LONDRA (İHA) - Avrupa Komisyonu üyeleri için Avrupalı milletvekillerinin bugün yapacağı oylama konusunda basın, komisyonun onay alacağında hemfikir görünüyor.
Financial Times bu görüşü paylaşırken, bir yandan da son 1 aydaki tartışmaların neyi değiştirdiğini sorguluyor.
Financal Times'taki yazıda, "Öncelikle parlamento, Başkan Jose Manuel Barroso'yu ekibini değiştirmeye zorlayarak Avrupa'daki güç dengesinde zayıf halka olduğunu düşünenler karşısında puan kazandı. Milletvekilleri ile ülkeleri arasındaki göbek bağı koparıldı. Hükümetler bu kez milletvekillerini komisyonu onaylamaya zorlayamadı. Bu da halkın parlamentoya bakışını ve inancını güçlendirecek" diyor şeklinde yorumlara yer veriliyor.
Gazete bununla birlikte Barroso'nun, ekibinde daha geniş kapsamlı bir değişiklik yapmayarak daha güvenilir olma fırsatını kaçırdığını belirtiyor. Bu bağlamda özellikle Hollandalı üye Neelie Kroes ve Günter Verheugen'in tartışma doğurduğunun altını çiziyor.
Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac'ın İngiltere'ye bugün başlayan ziyareti, Manş Denizi'nin her iki yakasında da yakından izleniyor.
İngiltere'de Guardian, Chirac'ın dün BBC'ye verdiği mülakatta İngiltere ile ilişkilerini 'un amour violent' yani 'fırtınalı bir aşk' olarak tanımladığına dikkat çekiyor. "İlişkimiz yoğun bir rekabete dayalı" diyen Chirac, "Bu hem birbirimizi sevmemize hem de nefret etmemize yol açtı" ifadesini kullanıyor.
Le Monde 'Entente Cordial', yani saygılı yakınlaşma sürecinde son dönemde saygı unsurunun biraz azalmaya başladığından dem vuruyor. Ancak devlet adamları arasındaki kavgaların uzun süremeyeceğini belirten gazete, şu öneriyi getiriyor;
"Bir kriz geçtiğinde, görüşleri ayrı olsa da kendi hükümlerinden ve ülkelerinin ulusal çıkarlarından ödün vermeksizin, diyaloglarını sürdürmeliler"
Independent da aynı kanıda... "İklim değişikliği, 3. dünyanın kalkınması ve Uluslararası Ceza Mahkemesi konularında hemfikirler" diyen gazete, "İki lider bu görüşmede onları birleştiren noktalara odaklanmalı" görüşünü savunuyor;
"İki lider bu akşamki görüşmelerinden Avrupa acil müdahale gücünün ne zaman tam işlerlik kazanacağına dair bir takvimle çıkmalı. "Özellikle de Afrika konusunda kararlı oldukları düşünülürse, İngiliz-Fransız ilişkilerini geliştirmek için Afrika'daki sorunlar konusunda ortak bir eylem planı hazırlanmasından daha iyi ne olabilir?"
Times'ta yazan Anatole Kaletsky, Chirac'ın "İngiltere, Avrupa-ABD ilişkilerinde bir köprü olamaz" görüşünü irdeliyor;
"İngiltere, kendini öncelikle bir Avrupa ülkesi olarak tanımlamayı reddediyor. Fransa ise, Avrupa'yı hala Anglo-Sakson kültürüne karşı bir kale olarak görüyor. Bu durumda köprü, kaygan kumda inşa edilmeye çalışılıyor"
İngiliz gazetelerinin hemen hepsinin ilk sayfasında tahtın veliahtı Prens Charles'ın tartışma doğuran son açıklaması yer alıyor.
İşten çıkarılan bir sekreterin kendisine ayrımcılık yapıldığı gerekçesiyle açtığı davaya dair, "Herkes yerini bilsin" diyor Prens.
Independent, tartışmayı şu satırlarla aktarıyor;
"Afrika-Karayip kökenli Elaine Day, işverenine üniversite mezunlarının da kraliyet ailesinin özel sekreteri kademesine yükselmek için eğitilmesini önerdiğinde, muhtemelen olumlu bir yanıt bekliyordu"
Ancak Prens Charles, bir iş mahkemesine yansıyan tartışmada, bu gibi arzuları 'sosyal ütopyacılık' diye niteliyor ve eğitim sistemini eleştirerek şöyle devam ediyor;
"Bu sistem insanların pop yıldızından hakime ya da yetkin bir devlet adamına, istedikleri her şey olabileceklerini sanmasına yol açıyor"
Guardian da "Prensin bir gün modern bir hükümdar olarak görülme umudu, bu düşüncelerinin açığa çıkmasıyla darbe aldı" diyor.
Almanya'da gazeteler Yeşiller Partisi'nden Hans Christian Ströbele'nin bir Müslüman bayramının resmi tatil yapılması önerisini tartışıyor.
