"Aradığınız kişiye her an ulaşılabiliyor" - Ergenle İletişim

Ben annelikle ilgili kitaplar okuyan bir anne olamadım. Çocuk gelişimi takibim ise hamileliğimden oğlumun 1 yaşına gelinceye kadarki süre boyunca ay ay ne kadar büyür, neler yapması beklenir gibi konuları internette takip etmenin ötesine gitmedi.

Bakmayın okumayı çok severim; edebiyat mezunuyum ben. Mesele okumaya üşenmek değil. Tıp severim üstelik. İnsan bedeni ve yapabildikleri, hastalıklar ve tedavileri hatta en çok da doğal tedavi yöntemleri ilgimi çeker. Psikoloji okumayı da severim, en az haftada bir, birkaç psikoloji konulu kısa makale yoklarım ama gel gör ki çocuk gelişim kitapları, ebeveynlik kitapları beni biraz bunaltıyor. Bunu söylerken de bu konuda emek veren yazarlara, araştırmacılara, uzmanlara asla saygısızlık yapmak istemiyorum. İyi ki varlar, gerçekten. Bence en zor şey birilerine çocuklarına nasıl ebeveynlik yaparsa daha iyi olabileceğini söylemek ve ben bunun için bunu en iyi şekilde yapabilen insanlara sonsuz saygı duyuyor, önlerinde eğiliyorum. Fakat ben böyle bir anne değilim. Hatta şu anda şunu yazarken bile, bir kitaptan oğlumun ergenlik gelişimi ile ilgili bilgi almaya çalıştığımı düşündüm ve bunaldım.

Reklam
Reklam

Peki neden böyle? Benim anneliğim hep içgüdüsel oldu ve hem bu yolculuğu hep tek başıma yaptığımdan hem de inadımdan dolayı da peki kimseyi dinlemeden yapıyorum bu işi, ben ne hissedersem o.

Hamileliğimin en başından, 12 saatlik ıkınma, ağlama ve en son bir şeyler ters gidiyor hissi ile beni dinlemeyen doktora inat bedenimi kilitleyip acil sezeryana alınmamı sağlama (kordon dolanması ve büyük bebek olduğu ortaya çıktı sonra), emzirme, hastalıklar, okul, oyun ve şu anki ergenlik dönemine kadar hep içgüdüsel hareket ettim ben. Ateşini dudaklarımla ölçtüm, kilosunu kollarımla. Derslerinin durumunu defterinden anladım, arkadaşları ile ilişkisini konuşmalarından. Üzüntüsünü gözünden, sevincini yine gözünden anladım.

Hataya düştüğüm de oldu tabii. Kendi korkularımla dinlediğimde, kendi algımla baktığımda, kendi ihtiyacımla ölçtüğümde çok hata yaptım ama öğreniyorum. Benim yaşadığım anneliğin doğrusuna; kendimi kendime kapatıp, ona açtığımda, kendimi onun yerine koyduğumda ulaştığımı öğreniyorum. Bilimsel yaklaşımlara, uzman görüşlerine açığım ama bana birinin sabırla uzun uzun anlatması lazım ancak kendime açıklayamadığım “benim oğlum, ben bilirim” inadım var.

Reklam
Reklam

Bu aralar odağım olan konu olan İletişim konusundaki yaklaşımım mesela. Buna da içgüdüsel yaklaşıyorum, kendi bildiğimle. Bu konuda içgüdülerim bana zorlama, dur diyor. Nasıl mı?

Ergenlerle iletişimin ne kadar zor olduğunu, henüz bir ergen ebeveyni olmasanız dahi, bilirsiniz. Ergenler çok kapalı olabiliyorlar, ulaşılmaz bir dünyaları oluyor. Hiç konuşmuyorlar. Sorulara tek kelimelik cevaplar veriyorlar, değil mi?

Evet diyorsanız, ergenlerin kendi aralarındaki iletişimi bir düşünün. Ne kadar çok konuşuyorlar değil mi? Bağıra çağıra anlatıyorlar hatta. Ya okulda tüm gün bir arada takıldıktan sonra bile eve gelip telefonda konuşmak, mesajlaşmak. Yani aslında iletişime kapalı olmuyorlar, sadece bize ulaşamıyorlar. Evet; doğru yazdım. Biz onlara değil onlar bize ulaşamıyor.

