İSTANBUL (AA) -HÜSEYİN KORKMAZ- Yetmişinci kuruluş yıl dönümünü geride bırakan Çin Halk Cumhuriyeti'nin uluslararası sistem içinde meydana getirdiği devinim birçok tartışmayı ve sorgulamayı beraberinde getiriyor. Görece kısa bir süre içerisinde hızlı bir ekonomik gelişmeyi karakteri haline getiren Çin, bu süreci sürdürülebilir bir hale getirebilecek mi? Sistemin diğer unsurlarından gelen ideolojik ve ekonomik itirazlara katlanabilecek mi? Ya da gelişmekte olan ülkelere alternatif bir model önerebilecek mi?
Son dönemde Çin’in hem içeride hem de dışarda karşılaştığı itirazların kesif bir kuşatmaya dönmüş olması, Çin’in yolunun uzun ve dikenli olduğunu gösteriyor. Çin’in dış politikası ve kalkınma söylemi her geçen gün daha yoğun bir tartışmanın merkezine doğru sürükleniyor. Sistemik sorunların yaşandığı küresel düzendeki çatırdamalar artık daha belirginleşirken, Çin’in önüne çıkan engellerin ve çelişkilerin sayısı da artmaya devam ediyor. Dolayısıyla sistemin çatırdaması ve çok kutuplu bir yapıya doğru giden dönüşüm Çin ve benzeri yükselen güçler için fırsatlar doğururken, aynı zamanda ciddi çelişkileri ve zorlukları barındıran farklı süreçlerin de tetikleyicisi olabilir. Bu noktada Çin’in geçirdiği tarihsel süreç ve o tarihsel sürece eklenme stratejisi de önem kazanıyor.
Mao Zedong’un 1940 yılında yazdığı “Yeni Demokrasi Üzerine” isimli makalede ortaya koyduğu stratejiyi, gelişmiş kapitalist toplumlardan ve SSCB’nin sosyalist tecrübesinden ayrı bir yerde konumlandırması, üçüncü dünyacı ve bağlantısız bir arzunun somutlaşması olarak okunabilir. Mao'nun Çin’in tarihsel tecrübesini müstesna bir ideolojik yörüngeye çekme çabası, daha sonraki reform ve yükseliş dönemlerinde yaşanan pragmatik yönelimlere önemli ve kullanışlı bir dayanak sağlamıştır. Aslında bu biraz da Mao’nun stratejisinde pratik olana verdiği önemden kaynaklanıyor: Pratik üzerindeki ısrar, teorik olanın açıklayamadığı ayrıntılara tarihsel koşulların sızmasını ve pratik olanın teoriyi beslediği bir döngü oluşturmuştur. Mao’nun ortaya koyduğu düşünsel ve stratejik miras bu döngü sonucunda oluşmuş ve pratik olana verilen önem, sonraki liderlerde de öne çıkan stratejik bir özellik olarak dikkat çekmiştir.
Bununla beraber, “aşağılanma yüzyılı” olarak adlandırılan ve Çin’in tarihsel genetiğinde bir yıkıma işaret eden dönemin müsebbibi olarak “Batı’nın” görülmesi de önemli bir ayrıntı olarak öne çıkmaktadır. Çin’in farklı bir modernizasyon yolunu tercih etmesinin ve kendi felsefî politik geleneklerine yaslanmasının temelinde de bu dönemin etkileri göz ardı edilemez. Ancak bu kültürel bir kibre yol açmamış, tam tersine, Batı’nın işe yarayan yanlarının alındığı, eklektik ve hibrit bir modernizasyon sürecine dönüşmüştür.
Burada dikkat çeken husus, stratejik bir pragmatizmin Çin’in yönetiminde “kendine özgülük” şeklinde zuhur etmesidir. Reform ve yükseliş dönemlerinde yaşanan süreç ve sonucunda yaşanan iktisadi kurumsallaşma ve devletin birebir ticaretin içinde yer alarak şirketleri piyasanın belirsizliğinden koruyan bir mekanizma geliştirmesi, belki de Çin’in bu yükselişinin altında yatan en önemli dinamiklerden biri olarak okunabilir.
