At eti menüde, başka neler var?

İngiltere sofralarına sızan at eti yüzünden denetimler sıkılaştırılır, politikacılar, süpermarketler, üreticiler, dağıtımcılar birbirini suçlarken, kamuoyu, 'daha neler sahte çıkabilir, yediklerimiz ne kadar güvenli?' sorularına yanıt arıyor.

İngiltere hükümeti ve parlamentosunun haftalık gündemine gıda skandalı damgasını vurdu.

İngiltere'de bazı hazır yiyeceklerde, etiketinde ''dana eti'' yazıldığı halde çok yüksek oranlarda ''at eti'' kullanıldığının ortaya çıkmasıyla patlak veren skandalın boyutları giderek büyüyor.

Hazır yemek şirketi Findus'un lazanyasında yüzde yüz at eti çıkması üzerine kontroller yaygınlaştırıldı ve son olarak İngiltere'nin en büyük süpermarketlerinden Tesco sattığı hazır spagetti bolonez'in içinde yüzde 60 oranında at eti bulunduğunu açıkladı.

Reklam
Reklam

Soruşturma 4 Avrupa ülkesinde sürdürülüyor, bugün de İngiltere parlamentosu konuyu gündemine aldı.

Çevre Bakanı parlamentoya bundan böyle her üç ayda bir tüm dana eti ürünlerinin kontrolden geçirileceğini söyledi.

Gıda sektörü temsilcileriyle iki günde ikinci toplantısını yapan Çevre Bakanı Owen Peterson, işin içine örgütlü suç şebekelerinin karışmış olabileceğini söyledi.

Yürütülen kontrollerin sonuçlarının açıklanmasıyla hafta sonuna kadar skandalın boyutlarının daha da büyümesinden endişe ediliyor.

Ne kadar yaygın?

Aslında gıda alanında sahtekarlık ilk kez ortaya çıkmıyor. Bir zamanlar biraya su, ekmeğe talaş karıştırıldığı bile olmuştu.

Bugün ise yükselen gıda fiyatları, bir gıdaya giren hammaddenin sayı ve coğrafi kaynak bakımından çok büyük artış ve çeşitlilik göstermesi başka tür sahtekarlıklara imkan sağlıyor.

Bazı ürünlerde 20 ayrı ülkeden gelen malzemenin kullanıldığı ve her bir malzemenin de ayrı ayrı bir kaç ülkeden geçerek geldiği oluyor.

Bu, bir ürüne katılan hammaddelerin menşeini belirlemeyi ve kontrol etmeyi zorlaştırıyor.

Reklam
Reklam

İngiltere'de Gıda Standartları Kurumu FSA ithal gıdayı gümrükte değil, dağıtım ve pazarlama aşamalarında rastgele teftişlerle denetliyor.

Kuruluş, İngiltere'de gıda sahtekarlığının yaygın olmadığı görüşünde ama bunun çok iyimser bir görüş olduğunu düşünenler de az değil.

2011 yılının Aralık ayında yapılan baskınlarda Avrupa çapında yüzlerce ton yiyeceğe, çeşitli sahtekarlıklar yapıldığı gerekçesiyle el konmuştu.

Avrupa Güvenlik Teşkilatı Europol'dan Chris Vansteenkiste gıda sahteciliğinin çeteler açısından çok cazip bir hale geldiğini söylüyor.

2011 yılında gerçekleştirilen Opson operasyonunda İngiltere de dahil 10 Avrupa ülkesinin deniz ve hava limanları ile toptancıları hedeflenmişti.

Neler bulunmadı ki? 13 bin şişe satılamayacak kalitede zeytinyağı, 30 ton sahte domates salçası, 77 bin kilo sahte peynir, 12 bin şişe köte şarap, 5 ton kötü balık ve deniz ürünü, 30 bin sahte çikolata şekerleme.

Fakat et sahteciliği tüketicinin en kabul edilemez bulduğu sahtekarlıkların başında geliyor.

Son skandalın İngiltere ve diğer ülkelerde tüketici üzerinde ne gibi etkileri olacağını şimdiden tümüyle kestirmek zor.

Reklam
Reklam

Ama Avrupa'da ne zaman bir gıda sahtekarlığı ortaya çıksa, sonuç genellikle tüketicinin piyasadaki daha pahalı ürünlere yönelmesi olur.

Böyle zamanlarda organik beslenen ve serbest gezen hayvanlardan elde edilen ürünler daha bir değerlenir.

'Anahtarı hırsıza yaptırtmak'

Gıda skandalı, kamu sağlığı konusunda alarm zillerinin çalmasına yol açarken, sadece suç şebekelerinin sorumlu olduğu açık sahtekarlıklar değil, şirketlerin gıda standartları ve reklam stratejilerinin de denetlenmesi tartışması da alevleniyor.

Tıp dergisi Lancet'te yayınlanan bir yazıda uzmanlar gıda şirketlerinin geçmişte tütün firmaları tarafından kullanılan stratejilere başvurduklarını iddia ederek çok daha sıkı denetlenmelerini istediler.

Uzmanlar, içki ve sigaranın, yüksek kalorili yiyeceklerin, aşırı şekerli içeceklerin ucuza ve kolayca bulunduğu ve her türlü taktikle pazarlandığı bir dünyada, kanser, kalp hastalıkları, felç, şeker ve solunum yolları hastalıkları gibi kısmen yaşam tarzına bağlı hastalıkların da hızla arttığına dikkat çekiyorlar.

Reklam
Reklam

Uzmanlar çok uluslu gıda şirketleriyle, kullandıkları tuz, şeker, yağ oranları, ya da etiketlere kalori ve alkol oranının da eklenmesi gibi konularda daha önce İngiltere hükümetinin yaptığı gibi pazarlıkla anlaşmaya varmanın bir yararı olmadığını söylüyorlar ve "Gıda şirketlerinin kendi kendini denetlemesini beklemek hırsıza anahtar yaptırtmaya benzer" diyorlar.

Avustralya'daki Melbourne Üniversitesi'nden Profesör Ron Moodie "Kendinizi güvende hissediyorsunuz, ama değilsiniz" diyor.

Moodie ve birlikte çalıştığı uzmanlar çok uluslu gıda ve içecek şirketlerine tıpkı tütün sektörü gibi davranılması gerektiğini savunuyor. Şirketlerin sağlıksız yiyecekleri satmakta çok büyük çıkarı olduğuna dikkat çekiyor ve bu nedenle ulusal ve uluslararası düzeydeki kuralların belirlenmesinde şirketlerin söz sahibi olmaması gerektiğini söylüyorlar.

Uzmanlar, "serbest piyasa" ve "rekabet" kavramlarının da soruna çözüm olmadığını çünkü gerçek hayatta gıda sektörüne bir kaç dev çok uluslu şirketin tamamen egemen olduğunu söylüyor.

Reklam
Reklam

Lancet'te yayınlanan araştırmada "Örneğin ABD'de bütün gıda satışlarının yüzde elliden fazlasını 10 büyük şirket kontrol ediyor. Dünya çapında bakıldığında dev şirketlerin egemenlik oranı yüzde 15 ve giderek yükseliyor. Dünyada satılan alkolsüz içeceklerin yarıdan fazlası büyük çok uluslu şirketler tarafından üretiliyor" deniyor.

Uzmanlar çok uluslu şirketlerin gelişmekte olan ülkeler üzerindeki egemenliğini hızla artırmakta olduğuna da dikkat çekiyor.