Der Tagesspiegel'e göre bu öneri, Müslümanların toplumla bütünleşmesine fayda sağlamaz.
Üstelik de Hollandalı film yapımcısı Theo Van Gogh'un öldürülmesi ardından, zamanlaması yanlış;
"Toplumun Almanya'da da dışarıya kapalı İslami çevreler ve hoşgörüsüzlük şiddet eğilimini artırır mı diye düşündüğü bir sırada, çoğunluktan yeni bir ödün istemek, açıklık ve anlayış değil, sadece tepki yaratır"
Die Tageszeitung ise, zamanlamanın fazla uygun olmadığını kabul etmekle birlikte fikri destekliyor; bunun 'cesur bir sinyal' olacağını savunuyor.
"Tatillerine kavuşarak, ülkedeki 3 milyon 100 bin Müslüman, sonunda takvimde kendilerine ait bir yer edinmiş olacak. Çok kültürlü toplum, böylece ilk kez 'kayıtsızca bir arada yaşama' kavramının ötesinde bir anlam kazanabilir"
İngiltere'de Daily Telegraph, Hollanda'da dinlerarası gerginliği gidermek için adalet bakanının 1932'de hazırlanan ve nefret dolu yorumlara yasak getiren 'küfür yasası'nı yeniden uygulamayı düşündüğünü yazıyor;
"Yasanın mimarı zaten Adalet Bakanı Piet Hein Donner'in büyükbabası. Yasa ise aslında 1930'da bir komünist gazetenin Noel'in yasaklanması çağrısı yapması üzerine çıkarılmıştı. Parlamento bir yandan da gelecek Salı günü soldaki D-66 partisinin, bu yasayı ceza hukukundan çıkarma önergesini oylayacak"
İsviçre'de Le Temps, ülkedeki en büyük işveren ve perakende satış zinciri olan Migros'un, Müslüman çalışanlarının başörtüsü kullanmasına izin vermesini övgüyle karşılıyor.
Gazete, İsviçre kimliğinin simgesi haline geldiğini söylediği şirketin 'başörtüsünü İslami köktencilik simgesi olarak kabul etme tuzağına' düşmediğini belirtiyor;
"11 Eylül'den bu yana başörtüsüne yaklaşımımız, Müslümanların yaşamları, dini ibadet ve adetleri hakkında bir şey bilmediğimiz düşünülürse, pek de nedensiz olmayan bir şekilde şüpheyle karşılanır oldu. Ancak Migros'un adımı, İslam'ın demokrasiyle aynı potada eritilebileceğini düşünen Müslümanlara olumlu sinyal gönderdi"
İngiltere'de, Guardian'da yazan Simon Tisdall ise, Fransız siyaset uzmanı Gilles Kepel'in yeni kitabından hareketle, İslami terörü irdeliyor ve "Cihadın 3. aşaması başladı" diyor.
"Kepel'e göre Bin Ladin'in giriştiği cihad başarısız oluyor. Şimdi ise Müslümanın Müslümanla savaştığı yeni bir döneme giriliyor. Kepel cihadın ilk aşamasında Batı yanlısı olarak görülen Müslüman hükümetlerin devrilmesinin yani 'yakındaki düşman'ın hedeflendiğini, 90'larda küresel terör ile hedefin 'uzaktaki düşman' olduğunu, şimdi ise hedefin 'Avrupa'daki Müslüman azınlıklar'a döndüğünü belirtiyor"
Tisdall, Kepel'in "Bundan böyle savaşlar Filistin'de Irak'ta değil Londra, Paris ve diğer Avrupa kentlerinin mümin varoşlarında verilecek" sözlerini aktarıp, "Bu da medeniyetler çatışmasını kapımıza taşıyor" diyor.
Yazar buna karşılık, Avrupa'nın Müslümanlarla bütünleşmenin en iyi formülünü bir an önce bulması gerektiğini kaydediyor.
Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin dün, benzeri olmayan bir nükleer silah geliştirdiklerini ilan etti.
Basında bu açıklamaya genel yaklaşım şüpheci. Polonya'dan Gazeta Wyborcza, bu yaklaşımı benimseyenlerden;
"Bu düpedüz içe dönük bir propaganda. Füzeler üzerindeki çalışmalar 1980'lerden bu yana sürüyordu. Putin bu açıklamasıyla sadece silahlı kuvvetlerin moralini yükseltmek, yetkililerin onlara önem verdiğini orduya hissettirmek ve Rus halkına ordunun onları savunmaya muktedir olduğunu göstermek istedi. Yeni bir silahlanma yarışı başlaması ise söz konusu değil"
Sözü edilen silahların ne olabileceği konusunda Financial Times'ın tahminleri var;
"Askeri uzmanlara göre yeni caydırıcı unsur muhtemelen, varolan füzelerin manevra kabiliyetini artıracak bir gelişim"
Guardian da, aynı kanıda;
"Yeni geliştirilen sistem, füze savunma sistemlerinden kaçmak için manevra kabiliyeti olan bir savaş başlığı" görüşünü aktarıyor.
