Babasının kaleminden Münevver Karabulut

Başı kesilerek öldürülen 17 yaşındaki Münevver Karabulut’un babasının kendi hayatını ve kızının ölümünün ardından yaşadıklarını anlattığı “Körebe. Kızım Münevver’in ardından” isimli kitabı çıkıyor.

Sevgilisi Cem Garipoğlu tarafından başı kesilerek öldürülen 17 yaşındaki Münevver Karabulut’un babası Süreyya Karabulut’un kendi hayatını ve kızının ölümünün ardından yaşadıklarını anlattığı “Körebe. Kızım Münevver’in ardından” isimli kitabı önümüzdeki hafta piyasaya çıkıyor.

Kitapta, Süreyya Karabulut ve Cem Garipoğlu’nun annesi Tülay Makbule Garipoğlu’nun buluşması, Münevver’in bir öğretmeninin Cem’e yazdığı aşk mektubu gibi bugüne kadar hiç gün yüzüne çıkmayan detaylar da var.

Kitabın adı ise Cem’in yengesi Ayfer Garipoğlu bilmeden koymuş. Ayfer Garipoğlu Cem’in firari olduğu dönemde buluştuğu Süreyya Karabulut’a, “Cem ve Münevver o gün evde körebe oynamışlar” demiş.

Reklam
Reklam

Süreyya Karabulut da kitabının adını bu konuşmadan esinlenerek “Körebe” koymuş.

Süreyya Karabulut aradan geçen 5 yılda yaşadıklarını tüm detaylarıyla “Körebe. Kızım Münevver’in ardından” isimli kitabında anlattı. Süreyya Karabulut kitabında eşi Nagehan Karabulut ve diğer aile üyelerinin anlatımlarına da yer verdi İşte o kitaptan, daha önce hiç gün yüzüne çıkmamış detaylar:

DOKTOR KALP 'KRİZİNDEN ÖLDÜ' DEDİ

(Nagehan Karabulut anlatıyor)

Eve gelen doktor kızımın öldüğünü söyledi. Nasıl olmuş diye sordum. ‘Size nasıl anlattılar?’ diye sordu. Kafede birinin bıçaklandığını biliyordum. “Benim kızım mı” diye ağladım. ‘Yok’ dedi, ‘kızın orada görgü tanığıydı, ama maalesef, oradaki olaydan çok etkilendiği için kalp krizi geçirdi. Ambulansla biz yetiştik ve son nefesinde ben yanındaydım.

O kadar güzel bir kızdı ki, yaşasaydı onu oğluma alırdım, çok güzel, tertemiz yüzü olan bir kızdı’ dedi. Yüreğim dağlana dağlana dinliyordum. ‘Ve şunu söyledi: Annem babam bana hakkını helal etsin.’ Yani sözde Münevver doktorla konuşmuş ve son sözü bu olmuş…

Reklam
Reklam

CEM’İN ANNESİ PAZARLIK ETTİ

(Süreyya Karubulut anlatıyor)

Tazminat davası kesinleştikten 1 gün sonraydı. Avukatımız Rezan Epözdemir’in ofisine gitmiştim. Telefonum çaldı. “Ben Tülay Makbule Garipoğlu, sizinle görüşmek istiyorum” dedi. “Ne görüşeceksin?” dedim. Bana, “Bize bir rakamla gel sana bu parayı ödeyeceğiz” dedi.

“Kesinlikle böyle bir şey olamaz son kuruşuna kadar alırım, çünkü ben okul yaptıracağım” dedim. Telefonu kapattım. Bir süre sonra tekrar aradı, “Süreyya Bey sizinle karşılıklı görüşmem lazım” dedi, bunca ısrardan sonra açıkçası ne yüzle gelecek, ne konuşacak diye düşünüyordum ve “Tamam” dedim.

Yalnız geldi. Görünce tüylerim diken diken oldu. Onu öldürmemek için kendimi zor tuttum. Onunla görüşeceğimden kimseye bahsetmemiştim. Oturdu, soğuk bir selamlaşmanın ardından, “Bizim iki trilyon paramız yok, anlaşmaya varalım. Bankadan kredi çekeyim, altınları da vereyim, neyim varsa al. Kesinlikle çocuklarıma dokunma, istersen canımı al, istediğin istediğin yere de gelirim, benim için hiç fark etmez, ben zaten ölmüşüm. Cem cezaevinde kendini öldürse de kurtulsak, bu iş kapansın” dedi."