Çin’i yoğun bir gelişme dinamizmi içine sokan bu hususun sistemin diğer unsurları tarafından yoğun bir itirazla karşılandığı görülüyor. Sosyalist imajı çizen, fakat kapitalist bir ülke gibi davranan Çin, hibrit modeliyle alternatif bir yaklaşım oluşturabilir mi? Bu eklektik yaklaşım, sistemin sorunlarına bir çözüm sunabilir mi? Soruları çoğaltmak mümkün. Çin uzun zamandır yayımladığı hükümet raporlarında, ortaya koyduğu çabanın gelişmekte olan ülkelere ilham verebileceğini belirterek, sürekli "yaklaşan yeni bir dönem"den bahsediyor.
- Çin’in “yeni dönem” vurgusu
Çin’in son zamanlarda yayımladığı hükümet raporlarında vurguladığı “yeni dönem” kavramı, küresel düzende yaşanan dönüşümün çok kutuplu bir yapılanmaya doğru gittiğine dair inançtan kaynaklanıyor. Bu nedenle, ülkenin yönetimini ilgilendiren çeşitli konularda yeni dönemde neler yapılacağına dair raporlar yayımlanmaya devam ediyor.
27 Eylül 2019 tarihinde Çin Halk Cumhuriyeti Devlet Konseyi Enformasyon Bürosu “Yeni Dönemde Çin ve Dünya” başlıklı bir hükümet raporu yayımladı. Çin ve dünya arasındaki ilişkiyi açıklayan rapor, Çin’i daha geniş bir perspektiften ele alırken aynı zamanda Çin'in “sistemik bakış açısını” öğrenmek açısından da önemli veriler içeriyor. Rapor genel olarak “Çin böyle bir başarıyı nasıl yakaladı?” sorusunun cevabını arıyor. Çin'in gelişme eğilimlerinin nasıl anlaşılacağının uluslararası toplum için önemli bir konu haline geldiği belirtilen raporda, Çin’in yeni türde uluslararası ilişkileri ve ortak geleceği birlikte inşa eden bir toplumun kurulmasını aktif olarak desteklediği vurgulanıyor.
Raporun en ilginç anekdotlarından biri de Kuşak ve Yol girişiminin yeni bir ekonomik küreselleşme modeline yol açacağının iddia edilmesi. Çin’in söz konusu raporda hem yeni bir uluslararası ilişkiler türünden bahsetmesi ve hem de küreselleşmeye alternatif bir yol önermesi dikkat çekiyor. Burada özellikle Çin’in Batılı modelleri benimsemediği ve her ülkenin kendi yolunu keşfedebileceğini vurgulaması, aynı zamanda gelişmekte olan ülkelere “üçüncü bir yol” önerdiğini de gösteriyor.
Söz konusu raporda yer alan istatistiki veriler de önemli bilgiler içeriyor: Çin’in son kırk yılda yedi yüz milyon insanı yoksulluktan kurtardığı özellikle vurgulanıyor. 2001 yılından 2018 yılına kadar Çin’in mal ithalatı 244 milyar dolardan 2,1 trilyon dolara çıkmış durumda. 2018’de Çin’in mal ihracatı 2,5 trilyon dolar düzeyinde gerçekleşmiş. Bununla beraber, 2018 yılında yurtdışına giden Çinli turist sayısı yaklaşık 150 milyon. Çin’de çalışma çağında bulunan yaklaşık 900 milyonluk nüfusun 700 milyona yakını istihdam ediliyor. Her yıl 8 milyondan fazla kişi üniversiteden mezun oluyor.