Financial Times, bir diğer haberinde de İran'ın nükleer bomba planları ele geçirdiği iddiasını aktarıyor;
"İranlı muhalif grup Halkın Mücahitleri, Tahran'ın Pakistanlı bilimadamı Abdülkadir Han'dan silah yapımında kullanılabilecek uranyum ve nükleer bomba planları aldığını bildirdi. "Örgüt İran'ın AB ülkeleri ile geçen hafta yaptığı anlaşmada terörist olarak anılıyor. Ancak 2002'de, İran'ın nükleer programı hakkında alarm düğmesinin basılmasına neden olan da Halkın Mücahitleri'nin iddialarıydı. Örgüte göre, İran anlaşmalara rağmen Lavizan'daki tesisinde uranyum zenginleştirmeyi sürdürüyor"
Daily Telegraph da, aynı konuya işaret ediyor. Gazeteye göre AB'nin bu soruna müzakere yoluyla çözüm arayışları 'etkisiz': "İran'ın elinde bir nükleer bomba olması tehdidi zaten George Bush'un gündeminde üst sıralarda. AB'nin arabuluculuktaki etkisizliği, 2. döneme girerken bu tehdidi muhtemelen daha da yukarılara taşıyacak"
Arafat'ın ölümü tartışıladursun Guardian'da yazan Seumas Milne'e göre artık barış daha da uzak. Yazar, Bush ve Blair gibi liderlerin Orta Doğu'da demokrasiden söz ederken aslında Arafat'ın demokratik şekilde seçilmiş bir lider olduğunu unuttuğunu, ya da bunu 'yanlış bir demokrasi türü' olarak gördüğünü kaydediyor:
"Bush ve Blair demokrasiden söz ederken, Batı dostu siyasetler güdecek siyasetçi ve kurumları kastediyorlar. Kesin olan şey şu ki şimdi bir çözüm ihtimali azaldı. Arafat bile ona yakın gelecekte sunulabilecek bir çözüm önerisine Filistinlilerin desteğini alabileceğini düşünmediyse, ondan başka hiç bir lider bu desteği sağlamayı başaramaz"
Daily Telegraph, bu başlıkla sunduğu haberde CIA'in yeni başkanı Porter Goss'un son dönemde, yönetimin bazı hareketlerinden duyulan rahatsızlığı kamuoyuna yansıtan teşkilatı hizaya sokmak için harekete geçtiğini anlatıyor;
"Tartışmalı liderliği üst düzey yöneticiler arasında bir dizi istifayla karşılanırken, Porter Goss çalışanlarına işlerinin 'yönetimi ve siyasetlerini desteklemek' olduğunu söyledi. 'Biz istihbaratı aktarırız, siyasetçi sadece verilerle başbaşa kalır' diyen Goss, ajanlara 'Biz hala gizli bir teşkilatız, gizlilik yemininizi tutun' diyerek uyarıda bulunuyor"
ABD'de eski Başkan Bill Clinton'ın adını taşıyan başkanlık kütüphanesi de bugün açılıyor.
Arkansas Nehri'nin üzerinde Clinton'ın 1990'larda başlayıp 2000'lerde biten başkanlığını simgelemesi için bir köprüyü andıracak şekilde inşa edilen kütüphanenin bir özelliği Clinton'ın hayatına ve Beyaz Saray'daki yıllarına dair bir sergiyi de kapsaması.
Guardian, "80 milyon kağıt, ki milyon fotoğraf, 79 bin obje var ama mavi elbiseden eser yok" diyor;
"Önce peşinen söyleyelim, Clinton'ı ölümsüzleştirmek adına yapılan anıtta, Monica Lewinsky'e dair bir şey yok. Ancak içindekiler 1990'ların Amerika'sı için bir anıtmezar gibi"
"Başkan Bush, eski başkanlar George Bush ve Jimmy Carter'ın da yer alacağı, Bono ve grubu U2'nun konser vereceği açılışa 27 bin davetlinin katılması; kütüphanenin yılda 300 bin ziyaretçi çekmesi bekleniyor"
Independent, yeni yapılan bir araştırmaya dayanarak, "İnsan evriminin anahtarı koşmayı öğrenmesinde yatıyor" diyor;
"İnsan vücudunun bugünkü şeklini almasını sağlayan uzun mesafeli koşmak oldu. Bu durum atalarımıza yırtıcılardan kaçmakta ve yiyecek bulmakta üstünlük sağladı. Uzmanlara göre insanın bedensel gelişimini, sadece yürümeye başlamış olmakla açıklamak mümkün değil. Vücudumuzdaki pek çok unsuru, koşabiliyor olmamıza borçluyuz. Bunu da aşil tendonunun ve uyluk-kalça bölgesinin gelişmesi, esnek bir boyun yapısı sağladı. Böylece insan, ağaçlarda yaşayan maymunlardan ayrıldı"