İSTANBUL (AA) -CENGİZ TOMAR- Sekizinci yılını dolduran Suriye savaşında üç aşağı beş yukarı bir konsolidasyon olmakla birlikte henüz çözülemeyen iki çok önemli sorun da hemen Türkiye’nin güneyinde, yanıbaşımızda ve ülkemiz için hayati önem taşıyor. Bunlardan biri Fırat’ın doğusu, diğeri ise İdlib meselesi. Türkiye, Suriye meselesinde başlangıçta aynı safta olduğu Batı ittifakının kendisini terk etmesinin ardından özellikle 2016’dan itibaren Suriye politikasında, önemli bir değişikliğe gidip, ülkenin milli menfaatleri çerçevesinde oyun değiştirici hamleler yaparak, durumu kendi lehine önemli ölçüde değiştirdi. Kısaca hatırlayacak olursak, düşmekte olan Suriye rejiminin, 2015 yılında Rusya’nın doğrudan müdahalesiyle, adeta suni teneffüsle, hayata döndürülmesinin ardından, Türkiye 2016 yılında dost ve müttefiklerinin dolaylı ya da doğrudan destekleriyle bir darbe teşebbüsüne maruz kalmıştı. Bu darbe teşebbüsünü atlatan Türkiye için, başlangıçta Suriye’de işbirliği yaptığı ABD’nin, Türkiye’nin bütün itirazlarına rağmen, DEAŞ’a karşı, PYD/YPG ile iş tutması bardağı taşıran son damla olmuştu.
Bundan sonra Türkiye süratle Suriye politikasında değişikliğe giderek, başlangıçta farklı cephede olduğu Rusya ile işbirliği içerisinde önce Fırat Kalkanı harekatı ile sınırını DAIŞ’ten temizlemiş, ardından Astana süreciyle İdlib’te çatışmasızlığı sağlamış ve son olarak Zeytin Dalı harekatı ile Akdeniz’e ve Türkiye’nin içlerine uzanan sözde PKK kantonunu berhava edip, üç oyun bozucu hamleyle, önemli bir başarı elde etmişti. Suriye’de Türkiye’nin dördüncü oyun bozucu hamlesi yani Fırat’ın doğusunda sınırdan 30-35 km içeriye uzanan bir güvenlik bölgesi kurulması ve sınırındaki sözde kantonların elimine edilmesi için, şayet ABD ile anlaşma sağlanamazsa, yeni bir harekatın eli kulağında. Bu arada Türkiye’nin harekâtına karşılık eski müttefiklerimiz! ABD ve Fransa PKK’nın Suriye şubesi PYD ile Mesut Barzani’nin desteklediği Suriye Kürt Ulusal Konseyi (KUK) arasındaki problemleri çözerek Türkiye’ye karşı bir blok oluşturmaya çalışıyorlar.
Fırat’ın batısını Rusya ve İran’a kaptıran ABD, nehrin doğusunda DAIŞ’le mücadele bahanesiyle demografini değiştirilmesine yardım-yataklık yapmış ve PYD/YPG mensuplarının hakimiyetinde SDG (Suriye Demografik Güçleri) adı altında kendi menfaatleri açısından oldukça işlevsel yeni bir unsur oluşturmuştu. Böylece Fırat’ın doğusunda bütün dengeler değişti. Arapların yaşadığı bölgeler PYD hakimiyetine geçerken, bu terörist organizasyon, DAIŞ’le mücadele adı altında, ağır silahlarla teçhiz edilerek, bir orduya ve Fırat’ın Doğusu da ABD himayesinde SDG kod adıyla bir “PYD Kurtarılmış Bölgesine” dönüştürüldü.