Rapora göre Çin hâlâ sosyalist bir aşamada ve gelişmekte olan bir ülke. İyi bir refah seviyesine sahip olmasını sağlamak için, Çin'in hâlâ kat etmesi gereken uzun bir yolu var. Çin’in barışçıl yükseliş arayışının diplomatik bir söylem ya da stratejik bir belirsizlik olmadığının altını çizen raporda, Çin’in hiçbir zaman hegemonya ya da genişleme peşinde olmadığı belirtiliyor. Ayrıca uluslararası durum değişse bile, kendine etki alanı aramayacağı özellikle vurgulanıyor.
Raporda sistemik açıdan dikkat çeken önemli tespitler de yer alıyor; dünyanın büyük bir gelişme, dönüşüm ve uyum çağında olduğu ve bu yüzyılda çok büyük değişikliklerin yaşandığı ve yaşanabileceği belirtiliyor. Sistemin ciddi ve karmaşık güvenlik sorunlarıyla karşı karşıya olduğunu belirten rapora göre, stratejik rekabet keskinleştikçe bölgesel güvenlik sorunlarının artacağından bahsediliyor. Çin tam bu noktada Soğuk Savaş zihniyetine karşı çıkıyor ve rekabetten ziyade ortaklığı ön plana çıkaran bir yaklaşımı savunuyor. “Tarih, hegemonya arayışının ve uluslararası ilişkilerde gücün kötüye kullanılmasının kaosa ve hatta savaşa neden olacağını göstermektedir” denilen raporda, “yeni bir tür uluslararası ilişkiler” şeklinde kavramsallaştırılan modelin “çok kutuplu uluslararası sistem” modeline yakın olduğu görülüyor. Bu bağlamda Çin’in daha çok lidersiz ve eşit ortakların inşa ettiği bir uluslararası sistem tahayyülü içinde olduğunu söylemek mümkün. Böyle bir sistemin ideolojik çelişkilerden arınmış bir ekonomi ve refah zemini üzerinde somutlaşabileceğini varsayan bu tahayyülün, sistemik ve stratejik gerçeklikler karşısında kendine nasıl bir yol çizeceği önemli bir husus olarak göze çarpıyor.
- Çin’in önündeki temel problemler
Şi Cinping’in göreve gelmesinden bu yana pek çok fırsatta “Çin Rüyası” kavramını dile getirmesi ve Çin halkına bu hedefe ulaşmak için çaba göstermeleri çağrısında bulunması, bu hedefe ulaşma yolunda Çin’in karşılaşacağı zorlukları ve meydan okumaları da yeniden gündeme getirdi.
Çin ustalıkla yönetilmediği takdirde ciddi sarsıntılara neden olabilecek ekonomik ve politik zorluklarla karşı karşıya. Çin’in öncelikli problemleri şöyle sıralanabilir: Dünyanın en büyük ikinci ekonomisi olarak içine girdiği ekonomik yavaşlama eğilimi, Güney Çin denizinde yaşanan sorunlar ve bunun bölgesel açıdan ortaya çıkaracağı anlaşmazlıklar, Tayvan’ın durumu, Hong Kong’da aylardır devam eden protestolar, ABD ile giderek derinleşen ticaret ve tarife savaşları, içeride giderek büyüyen orta sınıfın sorunları, göçmen işçilerin yaşadıkları problemler, hızlı sanayileşmenin getirdiği ekolojik sorunlar, toplumsal uyum ve istikrar sorunları.
Çin’in yeni yayımlanan "beyaz kitap"ta önerdiği yeni uluslararası ilişkiler türü ve alternatif ekonomik küreselleşme modeli hem politik hem de ekonomik zorlukları beraberinde getiriyor. Bu noktada ABD tarafından ortaya konulan güçlü itirazlarla karşılaşan Çin, bir yandan ticaret savaşları kapsamında ABD ile uyum ararken öte yandan içeride, Hong Kong’da devam eden protestoları “bir ülke iki sistem” yaklaşımı çerçevesinde çözmeye çalışıyor.
