Anoreksiya nervoza genellikle basitçe anoreksi olarak adlandırılır anormal derecede düşük vücut ağırlığı, yoğun kilo alma korkusu ve çarpık kilo algısı ile karakterize edilen bir yeme bozukluğudur. Anoreksiyalı insanlar, yaşamlarına önemli ölçüde müdahale etme eğiliminde olan aşırı çabalar kullanarak kilolarını ve şekillerini kontrol etmeye büyük önem verirler.
İki tipi vardır. Biri kilo almamak için hiç yememektir. İkincisi de yemek yedikten sonra kusma, idrar söktürücü kullanma, aşırı spor yapma gibi bedeni ve ruhsal durumu etkileyen oldukça ağır bir hastalıktır.
Anoreksiyada temel arzu kilo almamaktır. Kişi kilo almamak için hiç yememeyi seçebilir. Buna kısıtlı tip denir. Yenmişse bile yemenin ardından telafi edici davranışlarda da bulunabilir. İştah kesici ilaçlar, idrar söktürücüler kullanılabilir ve kusma yaşanabilir. Böyle bir türü de vardır.
Anoreksiyanın sebepleri 3 başlık altında toplanabilir. Birincisi ailesel nedenlerdir. Genetik yatkınlık olabilir.
İkincisi sosyo - kültürel nedenlerdir. Bugün toplumumuzda zayıf kadın, 0 beden diye tarif eden grubun örnek gösterilmesi, kişilerin buna yönlendirilmesi, hastalığı başlatıcı bir neden olabilir.
Üçüncüsü, kişinin aile ilişkilerinde ciddi problemler olmasıdır. Kontrolcü, kısıtlayıcı, yöneten bir ebeveynle büyümüş genç bir kadında, bunu tersine çevirmek için yememe savunma mekanizması olarak işlem görebilir. Arkasından da anoreksiya gerçekleşebilir.
Anoreksiyanın en önemli teşhis kriterlerinden birincisi, kişinin olması gereken kilonun yüzde 15 altında bir kiloya sahip olmasıdır. İkinci olarak 3 ay boyunca ay başı görülmemesi de bu kriterlerden biridir.
Vücutta kıllanma, deride pullanma, saçta dökülme, hormon bozuklukları ve buna bağlı hastalıklar, kalp damar hastalıkları, böbrek hastalıkları, kemik erimesi olabilir.
Psikolojik açıdan kişi oldukça hareketli, hiperaktif, sürekli aktivitelere katılan, zayıflığını gizleyici kıyafetler seçen biri olarak karşımıza çıkar.
Anoreksiyanın görülme riski nedenleriyle paraleldir. Genetik nedenlerin oldukça etkili olduğunu düşünürüz. Tek yumurta ikizlerinden bir tanesinde hastalık varsa ikincisinde görülme riski yüksektir.
Bir diğer risk, sosyo - kültürel nedenlerle ilgilidir. Gelişmekte olan ülkelerde model olarak gösterilen kişilerin ince olduğu memleketlerde daha yüksek oranda anoreksiya görülmektedir.
Kontrolcü annelerin olduğu ailelerde, kişi tam tersine bunu kontrol etmek istercesine, yeme üzerinden kontrol sağlamak amacıyla anoreksiya nevroza geliştirebilir.
Anoreksiya nervoza hastalığı olan kişilerde, aşırı hareketlilikle ilgili çok çeşitli açıklama yapılabilir. Klinik deneyimlere ve literatüre bakıldığında, kişilerin gizleme eğilimiyle ilgili olduğunu görmekteyiz.
Kişi, hareketli davranarak bu halsizliğini gizlemektedir. Gizleme davranışın başka belirtileri yalan söylemek olabilir.
Anoreksiya nervozanın en önemli belirtilerinden biri, kişinin zayıflığını kabul etmemesi, kilo vermesi gerektiğini düşünmesidir. Yalnız yemeyi tercih ederler. Hareketlilik de aslında bu amaca hizmet etmektedir. Yememe davranışını gizleme olarak kullanılan bir savunma mekanizmasıdır. Bunun bir parçası da zayıflığı gizleyecek geniş ve bol kıyafetler giyilmesidir.
