Aşkın bir hastalık olmadığını söyleyen Amerikan Hastanesi Uyku Bozuklukları Kliniği Şefi Dr. Sabri Derman, insanların aşık olacakları veya eş seçecekleri insan hakkında beyinlerinde taşıdıkları şablonların 2 ile 8 yaşlar arasında oluştuğunu belirtiyor. Derman, kişinin bu yaşlarda beyninin derinliklerinde birçok farklı alanda depolanan sevgili veya eş resmine uygun bir kişiye rastlayınca, beyninde ‘romantik’ aşk denilen bir “kimyasal heyelan” ortaya çıktığını ifade ederek, hissedilen duyguları şöyle tarif ediyor:
İlk saniyelerde etkiliyor
“İlk etkileri saniyeler, dakikalar içinde (yıldırım aşkı), daha karmaşık etkileri günler, haftalar içinde beliriyor ve beynimizde zorlama bir ayırım yaparsak birçok farklı duygusal ve bedensel olayı harekete geçiriyor. Bunların en önemlileri, otonomik sistemimizi canlandıran dopamin ve noradrenalin salgılarının artması. Testosteron hormonunun artmasıyla artan seks dürtüsünün aksine bunlar, bedensel ve duygusal bir ödüle ulaşma konusunda beynin ve vücudun hedefe kilitlenmesini ve ona ulaşmak için biyolojik anlamda ‘gaza basmasını’ sağlıyor. Kalp atışları hızlanıyor, ateş basmaları, terlemeler oluyor, iştah azalıyor, sevgili dışında herşey ve herkes giderek önem ve açıklık kazanıyor.
Konsantrasyon saplantıya varacak düzeylere çıkıyor, uyku kaçıyor, aşık olunan dünyanın en akıllı, güzel, sevimli, iyi huylu bulunmaz hazinesi haline getirilirken bütün olumsuz özellikler beyin tarafından filtreleniyor, çarpıtılıyor ve bastırılıyor. Bu süreç içinde aşık olunana ulaşamama, sadece ulaşma dürtülerini daha da artırmaya, yanmaya tutuşmaya sebep oluyor.” Derman, Cuma akşamından pazartesi sabahına kadar yaşanan aşkların ‘aşkı’ tarif etmediğini belirtiyor.
Aşkın bir hastalık ya da anormallik olmadığını ifade eden Derman, “Her insanda biraz farklı ortaya çıkan ve gelişen bir insanlık halidir. Son 8-10 senede evrimsel gerekliliğinden uzaklaşıp daha çok duygu zenginlikleriyle bezenmiş olsa da, aşk yaşanabilecek en karmaşık ve iz bırakan duygu durumlarından birisidir. Üstelik bu haliyle aşk, üreme fizyolojisinin ve neslin sürdürülme dürtülerinin çok üstünde farklı bir düzeye çıkmıştır önbeynimizin gelişmesi sayesinde.
Üstelik duygu ağırlığı üstün bu tutkular, sevenler arasındaki cinsiyet, yaş, sosyal statü, ırk, din gibi farklılıkların da üstesinden gelebilecek bir güce ulaşmıştır” diye konuşuyor.
Mutlu partner kalbi koruyor
Kalp damar hastalıklarının nedenlerine yönelik Amerika’da 25 yıldır süren bir araştırmanın yeni sonuçları, mutluluğun bulaşıcı olduğunu belirlerken mutlu olanların kalp damar hastalıklarına daha az yakalandığını ortaya koydu. “Framingham çalışması”na göre, birbirlerine 1 buçuk mil mesafede yaşayan ailelerin ve yakın arkadaşların mutlu olma şansı yüzde 25 artıyor. Çalışmanın en önemli sonuçlarından biri, bu mutluluğun bulaşmasına bağlı olarak kalp damar hastalıkları ve kalp krizinin daha az sayıda saptanması. Mutlu bir kadın ya da erkekle yaşamak da, kalp damar sağlığının korunmasına katkıda bulunuyor. Ancak mutluluğun aynı işyerindeki kişilerde bulaşıcı bir etkisi bulunmuyor. Mutlu yaşam, mutluluk hormonu olarak bilinen endorfinin salgılanmasına neden oluyor. Rahat ve sakin yaşam, kalp damarlarında ve vücuttaki tüm damarlardaki hasarı önlemiş oluyor.
Araştırma sonuçlarını yorumlayan Türk Hipertansiyon ve Ateroskleroz Derneği Başkanı Prof. Dr. Serap Erdine, şunları söylüyor: “Aşırı gergin yaşamın kalp hastalıklarına ve hipertansiyona yol açtığı zaten biliniyordu. Stres, vücutta sempatik sinir sistemi dediğimiz sistemi harekete geçirerek adrenalin ve kortizol gibi hormonların yükselmesine ve kalp damar hastalıkları riskinin artmasına neden oluyor. Mutluluğun da aynen stres gibi bulaşıcı olduğu bu çalışmayla kanıtlandı. Ne kadar gergin ve sıkıntılı insanlarla birlikte oturursanız size de geçer ve gergin olursunuz. Aynı şey mutluluk için de geçerli. Mutlu ve sıcak bir aile ilişkisi içinde yaşayanlarda stres faktörü azaldığı için kalp damar hastalıklarına yakalanma riski de daha az oluyor.”