Jonathan Marcus
BBC diplomasi muhabiri
Suriye krizinin başladığı 2011 yılının Mart ayından bu yana, uluslararası toplum askerî operasyon seçeneğine soğuk yaklaşıyor.
Bunun iki temel gerekçesi var.
İlki, Suriye'deki durumun, Libya'da yaşananlardan önemli farklılıklar göstermesi. Libya'ya kıyasla Suriye'de muhalefet daha bölünmüş durumda, hükümete bağlı güvenlik birimleri daha güçlü ve Suriye'nin hava savunma sistemleri çok daha etkili.
İkinci olarak, Cumhurbaşkanı Beşar Esad'ı devirmenin, bölgede Suriye'nin de ötesinde çok daha geniş kapsamlı bir istikrarsızlık yaratması olasılığı.
Libya'nın aksine, Suriye, Arap dünyasında hem siyasî hem de coğrafî olarak, çok daha merkezî bir aktör. Suriye'nin içine düşeceği bir mezhep çatışması ya da siyasî istikrarsızlık Lübnan ve Irak'ı da etkileyecektir.
Tüm bunların ötesinde, bir de askerî operasyon seçeneğinin hukukî boyutu var. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde Rusya ve Çin'în vetoları nedeniyle, askerî operasyona onay verecek bir karar çıkarmak mümkün değil.
Geçmişte, Birleşmiş Milletler kararı olmadan düzenlenen askerî operasyonlar var elbette. Örneğin NATO birlikleri, Sırpları'ın sistematik saldırılarını engellemek için, bir karar olmadan Kosova'ya gitmişti.
Ancak hukukî bir zemin olmaması, zaten askerî operasyon için fazla hevesli olmayan uluslararası toplum için geçerli bir bahane oluşturuyor.
Peki, böylesi bir ortamda, Suriye birliklerine karşı bir hava saldırısı düzenlenmesi çağrısı yapan Amerikalı Cumhuriyetçi Senatör John McCain'in sözlerini nasıl değerlendirmek gerekiyor?
Oklahoma Üniversitesi Orta Doğu Çalışmaları Merkezi Başkanı Joshua Landis, "Suriye konusunda Amerika Birleşik Devletleri'nin liderlik yapması konusunda artan çağrılara rağmen, Obama yönetimi Washington'un böyle bir liderlik üstlenmemesi, Suudi Arabistan ve Türkiye gibi bölgesel müttefikleri izlemesi gerektiği konusunda kararlı" dedi.
Obama yönetiminin, bir askerî müdahaleyi gerekli görmediğini belirten Landis, "Yetkililer, Amerika'nın Suriye muhalefetine desteği olsa da olmasa da Esad rejiminin sonunun geldiğini, günlerinin sayılı olduğunu düşünüyor. Bence bu değerlendirmede haklılar" görüşünü savunuyor.
Joshua Landis "Bu, Amerika'nın, iç savaşın içine sürüklenen Suriye'ye müdahale için herhangi bir ulusal güvenlik gerekçesi olmadığı anlamına geliyor" diyor.
Askerî müdahaleyi savunanların tezi oldukça muğlâk. Suriye'deki farklı grupları yanlış şekilde sınıflandırıyor ve karşı karşıya oldukları temel sorunları küçümsüyorlar.
Yapılacak herhangi bir dış müdahalenin odağında, hükümet güçleri tarafından bombalanan kent ve kasabalardaki sivillerin karşı karşıya oldukları krizi çözmeyi hedefleyen insanî yardım çalışmaları olmak zorunda.
Bunun yanısıra, Türkiye ve Lübnan'a sığınan mültecilerin durumu ve onlara yapılabilecek yardımlar da bu operasyonun temel hedefleri arasında olmalı.
İnsanî yardım koridorları
İlk olarak geçen yıl Fransa Dışişleri Bakanı Alain Juppe tarafından gündeme getirilen plan, Suriye topraklarında oluşturulacak güvenli geçiş koridorlarıyla, farklı bölgelere insanî yardım malzemeleri ulaştırılmasını öngörüyor.
Suriye toprakları içinde 'emniyet bölgeleri' oluşturulması fikri Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davudoğlu'ndan geldi. Oluşturulacak bu 'tampon' bölgeler, mültecilerin toplanabileceği, gıda ve barınak yardımı alabilecekleri bölgeler olarak hizmet verecek.
