Bunun bir örneğinin uluslararası finans kuruluşlarının yönetim yapılarında görülmeye başlandığına değinen Babacan, IMF'nin icra direktörleri heyetinde Avrupa ülkelerinin 7 koltuğunun, Kasım ayında alınan bir G20 kararıyla 5'e düşürülmesinin kesinleştiğini belirtti. Somut gelişmelere bakıldığında genişlemeyi durduran bir Avrupa'nın göreceli ağırlığının hem ekonomik anlamda hem siyasi anlamda azalacağını görmenin çok zor olmadığınının altını çizen Babacan, "Biz, Türkiye'yi içine almış bir AB'nin çok daha güçlü olacağına inanıyoruz. Ancak ekonomisiyle, bölgeyle olan tarihi ve kültürel bağlarıyla Türkiye'yi de kuşatan bir Avrupa'nın gerçekten başarılı bir AB olacağını düşünüyoruz. AB açısından bize göre genişlemenin durması aşağı inişin, zayıflamanın başlangıcıdır" dedi.
AB DAĞILABİLİR
Babacan, Avrupa'nın şu anda içinde bulunduğu durumun, özellikle ekonomik sorunların, her ülkenin kendi içinde yaşadığı kriz ortamının, genişlemeyle ilgili düşünceleri ister istemez ötelediğini belirterek şöyle devam etti:
"Dünyada pek çok gelişmiş ülkede siyasi karar mekanizmaları sağlıklı çalışmıyor. Güçlü bir siyasi irade ortaya koymadan sorunların çözümü zor. 2009 yılında sadece bankalar problemken, bugün devletlerin de kredibilitesinin sorgulandığı bir dönem yaşanıyor. Devletlerin imzasının artık eskisi kadar inandırıcılığı kalmadı. Euro, AB'nin entegrasyonunun ve siyasi birliğinin en önemli sembollerinden biri. Bugünlerde tartışmalar var. 'Bazı ülkeler eurodan çıksa mı? Euro Bölgesi'nin iki ayrı bölge haline mi getirsek?' Bütün bunlar, gerçekten AB'nin dağılmasının başlangıcı olabilir. Çünkü AB, ekonomik temeller üzerine kuruldu, temeli ekonomi... Dağılması da yine bu ekonomiyle ilgili konulardan başlayabilir. Dolayısıyla, bizim şiddetle tavsiyemiz, mutlaka ve mutlaka Avro Bölgesi ülkeleriiçin ortak, güçlü bir maliye politikası çerçevesine ihtiyaç var. Aynı parabirimini kullanıyorsunuz, bir ülkenin bütçe açığı yüzde 2, öbür ülkenin bütçeaçığı yüzde 14. Euronun kredibilitesiyle, son 2 yıl önceye kadar, borçlanıyorsunuz, nasılsa Avro Bölgesi'yim diyorsunuz, borçlandığınız parayla birde suni bir refah sağlıyorsanız vatandaşlarınıza bunun sürdürülebilir olduğunu söylemek çok zor. Ne olursa olsun, mutlaka Euro Bölgesi'nin bütünlüğününkorunması ve hiçbir ülkenin iflasına izin verilmemesi lazım. Bu sadece Avrupa'nındeğil, dünyanın ekonomik istikrarı açısından da son derece önemli."
TÜRKİYE'NİN AB'DEN ÖĞRENECEK BİRŞEYİ KALMADI
Yunanistan'la ilgili konuda ne olursa olsun mutlaka temerrüdü önleyici adımlar atılması gerektiğine dikkati çeken Babacan, "Bizim tavsiyemiz, kesinlikle Euro Bölgesi'ndeki, AB'deki hiçbir ülkenin temerrüdüne izin verilmemesi... Bundan sonraki benzer sorunların oluşmasını önleyici tedbirleri oturalım konuşalım. Biz de destek verelim. Çünkü biz epey tecrübe yaşadık Türkiye'de..." diye konuştu. Ali Babacan, Türkiye'nin, şu anda küresel ekonomik krizin asıl kaynağı olan alanlarda oldukça güçlü bir konumda bulunduğunu vurgulayarak, Türkiye'nin ekonomik reformlar konusunda AB'den öğrenecek bir şeyi kalmadığını ancak siyasi konularda atılacak adımlar bulunduğunu söyledi.
