Ankara Sanayi Odası (ASO) Başkanı Nurettin Özdebir, “Yeni hükümet, üretimi ve büyük yatırımları ekonomi politikalarının merkezine koymalı, sanayiyi öksüz çocuklar gibi sahipsiz bırakmamalıdır” dedi.ASO Ağustos Ayı Meclis toplantısı yapıldı. ASO Zafer Çağlayan Salonunda gerçekleşen toplantıda konuşan Özdebir, parlamentonun yasama görevinin yanında denetim görevini de daha sağlıklı yapabileceğine inandığını belirterek, “Bütün bu dönüşümleri yeni dönemde başarabilirsek, Türkiye’nin daha yönetilebilir bir ülke olacağını düşünüyorum. Değişen dünya şartlarında zaman zaman ekonomik politikalarda ayarlamalar yapmak doğal karşılanmalıdır. Ama, değişim karşısında duyulan endişeler nedeniyle bir istikrarsızlık algılaması oluşturuluyor. Bu aslında kendi ayağımıza kurşun sıkmak anlamına geliyor. Çünkü bu algılar beklentileri de bozuyor. Yıl sonu enflasyon beklentisi 8,70’e yükseldi. Mayıs ayından beri düşüşte olan Reel Kesim Güven Endeksi 106,8’e geriledi. Beklentilerdeki bozulma, piyasaları da etkilemektedir. Bu bozulmanın konut piyasası üzerindeki etkisi iyice hissedilmektedir. Temmuz ayında konut satışları bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 20 geriledi. Bu gerilemede yeni konutlardaki KDV artışının da etkisi olmuştur. Faiz artışı endişeleri ile birlikte ipotekli konut satışlarındaki düşüş yüzde 33 gibi daha yüksek bir oranda oldu. Yatırım malları ithalatı iki aydır yüzde 5’in üzerinde düşüyor. Oysa bizim üretime ve büyümeye odaklanmamız, piyasayı canlı tutmamız lazım. Cari işlemler açığı riskini azaltmak için sanayinin ana girdilerini oluşturan ama bize göre hammadde olan aramalı, üretimini artırarak ithalatını düşürmemiz lazım. Yeni hükümet, üretimi ve büyük yatırımları ekonomi politikalarının merkezine koymalı, sanayiyi öksüz çocuklar gibi sahipsiz bırakmamalıdır” dedi.Türkiye’de sanayicilik yapmanın ne kadar zor olduğunu her zaman ifade ettiğini kaydeden Özdebir, “Rant peşinde koşarak yüksek kazançlar sağlamak yerine, düşük kâr oranları, artan rekabet ve yatırım ortamındaki eksiklikler ve her geçen gün istihdam üzerindeki hukuki ve mali yüklerin artışı nedeniyle şevki kırılan sanayici varlığını sürdürme mücadelesi vermektedir. Ülkemizde fiyatlar esas olarak enflasyon nedeniyle artmaktadır. Ama her sektörde fiyat artışları aynı oranda olmamaktadır. Sektörel fiyat artışlarını enflasyonun yanı sıra talep ve rekabet şartları, maliyet artışlarındaki farklılaşmalar da etkilemektedir. Ülkemizde fiyatlar, 1998-2014 döneminde ortalama 14 kat artmıştır. Ama fiyat artışları her sektörde aynı olmamıştır. Eğer bir sektördeki fiyat artışları GSYH’daki artışın gerisinde kalmışsa bu o sektörde göreli fiyatların düştüğü anlamına gelmektedir. İmalat sanayi ürünlerinin diğer birçok sektörde üretilen mal ve hizmetlere göre değeri düşmüştür” dedi.Gelir arttıkça diğer mal ve hizmetlere olan talebin arttığını belirten Özdebir, “Küresel, özellikle Çin’den gelen rekabet ve piyasa gözetim ve denetiminin eksik yapılması nedeniyle doğan haksız rekabet endüstriyel ürünlerin fiyat artışlarını sınırlamaktadır. Küresel krizin neden olduğu emtia fiyatlarındaki artışlar da sektörler arasındaki fiyat farklılaştırmasını körüklemektedir. Endüstriyel malların diğer mallar karşısındaki değer düşüşü her alt sektörde de aynı değildir. Yoğunlaşma oranı bir sektörde en büyük 4 firmanın toplam üretim içindeki payını göstermektedir. Eğer bu pay 30’un altında ise yoğunlaşma düşük, 30-50 arasında orta, 50-70 arasında yüksek, 70’ten yüksek ise çok yüksek yoğunlaşma var demektir. Bir sektörde yoğunlaşma ne kadar yüksek ise, rekabet o kadar az, bazı firmaların tekel gücü ile fiyatları da o kadar yüksektir. İmalat sanayinin dörtte birinde çok yüksek, beşte birinde ise yüksek yoğunlaşma vardır. Bu sektörlerin yüzde 46’sında yoğunlaşmanın yüksek olduğu anlamına gelmektedir. Bu yüksek oranlar, bize şunu göstermektedir. Bir çok sektörde yeterli rekabet olmadığı ve birkaç büyük firma o sektöre hakim olduğu için fiyatlar yüksek oluşmaktadır.Böylece tekel gücüne sahip firmalar ürünlerini dışarıda dünya fiyatlarından satarken yurt içinde yüksek fiyatlardan satarak kârlarını artırabilmektedir. Biz de sanayici olarak eğer o sektörlerden mal satın alıyorsak rekabetçi bir piyasadakinden çok daha yüksek fiyatlar ödüyoruz. Malımızı satıyorsak da tekel gücü karşısında malımızı düşük kârlarla satmak zorunda kalıyoruz” dedi.Özdebir, şunları kaydetti:“Yüksek yoğunlaşma, sadece fiyatları değil teknolojik gelişme ve inovasyonu da olumsuz etkilemektedir. Rekabetle karşılaşmayan ve malını yüksek fiyattan satan şirket, ne teknolojik gelişme ne de inovasyon kaygısı taşıyacaktır. Piyasada tekel gücüne sahip bir şirketin, kaliteyi geliştirme daha kaliteli malı daha ucuza satmak için hiçbir nedeni olmayacaktır. Yüksek yoğunlaşma oranları cari işlemler açığını da artırmaktadır. İçeride yoğunlaşma oranı yüksek bir sektörden aramalı almak yerine ithalat yapmak daha ucuza geliyorsa başka ne yapılabilir ki? Bu yüksek yoğunlaşma oranları, sanayimizin sağlıklı gelişimini engellemekte, özellikle küçük firmaların kâr oranlarını düşürerek sermaye birikim hızını yavaşlatmaktadır. Bu nedenle büyük firmalar yüksek kâr ederken, küçükler düşük kâr oranlarıyla yetinmek zorunda kalmaktadır. Ekonomi yönetimi, yoğunlaşma oranları yüksek sektörlere girecek yeni şirketlere teşvik vermelidir. Rakiplerin sayısının artacağı endişesi bile yoğunlaşma oranı yüksek sektörlerde fiyatların düşmesine yol açacaktır.”
Anadolu Ajansı ve İHA tarafından yayınlanan yurt haberleri Mynet.com editörlerinin hiçbir müdahalesi olmadan, sözkonusu ajansların yayınladığı şekliyle mynet sayfalarında yer almaktadır. Yazım hatası, hatalı bilgi ve örtülü reklam yer alan haberlerin hukuki muhatabı, haberi servis eden ajanslardır. Haberle ilgili şikayetleriniz için bize ulaşabilirsiniz