Reklam
Reklam

“Kendisinin adliyede tuvalet temizlediğini söyledi. Kendini acındırmaya çalışıyordu. Dava sonucunda 3 yıl hapis cezasının karşılığı olarak kamu görevi verilmişti. Ben hiç çekinmeksizin Garipoğlu ailesinin ne kadar haysiyetsiz olduğunu söyledim.

Hayyam Garipoğlu’nun eşi Ayfer Garipoğlu’nun bana gelip taahhütlerde bulunduğunu, bu taahhütlerin neden yerine getirilmediğini sordum. Bana “Kasayı açalım, sana altınları verelim, bir tane Range Rover bir araba var, üzerimde bir arsa ve BMW araba var bunları verelim. Oğlunun üzerine yaptır” dedi.

Durdum derin bir nefes aldım ve sordum: “Benim kızımın kanlarını hangi elinle temizledin? Nasıl vicdanın sızlamadı, nasıl böyle bir şey yaptın?”

“Yemin billah ediyor ben yapmadım diyordu. “Peki bu temizliği kim yaptı?” dedim. Çok acıdır, bile bile yalan söyledi. “Ben kızının kanlarını temizlemedim, Cem temizledi” dedi, ağlamaya başladı. “Ağlamayı gerektirecek bir şey yok, ağlaması gereken biri varsa o da benim” dedim. Yaklaşık 15 dakika süren görüşmemizin ardından orayı terk ettiğimde elim ayağım zangır zangır titremeye başladı.”

Reklam
Reklam

NEDEN KIZIMI ÖLDÜRDÜN?

Süreyya Karabulut kitabının bir bölümünü de Cem Garipoğlu’na sorular için ayırdı. Süreyya Karabulut Cem Garipoğlu için şu satırları yazdı:

“Aileden uzak, karanlık sokakların çocuğu olarak yetişen bu çocuğun kızımda ne aradığını, ne bulduğunu ve niye öldürdüğünü anlama niyetim çok da yeterli değildi. Elbette ona sağlıklı bir biçimde bakamazdım. Ama Cem’i araştırdıkça edindiğim en net bilgi, ortada kalmış bir çocuk olduğuydu, yani ne Türk ne Avrupalı, ne sevgiyle büyümüş, ne de sahiplenilmeyi bilmiş.

Cebine parası konulmuş, eğitim maksadıyla başlarından atılmış bir çocuk. Türkiye’ye döndüğünde karşılaştığı tablo; küçük kızlarıyla yakından ilgilenen bir anne, annesini aldatan bir baba ve çeşitli yolsuzluklara adı karışmış, dünyanın ıncığını cıncığını bilen bir amca…Ne ilahi bir gücün varlığından haberdar, ne insanlık öğretilmiş… Kızımı canice öldürmemiş olsa belki kızım gibi merhamet bile göstermek gelebilirdi içimden.

Ama yapamıyorum, onun şımarıklığı benim canımı aldı. Sadece ve sadece gerçeği söyle! Cem, neden kızımı öldürdün?

Reklam
Reklam

HER KİTAP BİR TUĞLA

Süreyya Karubulut’un tek hayali, kızının adını taşıyan bir okul yaptırabilmek. Bu istediğini de kitabında şöyle anlatıyor:

“Benim kınalı kuzum gitmiş, katledilmiş, boyumdan büyük bir proje var karşımda. Kazandığım üç beş kuruşla bunu hayata geçiremem, bana o aile taahhüt etti, fakat yerine getirmedi. Bana 10 trilyon da verseler o insanlar kendilerini affettiremezler.

Benim kınalı kuzum geri gelmeyecek. İstiyorum ki adı yaşasın. Mengen Gökçesu’da yapılacak bir liseyle kızımın adını yaşatmak şu hayatta artık tek isteğim. Ben bunun peşindeyim. Bu kitaptan kendim için bir beklentim yok. Her bir kitap Münevver’in okulu için bir tuğla demek.”