Anoreksiyaya önemli ölçüde depresyon eşlik etmektedir. Madde bağımlılığı, alkol, sigara bağımlılığı çok sık görülür. Duygu durumlarında iniş çıkışlar fazla görülmektedir.
Fiziksel açıdan, yememeye bağlı olarak gelişen kemik erimesi, kalp damar hastalıkları, böbrek rahatsızlıkları, cilt bozuklukları, ciltte kıllanma, saçta dökülme gibi hastalıkların eşlik ettiği, ciddi, tedaviye muhtaç bedensel rahatsızlıklar yaşanmaktadır.
Kimi araştırmacılara göre hastaların yüzde 10'u intiharlarla sonuçlanmaktadır.
Sosyal etmenlerden bir tanesi, medyanın ve sinemanın yaygınlaşmasıyla birlikte estetiğe, güzelliğe verilen anlamı değiştirdiği söylenebilir. Günümüzde de zayıf ve ince kadın çok tercih edilendir. Şişman olan kadın ise hep itilen, geride bırakılan bir kadındır.
Psikolojik etkenlerde de, anne ve babayla kurulan ilk çocukluk dönemindeki ilişkilerin çok etkili olduğu söylenebilir. Özellikle her şeyi kendi kontrolü altında tutan ailelerde anoreksiya bir özerklik davranışı olarak düşünülebilir.
Anoreksiya nervoza tedavi edilmediğinde, eşlik eden depresyon, bedensel hastalıklar ve intihar riski nedeniyle yaklaşık yüzde 10 oranında ölümle sonuçlanır.
Ciddi sakatlıklar olabilir. İş ve sosyal ilişkilerinde bozulmalara, kişinin tek başına kalmasına, alkol ve madde bağımlılığının oluşmasına, psikiyatrik problemlerin eklenmesine neden olur.
Anoreksiya nervozanın tedavisi oldukça zordur. Bir ekip gerektirir. Tedavide psikiyatristin olması şarttır. Çünkü hem bedensel hem de psikolojik sorunlar vardır. O yüzden ekibin koordinasyonunda yer almalıdır.
Mutlaka bir diyetisyen, dahiliyeci hatta bazen kadın doğumcu gerekebilir. Eğer psikiyatrist bir psikoterapi uygulamıyorsa, beraberinde bir klinik psikolog da mutlaka tedavi ekibine eklenmelidir. Hatta bir hastaneye yatış gerekebilir.
Tedavide öncelikli olarak bedensel belirtilerin ve ölüm riski oluşturabilecek bedensel hastalıkların tedavi edilmesi gerekir. Kilonun hızla makul bir seviyeye getirilmesi, beraberinde yeme davranışının düzenlenmesi, ardında da altta yatan psikolojik nedenlerin çözümlenmesi için psikoterapi uygulanabilir.
Anoreksiya nervozası olan kişiler genellikle hastalıklarını kabul etmezler. Bu şizofrenideki gibi bir hezeyan düzeyinde değildir. Ancak kendisiyle ilgili beden algısında problem vardır. Obsesif kompulsif bozukluktaki takıntıdan da daha ağırdır. Buna aşırı değerlendirilmiş düşünce denir. Hastalığını kabul etmez, çevresinden baskı kalmadığı sürece tedaviyi aksatırlar ya da başvurmazlar.
Anoreksiya nervoza, genellikle aile içerisindeki çatışmalardan kaynaklanır. Bu çatışmaları gidermek için ailelerin mutlaka tedaviye katılımını ve bilinçlenmesini sağlamak gerekir.
Anoreksiya nervoza tedavisi geniş bir ekiple yapılmaktadır. Zor bir tedavisi vardır. Psikiyatrist, dahiliyeci, kadın doğumcu, diyetisyen, klinik psikolog gibi hekimlerin bulunduğu bir ekiple yapılır. Genellikle hastaneye yatış gerekir. Doğru tedavi uygulanıyorsa, yüzde 40'ı tam olarak iyileşir. Ancak bizim ülkemizde bu konuda gelişmiş merkezler ya da yataklı servisler yoktur. Yüzde 30'unda ise yaşama uyum sağlayabilecek şekilde belirtilerde azalma olmaktadır. Yüzde 10'unda ise ölüm olmaktadır. Ancak tedavisi sağlansa bile kişide farkındalık yaratılmamışsa hastalık kendisini tekrarlar.