Bu öneri, oluşturulacak insanî yardım koridorları ve emniyet bölgelerinin güvenliğinin sağlanması için Batılı ülkelerin hava kuvvetlerinin kullanılmasını gündeme getiriyor. Uçuşa yasak bölge uygulamasının, tek başına, Suriye'deki çatışmaları önlemesi mümkün değil. Muhalif güçler, kimi zaman savaş uçakları ve helikopterlerin kullanıldığını söylese de, bu gruplarla çatışan hava kuvvetleri değil kara birlikleri.
Ancak uçuşa yasak bölge tartışmaları, Suriye hükümetinin insanî yardıma izin vermemesi durumunda, güvenli bölgelerin güç kullanarak oluşturulabileceği ve bu bölgelerin yine güç kullanılarak korunabileceğini ortaya koyuyor.
Balkanlar'da yaşanan Srebrenitza katliamı, güvenli bölgeleri oluşturup sonra korumasız bırakmanın yaratacağı korkunç sonuçların en açık örneği.
Bu aşamada en temel konu, insanî yardımı hedefleyen seçeneklerin bile önemli bir askerî operasyon gerektirmesi. Böyle bir harekât, Suriye topraklarının bir bölümünün ele geçirilip kontrol altına alınmasını ve gerekirse Suriye birlikleriyle çatışmaya girilmesini de kapsıyor.
Suriye'nin görece gelişmiş hava kuvvetlerinin karşısında, havadan destek gücü büyük önem taşıyor. Öte yandan, kara birliklerinin de operasyonlara dâhil olması gerekecek. Bunlar hafife alınacak askerî olasılıklar değil.
Bu olasılık, muhalefeti güçlendirerek Suriye hükümeti üzerindeki baskıyı arttırmayı hedefliyor. Ülkede bir rejim değişikliği asıl hedef olsa da, amacın bu şekilde lanse edilmesi çok olası değil.
Bu seçenek, Washington'da en üst seviyede değerlendiriliyor. Plan, muhalefeti daha etkili bir konuma getirebilmek için tıbbî araç gereç ve telsizler gibi lojistik malzemeler sağlamak.
Kimilerine göre bu, Libya'da olduğu gibi, muhaliflere silah yardımı yapmanın bir önceki adımı.
Bu olasılığın kullanılması durumunda başlıca amaç Suriye güçlerine silah ve cephane ulaşmasını engellemek olacak.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin desteği olmadan, bu tür bir operasyon fazla güçlü temellere dayanmayacaktır. Ayrıca bu seçenek, Suriye'nin başlıca silah sağlayıcısı olan Rusya'ya ait gemilerin de durdurulması anlamına gelecek.
Hem Katar hem Suudi Arabistan Suriye'deki muhaliflerin silahlandırılması fikrine destek verdiklerini açıkladılar. Washington Enstitüsü Yakın Doğu Politikaları Merkezi'nden Simon Henderson, her iki ülkenin de muhaliflere hâlihazırda silah desteği yapıyor olabileceğine inanıyor.
Henderson, "Humus'ta yaşanan kan gölü, her iki ülkenin de muhaliflere yardım etme kararlılığını güçlendirdi. Demokrasiyle yönetilen ülkeler olmasalar da, Humus'ta yaşananları bizler gibi televizyondan izleyen kendi kamuoylarının baskısı altındalar.
Simon Henderson, sadece silah yardımının muhaliflere fazla yardımcı olmayacağını, bu grupların bir komuta ve kontrol merkezi altında daha iyi örgütlenmesi gerektiğini belirtiyor.
Simon Henderson, muhalefeti silahlandırmanın Suriye özelinde 'en iyi taktik' olmayabileceğini, Suriye ordusunun taraf değiştirmesini sağlamanın daha başarılı bir sonuç sağlayabileceğini vurguluyor.
Henderson, "Amerika Birleşik Devletleri, farklı birliklerin komutanlarının kimler olduğunu biliyor ve büyük olasılıkla bu komutanlarla temasa geçme şansı da var. Buna benzer taktikler Irak'ın işgalinde de kullanıldı" diyor ancak bu planın, Suriye'de yeni bir askerî rejimin önünü açacağı uyarısında bulunuyor.