Ekim ayının sonunda gerçekleşen ve ülkenin temel politik ve ekonomik sorunlarının üst düzeyde değerlendirildiği Çin Komünist Partisi (ÇKP) 19. Merkez Komitesi'nin basına kapalı dördüncü genel oturumunda ele alınan konular, Çin’in önümüzdeki dönemde önüne çıkacak zorluklara karşı nasıl bir tutum takınacağı hususunda önemli işaretler veriyor. Söz konusu oturumdan sonra yayımlanan bildiride “Çin yönetiminin tüm çalışmaları ve faaliyetleri, 'Çin karakterli sosyalizm' sistemine uygun olarak yürütülüyor” vurgusu var. ABD ile Çin arasında devam eden ticaret savaşıyla ilgili herhangi bir atıf bulunmayan bildiride “Bir Ülke İki Sistem” yaklaşımına dair inancın altı çiziliyor ve söz konusu sistemin güçlendirilmesi gerektiği belirtiliyor. Öte yandan bildiride, partinin iktisadi kurumsallaşma açısından devlet mülkiyeti ilkesine bağlı kalmaya ve kararlı bir şekilde “devlet ekonomisini sağlamlaştırmaya ve geliştirmeye” devam edeceği vurgulanıyor. Bu hususun altının çizilmesi gerekiyor, çünkü özellikle ABD ile devam eden ticari gerilimde, ABD tarafının en çok şikâyet ettiği konuların başında, Çin’in devlet destekli şirketleri geliyor. Çin’in bu konuları en üst düzeyde vurgulaması, sistemin diğer unsurlarıyla yaşadığı fikrî çatışmalarda geri adım atmayacağına ve yönetişimini bu minvalde geliştirmeye devam edeceğine işaret ediyor.
Çin’in karşı karşıya kaldığı problemleri ekonomik ve politik, ulusal ve uluslararası ölçeklerde değerlendirmek mümkün. Özellikle uluslararası sistemin geçirdiği dönüşümün ortaya koyduğu ivmelendirmeden yararlanmak isteyen Çin, yapay zekâ ve teknoloji sektörlerine yaptığı muazzam yatırımlarla bu geçiş sürecini kayıpsız atlama çabasında. Bu bağlamda Çin’in uluslararası sistemin geçirdiği dönüşümü değerlendirme çabası, aynı zamanda içeride yaşadığı ekonomik ve politik problemleri de öne çıkarıyor. Bununla beraber, uluslararası ölçekte, özellikle Kuşak ve Yol girişimiyle beraber halihazırda yaşanan sorunlar, Çin’i "emperyal bir yayılma" ithamıyla karşı karşıya getirmiş durumda. Çin ise bu ithamlara karşılık “hegemonya aramadığını” sürekli bir şekilde beyan ediyor.
Öte yandan Çin, yaşanan tüm sorunlara karşılık olarak, yetmişinci kuruluş yıldönümünde Devlet Başkanı Şi Cinping’in dillendirdiği “Hiçbir güç Çin halkının ilerleyişini durduramaz” cümlesi etrafında yapılanan milliyetçi bir söylem belirlemiş durumda. Bu söylem, içeride yaşanabilecek zorluklara karşı birleştirici bir uyum yakalamaya çabalarken, dışarıda önceliği ekonomik olarak daha da güçlenmek olan bir amaca yönelmiş vaziyette.
Sonuç olarak, Çin’in önünde uzun ve zorlu bir yol var. Bu uzun yolda, özellikle Çinli liderlerin göstereceği stratejik esnekliğin ve tarihsel tecrübeler sonucunda oluşmuş “eklektik yapının”, yeni dönemde oluşması muhtemel ideolojik, politik ve ekonomik problemlere nasıl bir direnç ya da uyum göstereceği önem kazanıyor.
[ABD-Çin İlişkileri ve Çin’in dış politikası alanında çalışmalarını sürdüren Hüseyin Korkmaz doktora çalışmasını Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Enstitüsü'nde sürdürmektedir]