ANALİZ - BAE-Suudi ekseninin Doğu Akdeniz siyaseti gerilim üretiyor

BAE-Suudi ekseninin Suriye ve Libya krizlerinde oynamak istediği rollere yakından bakıldığında Türkiye’nin hem enerjide merkez ülke olma politikasını engelleme hem de Türkiye’yi Arap/İslam dünyasından izole etme politikası güttüğü rahatlıkla söylenebilir - Türkiye’nin geliştirdiği askeri ve diplomatik inisiyatif ile Doğu Akdeniz’deki doğalgaz rezervlerinin zaten faaliyette olan TANAP ve TürkAkım gibi boru hatları üzerinden Avrupa’ya nakli BAE-Suudi ekseninin küresel enerji piyasasındaki rolünü sarstığı gibi bölgesel meselelerdeki etkinliğini de sonlandırabilir - Statükocu eksenin son dönemde isyancı general Hafter’in Libya’da meşru hükümete yönelik saldırılarına verdiği yoğun destek ve Riyad'ın Suriye’nin kuzeyinde asker konuşlandırma girişimi aynı amaçla atılan adımlar - Önemli oranda doğalgaz rezervine Mısır ve İsrail'in bu gazı Avrupa’ya nakletmek için Türkiye ile işbirliği yapmak zorunda olması, yakın gelecekte BAE-Suudi ekseninin bu ülkelerle ilişkilerini zayıflatma potansiyeli taşıyor - Her ne kadar Yunanistan-Güney Kıbrıs-İsrail üçlüsü Akdeniz doğalgazının Avrupa’ya deniz altına döşenecek bir boru hattı ile nakli için bir anlaşma imzalayacaklarını ilan etseler de Libya ile imzalanan mutabakat, denizin altında bile olsa, böyle bir hattın inşasını imkansız kılıyor

İSTANBUL (AA) -NECMETTİN ACAR- Geçtiğimiz hafta petrol sahasında çalışan Suudi petrol uzmanlarının güvenliğini sağlama gerekçesiyle Suudi askeri unsurlarının Suriye’nin en büyük petrol sahası olan Ömer petrol sahasına konuşlandırılmaları ve hafta sonu Hafter’e bağlı sahil güvenlik güçlerinin Akdeniz’de Türk mürettebatın bulunduğu bir gemiye el koyduklarına dair haberler dikkatleri yeniden BAE-Suudi ekseninin Doğu Akdeniz politikasına çevirdi.

BAE-Suudi ekseninin Doğu Akdeniz’e yönelik son dönemde geliştirdiği bu politikanın Türkiye-Libya arasında imzalanan Deniz Yetki Alanları Sınırlandırmasına dair mutabakat muhtırasının peşinden gelmesi, Körfez'deki statükocu eksenin Türkiye ile giriştiği jeopolitik rekabeti Doğu Akdeniz’e taşıma girişimi olarak yorumlandı. Özellikle son dönemde Doğu Akdeniz’deki doğalgaz kaynaklarının Avrupa’ya nakli hususunda Türk ve İsrail yetkililerinin “boru hattı konusunda işbirliğine hazır olduklarına” dair haberlerin basına yansıması ve BOTAŞ’ın, 2020-2023 dönemi için açtığı 7 milyar metreküp sıvılaştırılmış doğalgaz ihalesine Mısır milli doğalgaz şirketinin (EGAS) katılacağına dair haberler meselenin doğalgaz kaynakları ile ilgili olduğu ihtimalini güçlendiriyor.