Benim oğlum da tek kelimelik cevapları tercih eden bir genç ancak ben fark ettim ki, bazen gerçekten de anlatacakları oluyor. Genellikle anlamadığım, ona çok komik gelen hikayeleri, benim ilgimi hiiiç çekmeyen ama benimle paylaşmak istediği bilgisayar oyunu veya youtube videosu, bana göstermek hatta öğretmek istediği ve antrenmandan yeni öğrendiği bir hareket, okuduğu kitap ve sevdiği film, bir dönem takıntılı bir biçimde dinlediği müzik, tam yatma saatinde aklına gelen ve benim uykulu gözlerime inat 20 dakika boyunca anlatacağı okuldaki bir olay gibi örnekler benimle kurmaya çalıştığı iletişimi kapsıyor. Benim sorduğum “Okul nasıl gidiyor?” “Arkadaşların nasıllar?” “Mutlu musun, bir sıkıntın var mı, bir ihtiyacın?” “Eğleniyor musun?” “Neler yapıyorsun?” sorularının cevapları işte bu anlarda gizli. “Okul nasıldı?” sorusunun cevabı okulda olan bir komik olay, bir öğretmenin bir davranışından duyduğu öfke veya sevinçte gizli, “yarın sınavım var” demesi gibi hikayelerin satır aralarında gizli. “Ahmet arkadaşınla aran nasıl?” sorusunun cevabı ise, “bugün Ahmet’le çok komik bir şey oldu, teneffüste….” hikayesinde veya Ahmet’le ilgili son zamanlarda hiç konuşmamasında gizli.

Reklam
Reklam

Sorun şu ki, doğrudan sorunca cevap gelmiyor ve bu durumda bir ebeveyn olarak hep uyanık olmak zorundayım çünkü anlatmak istediği hikayenin içinden ne zaman akacağı belli olmuyor; bazen bir film izlerken, bazen tam tuvalete girecekken, bazen yemek yerken ve bazen de sabah saat 6 da. Aslında bakarsanız, tüm iletişimlerin temelinde de bu yok mu? Çok nadirdir ki yetişkinlerle iletişimizde karşılıklı oturup açık açık, sistematik soru-cevap modunda iletişim kurabiliyoruz.

Ağrılığınca, sevdiğimizin hallerinden, anlattıklarından anlıyoruz içinde bulunduğu durumu. Peki neden çocuklarımızı sorguya çekme ihtiyacımız oluyor? Hat höt… Okul nasıl? Dersler nasıl? Başın ne kadar ağrıyor? Yemeği beğendin mi? Banyo işi tamam mı? Çok can sıkıcı gerçekten, bana yapılsa isyan ederim.
Ve sessizlik. Nasıl 2-3 yaşlarındayken çocuklar, sessizlikleri bir işler karıştırdığının işareti; ergenlerle de öyle. Sessizse çocuk bir şeylerin ters gittiğini düşünürüm ben.

Bir anne olarak, dahası bu çocuk büyütme işini tamamen tek başına üstlenen bir bekar anne olarak oğlum için kendimi ulaşılabilir kılmam zor oluyor, yetişemediğimi hissediyorum. Benim değil, onun istediği zamanlarda onun iletişim ihtiyacını karşılamam gerekiyor. Ben ofisteyken ondan bir anda gelen telefonla 15 dakika boyunca en son okuduğu çizgi romanındaki karakterin maceralarını dinlemem mümkün olmuyor ve bunu “arayıp babana da anlatsana” demek gibi bir şansa da sahip değilim kendi özelimde. Oğlumun yaşamındaki tek sürekli ebeveyn benim, her daim ulaşılabilir olmak zorundayım…