"TÜRKİYE KESİNLİKLE BU KURALIN DIŞINDA DEĞİL"
Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Başkanı Ümit Boyner, Paris Boğaziçi Enstitüsü'nün "Avrupa ve G20 Dünyası" başlıklı yıllık toplantısının açılışında, 2008 yılından bu yana insanların varsayımlarını yeniden düşünmeye ve yeni kısıtlama ve fırsatları göz önünde bulundurarak ekonomileri yeniden düzenleyecek inovatif yollar düşünmeye zorlandığını belirterek, siyasi ilişkilerin de bu muazzam değişimden uzak kalmadığını ifade etti. Dünyada çok taraflılığın kurumsallaşmaya başladığına işaret eden Boyner, "G20'nin, daha önce ulusal ya da bölgesel politikalarla idare edilen küresel sistemin yönetiminde çok taraflılığın kurumsallaştırılması için doğru bir adım olduğunu söylemeliyiz. Bu yalnızca bir küresel koordinasyon mekanizması olarak görülmemeli; küresel dünya sisteminde bir paradigma değişikliği olarak anlaşılmalı. Yükselen bir güç olarak Türkiye de kesinlikle bu kuralın dışında değil" diye konuştu. Türkiye'nin AB müzakere sürecinin her iki taraftan da kaynaklanan nedenlerle tam bir koma durumunda bulunduğunu söyleyen Boyner, Avrupa hükümetlerinin rekabetçi 21. yüzyıl küresel dünyasında AB'nin varlığını sürdürebilmesi için genişlemenin devamının gerekliliğini vurgulayacak yapıcı bir yaklaşım benimsemeleri temennisini dile getirdi. Boyner, AB'nin uluslararası kredibilitesini koruması ve küresel bir aktör olarak kendini sunması için genişleme konusunda Türkiye ile karşılıklı ahdevefa ilkesini unutmaması gerektiğini de vurguladı. Türkiye'nin Ortadoğu ile Güney ve Doğu Akdeniz'deki yüksek profilinin, Avrupa perspektifiyle çelişki anlamına gelmediğini söyleyen Boyner, aksine günümüz dünyasında komşularıyla güçlü bağları ve etki alanı olmayan bir Türkiye'nin AB'ye giriş için uygun olmayabileceğini kaydetti.
"AB, TÜRKİYE İLE İŞBİRLİĞİ'Nİ GÜÇLENDİRMELİ"
Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da demokratik ideallerin zemin kazandığı bir dönemde Avrupa'nın dönüştürücü, demokratik yumuşak gücünün pek de görülmediğini belirten Boyner, sözlerini şöyle sürdürdü: "Çok sayıda çözülmemiş siyasi sorunları ile Türkiye, bölgede ilham kaynağı olacak bir liberal ve laik demokrasi olarak gösterilirken, Yunanistan, İspanya ve Portekiz'in demokrasiye geçiş dönemlerinde yumuşak gücünü kullanan AB, Arap Baharı'nın sokaklarında gündemde bulunmuyor. AB yumuşak gücünün ve cazibesinin erozyona uğraması hakkında düşünmeli. Türkiye'yi kapsayacak şekilde genişlemekte ve koordineli tek bir sese sahip olmakta başarısız olan bir AB, şüphesiz ki daha az yumuşak güce sahip olacak, bölgedeki gücü azalacak ve çevresini saran istikrarsız bir bölgede konuyla ilgisiz bir konuma düşecektir. AB işte bu yüzden Türkiye ile geleceğe yönelik işbirliğini derhal güçlendirmelidir."
"ÜYELİK İÇİN HEDEF TARİH AKILLICA OLACAKTIR"
Ekonomi alanında korumacı söylemlere de değinen Boyner, siyasi işbirliği ve dünya ile ilgili meselelerin barışçı bir şekilde uluslar üstü bir şekilde yürütülmesinin altında ekonomik işbirliği ve serbest pazar koşullarında entegrasyonun yattığını söyledi. Boyner, ekonomik kriz dönemlerinin popülist söylemler için çok verimli zamanlar olduğuna işaret ederek, Avrupa'da yabancı düşmanı popülist siyasi partilerin Türkiye'nin Avrupalılığı gibi demode bir temaya referansla kendilerini meşrulaştırmaya çalıştıklarını kaydetti. Bu demode söylemlerin gelecek 10 yıl içinde ortadan kalkmasını ve Avrupalı politikacılarla kamuoyunun 21. yüzyıl gerçeklerine göre söylemler benimsemesini beklediklerini söyleyen Boyner, "Bu, Avrupa içinde bütçe ve maliye anlamında dayanışmayı içeren artan bir entegrasyonile genişleme politikalarının optimum bir kombinasyonunu gerektirmektedir. Müzakere sürecinin ve nihai üyeliğin raydan çıkmasını engellemek açısından, üyelik için bir hedef tarih belirlemek her iki taraf için de akıllıca bir hareket olacaktır" şeklinde konuştu.
"AB SÜRECİNDE KARALILIĞIMIZ SÜRDÜYORUZ"
TÜSİAD'ın, Türkiye'nin demokratik, sosyal ve ekonomik reformları ile AB sürecinin arkasındaki en etkili itici güç olduğunu söyleyen Boyner, sözlerini şöyle tamamladı: "Ancak bu alanda etkimizi kaybediyoruz çünkü AB çıpası giderek artan şekilde konu dışı birşey olarak görülüyor. Bu Kıbrıs'tan, Fransa'nın da aralarında bulunduğu bazı AB liderlerinin ileriyi göremeyen düşüncelerinden ve AB'nin kendi iç sorunlarından kaynaklanıyor. Yine de AB sürecinde iyileşme verileriye yönelik mesafe alma konusunda kararlılığımızı sürdürüyoruz ve Avrupa'nın kendi sorunlarını kendi dinamikleriyle çözecek bir kıta olduğu konusunda iyimseriz. Avrupa ülkelerinde son seçim eğilimlerinin bu iyimserliği destekleyeceğini ümit ediyorum."