Suriye ordusunun Humus'a düzenlediği operasyonun en şiddetli olduğu günlerde, Amerika Birleşik Devletleri, Suriye'nin topçu bataryalarının ve roketatar rampalarının yerini gösteren uydu fotoğraflarını yayınladı.
Bu, hem tüm dünyanın olup bitenleri izlediğini göstermenin bir yolu hem de, havadan görülen her şeyin yine havadan vurulabileceği yolunda gizli bir tehditti.
Ancak Amerika Birleşik Devletleri, Orta Doğu'da yeni bir askerî operasyona girişmeye hiç niyetli değil.
Suriye'ye düzenlenecek bir askerî operasyonun, Libya'daki harekâttan çok daha büyük ölçüde olması gerekiyor. Öte yandan, Amerikan ordusunun yaptığı değerlendirmeler, Suriye'nin hava savunma sistemlerini hedef alacak bir hava operasyonunu, bu sistemlerin bulundukları noktalar nedeniyle, çok sayıda sivil can kaybına neden olacağını ortaya koyuyor.
Böyle bir operasyon şu anda Başkan Barack Obama'nın gündeminde değil.
Suriye'ye düzenlenecek bir müdahalenin getirebileceği başarılar ve başarısızlıklar hem Arap dünyasında hem de Batılı ülkelerin başkentlerinde hararetli şekilde tartışılıyor. Suriye'deki durum ve operasyon düzenleme ya da düzenlememe kararının yaratacağı sonuçlar o kadar ciddi ki, kimse herhangi bir olasılığı yok saymak istemiyor.
Tartışmaların odaklandığı nokta, muhaliflere silah sağlamanın, sadece Esad rejimiyle direnişçiler arasında değil, bu krizi atlattıktan sonra, Suriye üzerinde yaratacağı etki.
Oklahoma Üniversitesi Orta Doğu Çalışmaları Merkezi Başkanı Joshua Landis, "Hepsi Esad rejiminin devrilmesini istese de Suriye muhalefeti içinde pek çok farklı grup var. Bu bölünme, yapılacak silah yardımının etkisini azaltmayacak olsa da, Suriye ordusunun yerini alacak istikrarlı bir hükümetin oluşmasını engelleyebilir" diyor.
Peki, Suriye'deki çatışmalara daha fazla silah sağlamak, Esad rejiminin çökmesi durumunda, uzun bir iç savaşa neden olur mu?
Landis, Suriye'de mezhep ve etnik kökene bağlı farklılıkların, Irak'ta, Filistin-İsrail sorununda ve Lübnan'da olduğu gibi, çatışmaları körükleyici bir neden olduğunu vurguluyor ve "Rejimin başını kesmek kanın duracağı anlamına gelmiyor" diyor.
Landis, "Tam tersine bu, Suriye'de kontrolü ele alacak bir liderlik ve Suriye ordusunun yerine düzeni tesis edecek bir güvenlik gücü olmaması durumunda ölümleri arttıracak bir unsur olabilir" görüşünü savunuyor.
Amerika Birleşik Devletleri Barış Enstitüsü'nden Steven Heydemann da bu endişelere katılıyor ancak tamamen farklı bir sonuca ulaşıyor.
Heydemann'a göre Suriye krizinin daha da askerîleşmesi kaçınılmaz.
"Rejim sivillere karşı kullandığı gücü arttırdıkça silahlı muhalefet de büyüyecek ve bugüne kadar olduğundan daha merkezî bir rol üstlenecek" diyen Heydemann görüşlerini şöyle sürdürüyor:
"Farklı miktarlarda olsa da, Suriye'nin tüm sınırlarından içeriye silah akışı sürüyor. Batı'nın ya da Türkiye'nin, muhalefeti silahlandırmadaki isteksizliği bu süreci yavaşlatmayacak. Muhalefeti silahlandırmanın en büyük tehlikesi, Esad rejiminin zulmü altında yaşayan sivilleri korumakta başarısız görülen ülkedeki siyasî muhalefeti iyice etkisiz kılması. Suriye'nin geleceği için büyük bir tehlike yaratır şekilde, Şam yönetiminin kontrolü dışındaki bölgelerde güç, silahlı grupların elinde."