Reklam
Reklam

Ulaşılabilir olmak. Çocuk bu. 15 dakika sonra, o anda anlatmak istediği hikaye ile ilgili hisleri ve heyecanı daha farklı olabilir. Bir an için dünyanın en önemli şeyi, bir an sonra unutulup gidiliyor. Yerini başka bir şey alırken; geriye öğrendikleri, hisleri ve deneyimi kalıyor. Çocukların aynı anda kaç oyuncakla oynayabildiklerine baksanıza, parka gittiklerinde nasıl oradan oraya koşuşturduklarına. Koltuk üzerinde zıplarken aynı anda şarkı söyleyebilmelerine bakın. Çocukların içinden akar duyguları çağlayan gibi. Bizler büyüdükçe kaplara koyuyoruz, kutuluyoruz hislerimizi. Çocuklar için böyle değil ve ergenlikte bile, en iletişimsiz hallerinde bile, sürekli anlatırlar yaşadıklarını. Ulaşılır olursanız, duyabilirsiniz.

Ulaşılabilir olmak: O bir hikaye anlatırken; ön yargısız, sözünü kesmeden, “ama aaa… çok yanlış yaptın” demeden dinleyebilmek.
Ulaşılabilir olmak: Onun sevdiği oyun, film veya müzik başınızı ağrıtsa bile onunla beraber yaşamak, onun gözünden bakmak.
Ulaşılabilir olmak: Samimi olmak, kandırmamak. “Bu oyun benim tarzım değil ama senin ilgini neden çekti çok iyi anlıyorum, sevdiğin karakterler var burada” diyebilmek.
Ulaşılabilir olmak: “Neden canın sıkkın, yüzün gene sirke satıyor, sen de hiçbir şeyden mutlu olmuyorsun, ne yaparsam yapayım hep canın sıkılıyor” demek yerine, “şu anda ne yapıyor olsaydık heyecan duyardın, mutlu olurdun” diyebilmek.
Ulaşılabilir olmak: “Benimle hiç konuşmuyorsun oğlum” demek yerine kendi gününü anlatmak, onu güldürebilmek, kendini ona açmak.
Ulaşılabilir olmak: O konuşurken, sana bakmasa bile ona bakmaya devam etmek, göz teması kurmak.
Ulaşılabilir olmak: O kaçsa bile sarılmak, öpmek… Anne babasınız. Sizin ilgi, sevgi ve onayınızdan evvela bir şey yok ki. Ulaşılabilir olmak. Ona yaptığı yanlışları sürekli eleştirmek yerine, doğru yaptığı şeyleri, başarılarını takdir etmek.

Reklam
Reklam

Düşünüyorum da; bu ulaşılabilir olma durumunu başarırsam, büyüdüğünde de ihtiyacı olduğunda bana gelecek kadar güvenir ilişkimize. Ne dersiniz?
İçgüdüsel gelişiyor benim anneliğim dedim ya… İçgüdülerimle iletişim kuruyorum kendimce oğlumla ve ben böyle çözdüm şimdilik bu iletişim zorluğunu. Cımbızla laf alma yönetimine alternatif yöntem. Uzmanlar ne der bilmiyorum. Benimkisi tamamen hissel bir yaklaşım, zihnim yerine yüreğimle yaptığım. Bilimsel veriye dayalı, uzman görüşü değil; hatta biraz ilkel bir yerimden geliyor. Çok pratik bir yöntem de değil bu, sürekli tetikte bekleyen bir kaplan misali. E her ebeveyn biraz aslan biraz kaplan. Yavrularımız ortada oynarken sürekli çevreyi kolaçan eden halimiz var. Ben de bekar anneyim ya… İki çift kulağım, iki çift gözüm var, çok şükür.

Dip not: Vallahi annelik halimi çizsem; çok gözlü, koca kulaklı, çok el ve ayaklı, saçları uçuşan, yavrusunu üzeni bakışları ile taşa çeviren, çağlar öncesinden gelen bir mitolojik yaratık olarak çizerdim ve eminim ki o halim gerçek olsa, ergen oğlum beni çok daha eğlenceli bulabilirdi. Yani, en azından ilgisini çekmek için playstationda canavar öldürmeme, bu yaşıma kadar atmayı öğrenemediğim taklayı atmayı öğrenmeye çalışmama, asla dinlemeyeceğim bir şarkıyı 100 kere dinlemek zorunda kalmama filan gerek kalmazdı. Değil mi? Yine de kalırdı, evet.

Reklam
Reklam