Reklam
Reklam

- Türkiye’nin enerji güvenliği vizyonu

2006 sonrası dönemde Avrupa-Rusya arasında yaşanan doğalgaz krizi sonucu Rusya’nın değişik bahanelerle Avrupa’ya gaz akışını sık sık kesmesi, gelişmiş Avrupa endüstrileri için enerji güvenliğini en önemli dış politika gündemi haline getirdi. Bu süreçte Avrupa ülkeleri hem enerji kaynaklarını hem de nakil güzergahlarını çeşitlendirme politikası takip ederek alternatif enerji kaynaklarına ve güzergahlarına yöneldiler. Halihazırda Rusya Avrupa ülkelerinin tükettiği doğalgazın üçte birini tek başına sağlamakta. Özellikle Doğu Avrupa ülkelerinin Rus doğalgazına bağımlılığı yüzde ellinin üzerinde. Türkiye, bu süreçte Avrupa’nın Rusya’ya olan enerji bağımlılığını azaltmak ve enerji nakil güzergahlarını çeşitlendirme politikası için önemli bir alternatif olarak durmaktadır. Jeopolitik konumu itibarıyla dünya enerji kaynaklarının yarısını üreten ülkeler ile (Orta Doğu-Orta Asya) üçte birini tüketen ülkeler (Avrupa) arasında bulunuyor olması, Türkiye’yi Avrupa’nın enerji arz güvenliği ve ekonomileri önemli ölçüde enerji ihracatına bağlı olan Orta Doğu ve Orta Asya ülkelerinin ekonomik güvenliği için kilit önemde kılıyor.

Reklam
Reklam

“Enerjide Merkez Ülke” olma vizyonu, Türkiye’nin son yirmi yılda çok önemli bir dış politika gündemi olarak ön plana çıktı. Azeri petrolünün uluslararası piyasalara taşınması için inşa edilen Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) petrol boru hattı, Hazar bölgesinin doğalgaz kaynaklarını Avrupa pazarlarına ulaştırmak için inşa edilen ve geçtiğimiz ay açılışı yapılan Trans Anadolu Doğalgaz boru hattı (TANAP) ve yine geçtiğimiz ay açılışı yapılan ve Rus gazını Avrupa’ya taşımak için inşa edilen TürkAkım doğalgaz boru hattı Türkiye’nin enerjide merkez ülke olma politikasının son dönemdeki en önemli başarıları oldu. Sayılan işbirliği ve boru hatlarına ilaveten Suriye’nin kuzeyinde oluşturulması planlanan bir koridora ve Doğu Akdeniz’deki doğalgaz rezervleri üzerinde Türkiye’nin haklarını ihlal etmeye dönük bölgesel ve küresel projelere hem askeri hem de diplomatik kapasitesi ile engel olması Türkiye’nin başta enerji olmak üzere bölgesel sorunlarda profilini yükselten girişimler oldu.

Özellikle Kasım ayı sonlarında Libya'nın Birleşmiş Milletler tarafından tanınan meşru hükümeti ile Türkiye arasında imzalanan ve Doğu Akdeniz’deki yetki alalarının sınırlandırılmasını içeren anlaşma, Doğu Akdeniz enerji kaynaklarından Türkiye’yi dışlamak için İsrail, İtalya, Yunanistan, Mısır, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi tarafından oluşturulan Doğu Akdeniz Gaz Forumu’nun çabalarını boşa çıkarması açısından son derece önemli bir diplomatik başarı oldu. Bu anlaşma ile Türkiye bir taraftan bölgede keşfedilmiş ve gelecekte keşfedilecek doğalgaz rezervleri üzerindeki haklarını garanti altına alırken diğer taraftan bölge enerji kaynaklarının Avrupa’ya naklinde kilit ülke pozisyonunu kuvvetlendirdi. Her ne kadar Yunanistan-Güney Kıbrıs-İsrail üçlüsü 2020 Ocak ayı başlarında Akdeniz doğalgazının Avrupa’ya deniz altına döşenecek bir boru hattı ile nakli için bir anlaşma imzalayacaklarını ilan etseler de Libya ile imzalanan mutabakat, denizin altında bile olsa, böyle bir hattın inşasını imkansız kılmakta.

Reklam
Reklam

- BAE-Suudi ekseninin dünya enerji politikasında zayıflayan etkisi

Ulusal ekonomileri büyük oranda enerji ihracatına bağlı olan BAE-Suudi ekseni, son dönemde küresel enerji piyasasında yaşanan gelişmelere bağlı olarak ciddi ekonomik sorunlar ile karşı karşıya. Küresel enerji piyasasında yaşanan ve BAE-Suudi ekseninin pozisyonunu zayıflatan gelişmeler bu ülkeler açısından yalnızca bir ekonomik kaygı olmanın ötesinde, ülke ekonomilerinin enerji bağımlı rantiyer karakterine de bağlı olarak, bir milli güvenlik meselesidir.

