Neredeyse her gün gazetelerde eşinden, sevgilisinden dayak yiyen, yol ortasında bıçaklanıp kurşunlanan kadınlara ilişkin haberler okuyoruz. Sağ kalmayı başarabilen kadınlara ve çocuklarına ise sığınma evleri açıyor kapılarını. Ne yazık ki, 70 milyonluk Türkiye’de sadece 65 kadın sığınma evi var. Peki ama ne yaşanıyor o sığınma evlerinde, insanlar yeni bir hayat kurabiliyor mu? Çocuklar toparlayabiliyor mu kendilerini?
“BURAYA anneleriyle birlikte gelen çocukların ilk günlerdeki halini görseniz dayanamazsınız. ‘Anne sakın perdeyi açma, baba gelip bizi bulur’ diye çığlık atan çocuklar vardı. ‘Baba’ kelimesini duyunca altına kaçıran çocuklar gördüm ben. Birisi kapıyı çaldığı zaman ‘Babam mı geldi’ diye korkuyla koşup koltukların altına saklanan çocuklar gördüm.”
Hürriyet'te yer alan habere göre; Bu çocukları hepimiz tanıyoruz aslında. Gazetelerde, okul bahçelerinde, mahkeme koridorlarında korkulu gözlerle annelerinin hemen yanıbaşında duruyorlar. Anneleri ise genellikle ya kurşunlanmış, ya bıçaklanmış ya da daha şanslıysa dayakla kurtulmuş Ayşeler, Zelâller, Cananlar, Cemileler, Duygular oluyor. Aile içi şiddetin, aile içi şiddete bahane olarak kullanılan ‘namus ve töre’ cinâyetlerinin kurbanları hepsi.
**16 yıllık mazi**
Çocuklara ilişkin gözlemler ise Saniye’ye ait. Saniye, Mor Çatı dışarıda tutulacak olursa, sadece İstanbul’un değil, Türkiye’nin en eski kadın sığınma evlerinden birinin yöneticisi. Küçükçekmece Belediyesi’ne ait olan kadın sığınma evi, 8 Mart’ta 16 yıllık olacak. Başlangıç günlerini biraz şaşkınlık, biraz da hayretle hatırlıyor bu nedenle:
“Hiçbir şey bilmiyorduk, dayak yemiş kadınlara nasıl davranılır, çocuklarla nasıl ilgilenilir, koca korkusundan nasıl gizlenilir... Her şeyi öğrendik zamanla. Hatta şimdi gidip yeni kurulan kadın sığınma evleri için seminerler, konferanslar veriyoruz. Onların yöneticilerini buraya davet edip eğitiyoruz.”
**65 kadın sığınma evi**
Bugün İstanbul’da Küçükçekmece dışında Üsküdar, Pendik, Kadıköy ve Bakırköy belediyelerinin kadın sığınma evi var. Oysa, yasaya göre nüfusu 50 bini geçen her belediyenin bir kadın sığınma evi açması gerekiyor. Ne var ki, yasada zorunluluk olmadığı için belediyeler bu işi pek fazla ciddiye almıyor. Hatta, kimileri reklam yapamayacakları için, kimileri de ‘Bu işle kim uğraşacak şimdi’ diyerek kıyısına bile yaklaşmıyor bu fikrin. Bu nedenle, Mor Çatı gibi sivil toplum kuruluşları, Hürriyet gibi gazeteler sahip çıkıyor meseleye. Devlet ise Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu (SHÇEK) vasıtasıyla ilgileniyor şiddet mağduru kadınlarla. Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu da yedi kadın sığınma evi ile gündemde. Bütün bunlara rağmen ne yazık ki sadece 65 kadın sığınma evi mevcut Türkiye’de. Halbuki yasa zorunlu olsa bu sayı 1400’ü bulacaktı.
**Kreş zorunlu**
Küçükçekmece Kadın Sığınma Evi’nin pırıl pırıl kabul salonlarını, dertleşme odalarını, mutfağını, yemekhanesini, kreşini dolaşıyoruz sonra. Sığınma evinin bir diğer yöneticisi olan Nergis, ‘Kreş olmadan sığınma evi açmak anlamsız. Çünkü kadınlar çocuklarıyla geliyor. Çocuğunu güvence altına alamayan kadının ayaklarının üzerine basabilmesi çok zor. Biz bunun için önceliğin kreş olduğunu söylüyoruz herkese. O çocukların gözbebeklerine ışıltıların gelmesi, anneleriyle birlikte ayaklarının üzerinde durmaya başlamaları bizim için en büyük mutluluk kaynağı. O zaman, çabalarımız boşa gitmiyor diye düşünüyor ve vicdanen rahatlıyorsunuz.”
**Rehabilite yolları**
Peki bunalmıyorlar mı hiç, onların da psikolojik desteğe ihtiyacı olmuyor mu? Kadın sorunları üzerine çalışan Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi Dicle Koğacıoğlu, şiddete uğrayan kadınların yaşadıkları karşısında direncini yitirmiş ve “Çok acı var, dayanamıyorum” diyerek Boğaz’ın sularına bırakmıştı kendisini. Akademik literatürde, ‘Secondary Travma (İkincil Travma)’ denilen şeydi bu. Travmaya maruz kalanlarla ilgilenenlerin yaşadığı travma yani. Nergis, “İlk geldiğim bir ay benim için kabus gibiydi. Bu kadar şiddet bana inanılmaz gelmişti. Sonra kendi kendime, ‘Kızım kendine gel dedim’ ve zamanla alıştım” diyor. Saniye ise “Çok bunaldığımda çantamı alıp dolaşmaya çıkıyorum” diye bir başka pencere açıyor önümüze.
