Sinemaya meraklı biri değilim. Bir yılda gördüğüm film sayısı, eşimin zorlamaları ve kızımın hatırına rağmen 5'i ya geçer ya geçmez. Hele de tek başıma asla sinemaya gitmem.
Babam ve Oğlum filmi o kadar çok yazıldı o kadar çok övüldü o kadar ballandırıla ballandırıla anlatıldı ki medyada, bu filme gitmemek mümkün değildi. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Bölümü Öğretim ÜyesiProf. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta, Babam ve oğlum filmini Mynet okurları için yorumladı.
Gittim, gördüm. Herkesin çok beğendiği, beğenmeyen bir Allah'ın kulunun olmadığı film için benim bazı eleştirilerim var.
HERKESİN ANLAYABİLECEĞİ BİR FİLM
Önce hemen söyleyeyim, bu çok kolay anlaşılan ve hiç de karışık olmayan bir film. Zira, bugüne kadar gittiğim filmler içinde yanımda olan birine, "Bu adam kimdi?", "Bu kadın böyle söylemekle neyi kastetti? " türünden sorular sormadığım olmamıştır. Ama, bu filmde her şeyi anladım, yanımdaki eşime, kızıma tek bir soru sorma ihtiyacı dahi duymadım.
Ben mi taş kalpliyim bilmem; denildiği kadar da ağlanacak bir film değil. Belki de önceden duyduğum, okuduğum "gözleriniz kan çanağına dönecek'' mealindeki yorumlardan etkilendim. Ha şimdi ağlayacağım, ha şimdi ağlayacağım derken, bir de baktım ki film "ağlayamadan" bitmiş.
SADIK'IN HASTALIĞI
Şimdi de işin tıbbi tarafına bakalım.
Filmde en inandırıcı olmayan, Sadık'ın genel durumunun, davranışlarının, hastalığı ile hiç de uyumlu olmaması idi. Gerçi, hastalığının ismi hiç söylenmemiş olsa da, "Ciğeri su toplamış" ve "Bir ciğerini kaybetmiş" gibi sözlerden bunun bir ciğer hastalığı, daha doğrusu bir akciğer hastalığı olduğu anlaşılıyordu. Hapislerde sürünen.. iyi beslenemeyen sıkıntılar çeken muhtemelen işkence de gören birinin ciğer hastalığı ise "verem" yani tüberkülozdan başka bir hastalık olamazdı her halde.
VEREMLİ HASTA NEDEN VE NASIL ÖLÜR
Ölümüne neden olacak kadar ilerlemiş verem hastalığı olan bir kişinin son saatleri, son günleri asla böyle olmaz. Sadık'ın babası ile tartışarak fenalaştığı sahne de, bir akciğer hastası için tipik bir sahne değil. Gene Sadık'ın ölümünden çok az önce sevgilisi ile hastane bahçesinde yaptığı görüşmedeki sağlık durumu ve davranışları da o çok ilerlemiş hastalığına aykırı. En azından kolunda bir serumu, burnunda oksijen kanülü olsaydı ya Sadık'ın.
Bir ciğerini kaybetmiş, diğeri su toplamış, hastalığı bu kadar ilerlemiş bir tüberküloz hastasının bu kadar sağlıklı görünmesi inandırıcı gelmedi bana. Böyle bir hastanın öksürük krizlerine tutulması balgam çıkarması. kan tükürmesi ileri derecede zayıflamış olması nefesinin daralması hatta solunum ve kalp yetersizliği belirtileri olması bırakın koşmayı, hızlı hızlı yürümesi, otururken bile solunum zorluğu içinde olması, sık sık nefes alıp vermesi, öyle dümdüz yüzükoyun yatamaması beklenirken, Sadık'ın koşuşturmaları, yattığı yerden rahatça püfür püfür sigara içmesi ağır hastalığı ile hiç mi hiç bağdaşmıyordu.
Sadık'ın ölümüne yol açan hastalığı büyük ihtimalle "ilaçlara dirençli tüberküloz" olmalıydı. Böyle, "hastalıklarını başkalarına bulaştırma" özelliği olan hastaların, hastanelerin özel bölümlerinde tedavi edilmelerinin gerekmesi bir tarafa, her gelen geçenin odasına girmesi, çıkması, yatağına oturması, ona yemek yedirmesi de gerçekçi değil.Keşke Çağan Irmak, bir sanatoryuma giderek oradaki doktorlardan bilgi almış olsaydı, orada yatan ilerlemiş tüberkülozlu hastaları bir kerecik görmüş olsaydı. Hiç değilse de Alexandre Dumas' ın "Kamelyalı Kadın" romanını okumuş olsaydı.
Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi
Göğüs Hastalıkları Bölümü Öğretim Üyesi