Petrol fiyatlarının yaklaşık beş yıldan beri çok düşük seviyelerde seyretmesi, son dönemde ABD-Rusya gibi ülkelerin enerji üretimini çok büyük oranda artırarak küresel enerji piyasasının en önemli aktörleri haline gelmesi ve enerjide değişen trendler son dönemde BAE-Suudi eksenini zayıflatan bir etki açığa çıkardı. Öyle ki 2020 yılı için hazırlanan Suudi bütçesi enerji piyasasında son dönemde yaşanan tüm bu gelişmeleri tek başına özetlemeye yetiyor. Aralık ayı başında açıklanan bütçeye göre Suudi Arabistan 2020 mali yılı toplam bütçesi, 1 trilyon 20 milyar riyal (272 milyar dolar) olarak belirlendi. Bu rakam 2019 mali yılının 1 trilyon 48 milyar riyal (279.5 milyar dolar) olan bütçesiyle kıyaslandığında daha geride kalıyor. Bununla birlikte, 2018 için hedeflenen gelir miktarı 917 milyar riyal (244,5 milyar dolar) iken, 2020 bütçesinde 833 milyar riyal (222,1 milyar dolar) olarak belirlendi. Bu rakamlara yakından bakıldığında 2018 yılında Suudi bütçe açığı 35 milyar dolar iken 2020 için bu rakam yaklaşık yüzde elli artış ile 50 milyar dolar oldu. Bu rakam Suudi Arabistan tarihindeki en büyük bütçe açığı rakamlarından biri. Bu devasa bütçe açığı rakamlarının Yemen savaşı gibi ülke ekonomik kaynaklarını zorlayan bir süreçte yaşanması, Suudi yönetimi için başka bir zorluk kaynağını temsil ediyor.

Reklam
Reklam

Doğu Akdeniz, hem mevcut ve keşfedilmesi muhtemel enerji kaynakları hem de bu enerji kaynaklarının ve Orta Doğu bölgesindeki diğer enerji kaynaklarının tüketim merkezlerine ulaştırılması açısından stratejik bir konumda yer almaktadır. Arap Baharı sürecinin başlangıcından itibaren BAE-Suudi ekseni, bu stratejik bölgedeki konumunu güçlendirmek için büyük gayretler sarf etti. Yemen müdahalesi, Mısır’ı kuşatarak Kızıldeniz’i bir iç deniz haline getirme politikası BAE-Suudi ekseninin Doğu Akdeniz politikası ile yakından ilintili. Suriye’nin kuzeyinden bir bant oluşturarak hem Türkiye’yi Arap/İslam dünyasından izole etmek hem de Orta Doğu enerji kaynaklarını Türkiye’nin dışlandığı bir güzergah üzerinden Avrupa’ya taşıma projesi bu sebepten BAE-Suudi ekseninin büyük desteğini almıştı.

BAE-Suudi ekseninin Suriye politikası genel anlamda eğer mümkünse Suriye’yi Türkiye ve İran gibi iki rakip gücün etki alanından uzaklaştırmak, bu mümkün değilse Suriye krizinin her iki aktör açısından maliyetini artırarak İran ve Türkiye’yi Suudilerin nüfuz alanlarından (Körfez, Kızıldeniz) uzak tutmaya dönük olarak gelişti. Son dönemde Türkiye İdlib Çatışmasızlık Bölgesi anlaşması, Zeytin Dalı, Fırat Kalkanı ve Barış Pınarı harekatları gibi girişimler ile Suriye krizini Türkiye açısından daha yönetilebilir bir seviyeye getirdi. Böylece uzun yıllardır Suriye krizine odaklanan Türk dış politikası yeni manevra alanları kazanmış oldu. İşte Libya mutabakatı Türk dış politikasının son dönemde kazandığı bu yeni manevra alanlarının en önemi sonuçlarından biri. Aslında BAE-Suudi ekseni 2015 yılından beri sık sık Suriye’ye asker konuşlandırma niyetini dile getirmekteydi. Suudilerin son girişimi, Türkiye’nin son dönemde askeri ve diplomatik girişimleri ile güvenli bölge oluşturmasını takiben gerçekleştiği için, zamanlama itibarıyla oldukça dikkat çekici. Hem Libya mutabakatı hem de Kuala Lumpur zirvesi ile Türk dış politikasının geliştirdiği yeni açılımlar Suudilerin, Suriye krizini Türkiye açsından yeniden derinleştirerek, Türk dış politikasının geliştirdiği bu yeni inisiyatifleri akim bırakma çabasını yansıtmaktadır.