MÜNEVVER KELEBEK OLARAK GELDİ

Süreyya Karabulut, eşi Nagehan Karabulut’un ağzından,kızını defnettikleri gece yaşadıkları bir olayı da kitabında şöyle anlattı:

“Kızımı toprağa verdiğimiz akşam yaşadığım bir olayı hiç unutmayacağım. Gerçekliğine tüm ailenin şahit olduğu bir olay… O akşam abim, annem, babam ailece oturuyorduk. Bir kelebek pencerenin dışında, tık tık cama vuruyordu. Pek bir şey konuşulmadığından her ses yankılanıyordu adeta. Ben hiçbir şey yokmuş gibi camı açtım ve ‘Hoş geldin kızım’ dedim. Herkes bana bakıyordu. Kelebek içeri girdi, dolaştı. Geldi benim omzuma kondu. Dokunmadan sevdim, ‘Bak burada deden, anneannen, dayıların, Enver var, hadi anneannene git.’ dedim.

Reklam
Reklam

O kelebek dönüp dolaşıp annemin ayaklarına gitti, annem ağlamaya başladı. Kimseden ses çıkmıyordu, hepimiz kelebeğe bakıyorduk. Krem rengi, kahverengi benekli bir kelebek. Kış mevsiminde bir kelebek görmek mümkün mü? O bizim kelebeğimiz Münevver’di emin olmuştum. Kelebek etrafda dönüyor. Herkes sus pus izliyordu. Sanki son kez veda etmek için gelmiş gibiydi. Münevver’im bir kelebek kadar naif ve zarif bir kızdı, o yüzden hiçbirimiz yadırgamadık.”

DENİZ HOCA’YA AYRI BÖLÜM

Süreyya Karabulut, kitabında, Münevver’in Cem ile ilişkisinin tüm detaylarını bilen kızının öğretmeni Deniz Hoca’ya ayrı bir bölüm ayırdı. Münevver günlüklerinde ve Cem ile yaptıkları internet yazışmalarında en sık geçen isim de Deniz Hoca’ydı.

Münevver sevgilisini öğretmeniyle tanıştırmış, Deniz Hoca ve Cem kısa sürede internetten özel sohbet edecek kadar arkadaş olmuşlardı. Münevver’in ölümünün ardından, 7 Şubat 2009’da Deniz Hoca’nın hem Münevver’e hem de Cem’e gönderdiği bir mektup ortaya çıktı. Münevver mektubu aynı gün yengesi Kevser Karabulut’a e-posta ile yollamıştı. Deniz Hoca’nın bugüne kadar hiçbir yerde yayınlanmayan mektubu şöyle:

Reklam
Reklam

Sevdiğim iki insana..
Masal Kahramanları
İki aşık, iki çocuk, iki yürek , iki bakış, sözlerin değil gözlerin gücü adeta..
Erkek… Gururlu, kartal kanadı taşıyor yüreğinde. Bakışları anlam yüklü. Konuşmaya gerek yok aslında.. Uykusuz gecelerimin sebebi sensin, uzak ülkelerin kokusunu unutmak istediğimde, sesini duymak istiyorum… Tutuyorum kendimi gitmiyorum... Gidemiyorum..
Sensiz kalmak korkutuyor beni, alıştım sana…

Kadın… Güçlü... Kasırgaları savurur bedeni, duygularına hakim olamıyor bazen, bu kadar çok bağlanmak yıkmasın seni?
Aklımı alıp giden sensin... Özlüyorum seni yokluğunda. Yıllardır beklediğim sensin.. Sakın gitme, boşver ne yapacaksın?
Uzak ülkeler veda zamanı gibi beklemesin kapımızda, yanımda ol... Benimle ol.
Sensiz kalmak korkutuyor beni, alıştım sana...
Erkek..Sessiz.. Ama fırtınalar kopuyor içinde, haykırmak istiyor, derinlerde saklıyor hislerini, paylaşacak ama yavaş yavaş..
Sabırsız olma... Zaman tanı bana, anlamak istiyorsan beni gözlerime bak yeter. Orada sen varsın, kendimi nasıl anlatsam sana daha fazla..?
Kırdığım noktalar olsa da bilki kırılganlıklarım daha fazla... Ama değersin sen buna..

Reklam
Reklam