Savaştan önce yaklaşık 22 milyon olan Suriye nüfusunun 5 milyonu yurt dışına sığınmış, 6 milyonu ise ülke içinde yer değiştirmişti. Bu da yarım milyondan fazla can kaybı değerlendirme dışı bırakıldığında dahi, toplam nüfusun yüzde ellisini oluşturmakta. Rejimin Fırat’ın batısında yaptığı demografik değişimin bir benzerini önce DAIŞ, ardından da ABD destekli PYD nehrin doğusunda gerçekleştirdi. Fırat’ın doğusunda nüfusun önemli bir kısmını oluşturan Sünni Araplar ile Süryani, Keldani ve Ermeni gibi Hıristiyanlar önce DAIŞ sonra da PYD yönetiminin uygulamaları sonucunda yerlerini ve yurtlarını terk etmek zorunda kaldılar. Rakka ve Deyrizor gibi Sünni Arap bölgeleri dahi bu terörist organizasyonun eline geçti. Bu dönemde ev ve arazilerini terk edenlerin emlâkına el konulmuş veya sahte belgelerle el değiştirmiş durumda. Bölgedeki dini azınlıkların mabetleri dahi işgal edilmiş bir hâlde.
Suriye topraklarının üçte birini oluşturan Fırat’ın doğusunda, Kürtlerin dışında milyonlarca Arap yaşamakta. Ancak sözde “halkların kardeşliği” mottosunu diline pelesenk etmiş olan SDG içindeki etkin PYD, nüfus olarak Arapların yaşadığı şehirlerde dahi, yönetimi domine etmekte ve Arap unsurları marjinalleştirmeyi sürdürmekte. Sözde “özerk-yönetimle” ilgili kararlar tamamen Kandil’de siyasi ve askeri eğitim görmüş, Suriyeli kökenli PKK’lı militanlar tarafından alınmakta. Diğer bir deyişle Arapların yaşadığı bölgeler Araplara değil de PYD’ye özerk. Arapların çoğunlukta olduğu Rakka ve Deyrizor gibi bölgelerde idari kademelere görüntüde Araplar atanmakla birlikte, esas kararları bu liderlere atanan PYD’li danışmanlar (eş-başkanlar) almakta. Kelimenin tam manasıyla Fırat’ın doğusu halihazırda Kandil tarafından idare edilmekte ve Arap bölgeleri PYD tarafından işgal edilmiş durumda.
ABD ile anlaşarak ya da anlaşmadan Suriye’de dördüncü oyun bozucu hamleyi yapmaya hazırlanan Türkiye, hem oluşturulmaya çalışılan Kandil kuşağını ortadan kaldırarak sınırlarını tamamen güvenceye almayı planlarken bölgedeki demografik yapıyı tarumar eden ABD destekli PYD’ye karşı, bölgenin gerçek sahiplerini yerleştirmeyi amaçlamakta. Şu veya bu şekilde Türkiye’nin bu hamleyi yapacağı aşikâr. Tabi burada sorulması gereken soru, PYD’nin böyle bir hamle olursa Türkiye’ye karşı bölgeyi savunacağı mı yoksa bu bölgeyi Esed rejimine mi terk edeceği? ABD’li gözlemcilere bakılırsa ağır silahlarla mücehhez PYD’nin bölgeyi savunacağı tahmin edilmekte. Suriye’nin kuzeyindeki son büyük sorun olarak İdlib problemi, Türkiye’nin dördüncü oyun bozucu hamlesinin ardından, Rusya ile yapılacak görüşmeler sonucunda siyasi olarak çözülmeye çalışılacak muhtemelen.
Maalesef Türkiye başta S-400 meselesi olmak üzere FETÖ, PYD Kuşağı ve mülteciler gibi bütün sorunları yetmiş yıldır müttefiki olan ülkelere rağmen çözmeye çalışmakta, bu da bize her zaman haklı olmanın yeterli olmadığını, güçlü olmanın ne kadar önemli olduğunu göstermekte.
Yazımızı âdet üzere bir son sözle bitirelim: “Güç Oyunu Bozar”
[Prof. Dr. Cengiz Tomar Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi Rektör Vekili olarak görev yapmaktadır]