kenetledi... İnsanlar birbirinin boynuna sarılarak penaltıları izledi. Totemler yapıldı, formalar, yerler değişildi... Karnına ağrılar girenler televizyonun olduğu odayı terk etti... Her şey yapıldı, nefesler tutuldu ve Arsenal'in kaçırdığı penaltılar sonrası o an...

“Haydi Popescu, Haydi Oğlum, Haydi oğlum...” ve gollll!! Kupa Galatasaray'ın. Fatih Terim'in tüm takım Popescu'ya koşarken yere çömelip artık 120 dakika ve penaltılarda tuttuğu sinirlerinin boşalmasında onunla kaç kişi ağlamadı? O an tüm Türkiye Sarı-Kırmızı, Kırmızı-Beyaz değil miydi? Sokaklarda, caddelerde her renkten forma giymiş insanlar, tanımadıkları bir başkasına sarılarak şarkılar söylemedi mi? Kaç arabanın amortisörü acaba ertesi gün bakıma girdi? O gün gerçekten kim ne yapıyordu acaba?

Şen ola Cimbom Şen ola...

Her taraftar büyüktür, her taraftar güzeldir, hangi takımı tutarsa tutsun her taraftarın takım sevgisi kutsaldır, ebedidir. Tüm takımlar saygıyı hakeder, seveni için en büyüktür, bunun tartışması olmaz. Rakipler birbirlerini kızdırmak için “kupamız var, oho o teneke kupa ama, iyi ki kupanız var, oho kaç sene oldu o kupa” diyebilr ama ne yapalım? İnsan çocuğunun doğumunu başka bir anıyla kıyaslayabilir mi? Evladının kazandığı en ufak başarı bile en büyük değil midir?
Ali Sami Yen tribünlerine girmek için saatlerce çile çekerken de, kar yağmur demeden saatlerce stadta beklerken de, tribünlere ulaşmak için polisten o copu yemeyi bile göze alırken, takımın ezeli rakibinden 6 gol yemişken de... ve Avrupada kupa ve kupalar kaldırırken de... Taraftar böyledir, sever, aşık olur, uğruna çile çeker, cefası bile sefa gelir tek bir galibiyetin sevinciyle. Cebindeki son parayı bilet almak için kullanır, eve yürüye yürüye döner. Takımı yenilince eve şirketi iflas etmiş gibi döner... Ne yapalım, evet iyi ki bir kupamız var!
Galatasaray bu şampiyonluğu ile yıllardır dillerde olan “Hanginizin var böyle şanlı tarihi/kim oynadı yarı finali/okan hakanla süper taraftarınla/cimbom final yakışır sana” tezahüratını bile değiştirdi. Artık yepyeni bir gelecek, yepyeni bir tarih yazılmış oldu.
Kimse kızmasın ama, biz daha iyisini yapana kadar, en iyisi bu!
Kutla Cimbomum, yine kutla, seneye de kutla. Şen ola Cimbom şen ola!

Reklam
Reklam