Reklam
Reklam

Elektrikli araçların yaygınlaşan kullanımı, petrolün büyük oranda taşımacılık (otomobiller, gemiler ve uçaklar) sektöründe temel enerji kaynağı olduğu dönemi sonlandırdı, doğalgaz gibi alternatif enerji kaynaklarını ön plana çıkararak küresel enerji piyasasında bir devrim yaptı. Küresel enerji piyasasının bu yeni trendi, 266 milyar varillik ispatlanmış petrol rezervi ile küresel petrol piyasasının Venezuela’dan sonraki en büyük aktörü olan Suudi Arabistan’ın elini zayıflattı, Katar ve İran gibi önemli doğalgaz rezervlerine sahip bölgesel rakiplerini ön plana çıkardı. Bu süreçte Türkiye’nin eşsiz jeopolitik konunu sayesinde Doğu Akdeniz ve Orta Doğu enerji kaynaklarının güvenli ve uygun maliyetli taşınması hususunda oynayabileceği rollere ilaveten Türkiye’nin Katar ve İran ile geliştirdiği yakın ilişkiler, küresel enerji piyasasında son dönemde yaşanan değişim göz önüne alındığında, Suudileri küresel enerji piyasasında marjinalleştirme potansiyeli taşımakta.

- Doğalgazın nakli için Türkiye ile işbirliği şart

Reklam
Reklam

Özellikle Mısır ve İsrail gibi Doğu Akdeniz’de önemli oranda doğalgaz rezervine sahip ülkelerin bu gazı Avrupa’ya nakletmek için, en uygun ve güvenli güzergah olması sebebiyle, Türkiye ile işbirliği yapmak zorunda olması yakın gelecekte BAE-Suudi ekseninin, en önemli iki müttefiki, Mısır ve İsrail ile aralarındaki ilişkileri zayıflatma potansiyeli taşıyor. Çünkü imzalanması muhtemel doğalgaz boru hattı anlaşmaları imzacı ülkeler arasında uzun süren işbirliği ve bağımlılık açığa çıkarmaktadır. Türkiye’nin geliştirdiği askeri ve diplomatik inisiyatif ile Doğu Akdeniz’deki doğalgaz rezervlerinin zaten faaliyette olan TANAP ve TürkAkım gibi boru hatları üzerinden Avrupa’ya nakli BAE-Suudi ekseninin küresel enerji piyasasındaki rolünü sarstığı gibi bölgesel meselelerdeki etkinliğini de sonlandırabilir.

BAE-Suudi ekseninin, bölgesel politikaları açısından varoluşsal bir önceliği olmayan Suriye ve Libya gibi iki ülkede yaşanan krizlerde oynamak istediği askeri ve diplomatik rollere yakından bakıldığında Türkiye’nin hem enerjide merkez ülke olma politikasını engelleme hem de Türkiye’yi Arap/İslam dünyasından izole etme politikası güttüğü rahatlıkla söylenebilir. BAE-Suudi ekseninin son dönemde isyancı general Hafter’in Libya’da Birleşmiş Milletler tarafından tanınan meşru hükümeti devirmeye yönelik çabasına verdiği yoğun destek ve Suriye’nin kuzeyinde asker konuşlandırması Türk dış politikasının Barış Pınarı Harekatı ve Libya ile imzalanan Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması Anlaşmasına yönelik bir cevap niteliği taşımaktadır. Özellikle Suriye’ye, üstelik de YPG’nin kontrol altında tuttuğu alanlara, Suudilerin asker konuşlandırma girişimi Suriye krizi üzerinden yeniden Türk dış politikasını ipotek altına alarak Türkiye’nin tüm enerjisini güney sınırlarının güvenliğine harcamasını sağlamaya yönelik bir girişimdir.

Reklam
Reklam

[Dr. Necmettin Acar Mardin Artuklu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümü başkanıdır]