**Burası mucize gibi**
Ancak ikisinin de asıl rehabilitasyon merkezleri, ‘ev kurdukları’ insanlara yaptıkları ziyaretler. İfade yerindeyse eğer, sığınma evinden ‘taburcu’ ettikleri insanlarla irtibatı asla kopartmıyorlar. Onlara ev tutuyorlar, belediyenin, kaymakamlığın, sivil toplum kuruluşlarının desteğiyle evlerini dayayıp döşüyorlar, dershanelerin çocuklara burs vermesi için gerekirse yöneticilere yalvarıyorlar, kadınlara da iş buluyorlar.
“İnsanların ayaklarının üzerinde durmayı başardığı, çoluğuyla çocuğuyla mutlu ve huzurlu olduğu bu evlere gidip bir kahve içmek, geçmiş günlere dair biraz sohbet etmek, vazgeçilmez bir tutku bizim için. Sadece 2010’da 14 kişiye ev kurduk” diyor Çiğdem gözbebeklerinin dolmasına aldırmadan. Saniye ise 15 yıldır yaşadıklarını, çektiği sıkıntıları hemencecik unutuveriyor: “Burası bir mucize gibi. En sıkıntılı olduğumuz dönemlerde kendilerine ev kurduğumuz kadınları ziyarete gidiyoruz. Başardığımızı görmenin verdiği tatmin duygusunu yaşıyoruz. Bir kadına ev bulmak, evini yerleştirmek o kadar huzur verici bir şey ki...”
(NOT: Bu dizide konuşulan sığınma evi görevlilerin isimleri kurumların güvenliği dolayısıyla değiştirilmiştir.)
**797’si acil 24 bin ‘alo’ aldı**
15 Ekim 2007’de hizmete açılan 0212 656 96 96 no’lu ‘Aile İçi Şiddet Acil Yardım Hattı’na 5 Ocak 2011 tarihine kadar 23 bin 947 telefon geldi. Telefonlar sadece Türkiye’nin bütün illeri ile sınırlı değildi. Almanya, Fransa, Avusturya, Azerbaycan, Belçika, Hollanda, Avustralya, Amerika, Suriye, İsviçre, İran, Tunus ve Kıbrıs’tan de telefonlar geldi. Arayanlardan 6 bin 442’si mağdur veya mağdur yakınıydı. Her iki mağdurdan biri fiziksel şiddetten şikâyetçiydi.
**Saldırganlar da aradı**
Telefon hattını sadece mağdurlar değil, saldırganlar da aradı. Bunların sayısı 121’di. Bunlardan 12’si, şiddet uyguladıklarını ama artık yapmak istemediklerini söyleyerek yardım istemişti. Üçünün amacı ise sadece hakaretti. Diğerleri ise sığınma evine giden eşlerinin yerini sormuştu.
**797 acil vaka**
Bugüne kadar 797 acil vaka geldi ve çoğunluğuna ekip gönderildi, önemli bir kısmına sığınma sağlandı. Bunlardan birisi ise intihar vakasıydı. Dört kez intihar teşebbüsünden vazgeçirilen bu kadın SHÇEK ve İl Sağlık Müdürlüğü ile işbirliği içinde yeşil kart çıkarılarak hastaneye yatırıldı.
Mağdurların yüzde 50’si avukatla görüştürüldü, yüzde 22’si hukuki destek için Baro’ya yönlendirildi. Sığınma talebinde bulunan kadınlar da SHÇEK veya belediyelerin sığınma evlerine gönderildi.
**Üniversite mezunu da şiddet görüyor**
Küçükçekmece Belediyesi tarafından tutulan istatistiklere göre, 1996-2010 tarihleri arasında sığınma evine başvuranların yüzde 59’u fiziksel, yüzde 22’si ise cinsel şiddet kurbanıydı. Bunların yüzde 76’sı 20 ile 40 yaş arasındaki kadınlardı. Başvuruların yüzde 27’si Marmara, yüzde 21’i Doğu Anadolu, yüzde 17’si de Karadeniz Bölgesi’nden yapılmıştı. Şiddete uğrayanların yüzde 54’ü ortaokul, yüzde 13’ü ilkokul, yüzde 14’ü ise yüksek okul veya üniversite mezunuydu.
**Polis tutanak tutmak zorunda**
Vali Yardımcısı Mustafa Altuntaş’ın başkanlığında iki ayda bir periyodik toplantılar yapılıyor. Bu toplantılara Emniyet, SHÇEK, Milli Eğitim, Nüfus Müdürlüğü, Jandarma ve üniversite temsilcileri katılıyor. Herkes karşılaştığı sorunları aktarıyor, çözüm yolları araştırılıyor.
Polis, kocasından şiddet gördüğü için kendisine başvuran herhangi bir kadını, genellikle, ‘Kocandır, döver de sever de’ diye geri gönderiyordu. Bu tamamen ortadan kalkmış durumda. Bir kadın şiddet şikâyetiyle karakola başvurduğu zaman polis mutlaka tutanak tutmak zorunda artık. Bu tutanaktan her şeyi takip etmek mümkün.
Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu, Hürriyet Aile İçi Şiddete Hayır Kampanyası, Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü belli bir bilinç oluşturdu. Polislere, doktorlara ve imamlara verilen eğitimler de bu bilinçlenmede etkili oldu.