Steven Heydemann, bunun üstesinden gelmenin yolunu "kontrollü askerîleşme" olarak tanımlıyor. Heydemann'a göre bu strateji, Suriye'nin Dostları gibi bir örgüt aracılığıyla diplomatik bir çerçeve plan hazırlamayı, bu plan çerçevesinde Suriye muhalefetinin silahsız kesimlerini harekete geçirmeyi ve yeni kurulan Suriye Ulusal Konseyi'ne bağlı savunma birimi aracılığıyla bir komuta ve kontrol altyapısı oluşturup bu birimi eğitmeyi içeriyor.
Heydemann, dış güçlerin Suriye'de olayların akışını değiştirme becerisini yabana atmıyor. Ancak kontrol edilemeyen bir askerîleşmenin Suriye için çok yıkıcı sonuçları olacağını vurguluyor.
İzlenen politikalar zaman içinde kaçınılmaz olarak değişiyor. Suriye'de yaşanan olaylar ve dış dünyanın bu olaylara vereceği tepki, izlenen politikalarda değişime gidilmesinin başlıca faktörleri.
Washington Enstitüsü Yakın Doğu Çalışmaları Merkezi'nden Soner Çağatay, Türkiye'nin kriz boyunca izlediği politikalarda yaptığı değişikliklere dikkat çekiyor.
"Türkiye, Beşar Esad'a karşı, ilk olarak Birleşmiş Milletler öncülüğünde bir operasyon arayışına girdi. Bu başarısız olunca, Ankara yönetimi, Arap Birliği'ne ve Suriye'nin Dostları'na döndü ve uluslararası toplum tarafından desteklenen bir ortak Suriye politikası tesis etmeye çalıştı." diyen Çağatay, Ankara'nın, Suriye muhalefetine evsahipliği yaparak eğittiğini belirtiyor.
Türkiye'nin izlediği siyasette üçüncü aşamaya girildiğini söyleyen Soner Çağatay, Ankara yönetiminin Suriye'deki sivillere insanî yardım ulaştırmak için girişimlerini arttırdığını hatırlatıyor.
Soner Çağatay, bu girişimin de başarısız olması durumunda, Türkiye'nin bir sonraki girişiminin, sivilleri korumak ve Esad rejimine karşı daha etkin bir direniş sağlamak için muhalefeti silahlandırmak olacağını belirtiyor.
Çağatay, bu taktiğin de başarıya ulaşmaması durumunda, Türkiye yetkililerinin bir sonraki kartının, Suriye'de sivillerin korunması amacıyla 'uçuşa yasak bölge' oluşturulması için girişimlere başlamak olacağını söylüyor.
Uçuşa yasak bölge uygulamasının daha geniş askerî operasyonlara başlangıç aşaması olabileceği ortada. Ancak dış güçlerin neler yapabileceği konusunda giderek artan bir kötümserlik var. Bugüne kadar yapılan diplomatik girişimler fazla önemli bir sonuç ortaya koyamadı.
Barış Enstitüsü'nden Steven Heydemann, son olarak Tunus'ta düzenlenen konferansın büyük bir hayal kırıklığı yarattığını belirtiyor ve bu toplantının Suriye'nin Dostları adlı grubun ne kadar başarılı olabileceği konusunda ciddi soru işaretleri ortaya çıkardığını vurguluyor.
Cumhurbaşkanı Beşar Esad'a muhalif gruplar için en önemli başarı, ekonomik yaptırımların yarattığı etki.
Oklahoma Üniversitesi Orta Doğu Çalışmaları Merkezi Başkanı Joshua Landis, yaptırımların Suriye ekonomisini felç ettiğini belirtiyor ve bunun sonucunda pek çok kişinin ya ülkeyi terk ettiğini ya da silahlı muhalefete katıldığını belirtiyor.
Landis, "Bu krizde, açlık ve yoksulluğun yaratacağı çaresizliğin etkilerini görmemiz an meselesi" diyor.
Yaptırımların, hükümetin işadamlarına verdiği güvenceleri de zayıflattığını belirten Landis, zaman içinde bu grupların da Esad rejimine verdikleri desteği çekeceklerini belirtiyor.
Ekonomik ya da diplomatik girişimlerde gelinen tıkanıklığın çözümü için kestirme bir yol yok.
Askerî cephede ise, Suriye'nin geleceğiyle ilgili açık bir siyasî çerçeve olmadan, hangi türden olursa olsun, düzenlenecek bir askerî operasyonun, ülkeyi daha kanlı bir geleceğe sürükleme ihtimali var.