ANKARA (ANKA)- Bağımsız Sosyal Bilimciler, bir bildiri yayınlayarak, Türkiye'nin küresel krizi daha çok bankacılık sistemi üzerinden değil, finans dışı şirketlerin üretim, ithalat finansmanı ve işsizlik sorunları aracılığıyla yaşaması olasılığının yüksek olduğu uyarısında bulundu.
IMF ile yapılan programın bedelinin cari açık ve işsizlik olduğunu ifade edilen bildiride, "IMF ile yeniden program yapılsın, şantajına boyun eğilmemeli" dendi.
Sermaye giriş-çıkışının kontrol edilmesi, sermaye üzerindeki vergilerin yaygınlaştırılması önerisinde bulunulan bildiride, işsizlikle mücadele için vergi indirimine gidilmesi gerektiğini belirtildi.
Bağımsız Sosyal Bilimciler grubu, "Küresel Kriz Kapitalizmin Ta Kendisidir. Krizi Emekçilerin Artan Sömürüsü Ve Ekonomik Bağımlılığı Derinleştirici Neoliberal, Yeni-Sağ Politikalarla Aşma Çabalarına Karşı Durmalıyız" başlıklı bir bildiri yayınladı. Bildiri şöyle:
-KRİZ EMEKÇİ SÖMÜRÜSÜ İLE AŞILMAYA ÇALIŞILIYOR-
"Kapitalizm son 70 yılın en ağır bunalımını yaşıyor. Küresel krizin derinleşmesi ve giderek Türkiye ekonomisini de etki altına almasıyla birlikte IMF ile yeni bir ‘stand by' programı da gündeme gelmiştir. Egemen sermaye sınıfının sözcüleri, yerli ve yabancı sermaye kuruluşlarının öneri ve gözetimi altında kriz ortamını bahane ederek, emeğin zaten sınırlı olan kazanılmış haklarını gerileterek işgücü maliyetlerini düşürmek; böylece bir fırsata dönüştürülen krizi emekçilerin artan sömürüsü ile aşma gayreti içerisindedir. Hükümet böylece, ülkemizde alın teriyle yapılan üretimin insanlarımızın ihtiyaçlarını değil sermayenin ihtiyaçlarını karşılamaya amade edilmesinden başka bir anlamı olmayan neoliberal projeye daha da hız kazandırmak istemektedir. Üstelik, bütün bu olumsuz gelişmeler Türkiye ekonomisinin içerisinde bulunduğu bağımlılık ilişkilerini giderek daha da derinleştirici unsurlar içermektedir. Bu olumsuz gözlemler karşısında Bağımsız Sosyal Bilimciler olarak bir araya gelmiş olan bizler, Aralık 2008'de bir durum değerlendirmesi yapmak ve kamuoyunu uyarmak ihtiyacı duyuyoruz.
-PARA ÜRETİMDEN KOPUYOR-
Yaşamakta olduğumuz ve küreselleşme olarak adlandırılan dönem, her şeyin para ilişkisine tabi edilmeye çalışıldığı bir süreci içermektedir. Para ve parasal hareketler, toplumsal ilişkileri tüm boyutlarıyla boyunduruk altına almış, nerdeyse kutsallaştırılmış bir ‘piyasalar' söylemiyle gündelik hayatımıza kadar sızmıştır. ‘Piyasalar' salt paranın mantığına tabi oldukça, parayı kontrol eden gruplar da toplumsal yapılar üzerinde belirleyici olmaya başlamışlardır. Para, dünya tarihinde hiç olmadığı kadar üretimden kopmakta, karmaşık spekülasyonlar yoluyla kontrolsüz olarak büyümekte; değer karşılığı olmayan bu kumarvari büyümeyi idare etme çabaları, dünya halklarına iktisadi, toplumsal ve siyasi krizler olarak geri dönmektedir. Küresel düzeyde paranın ve paranın toplumlar üzerinde kurduğu tahakkümün dilini oluşturan neoliberal politikalar ve bu politikaları savunan iktisatçılar, piyasa anarşisinin çılgın despotluğunun, sadece finansal krizlerle değil, aynı zamanda derin toplumsal bunalımlarla da sonuçlandığını unutmaktadırlar. ‘Serbest' piyasa, toplumların özgürlüğü ve demokrasi için tartışılmaz bir kurum değil, tam aksine insanlığın önemli bir kısmını değersizleştiren, çaresizleştiren bir yabancılaştırma aracıdır. ‘Serbest' piyasanın, toplumların özgürlüğün ve demokrasi için tartışılmaz bir kurum olduğunu savunmak en yalın anlamıyla piyasaya içkin güç ilişkilerini gözardı ederek doğallaştırmak, piyasaya içkin eşitsizlikleri derinleştirmek istemektir. Dolayısıyla bu söylem, yaşamı emek ve Güney ülkelerinin halkları için daha da çekilmez kılmayı hedefleyen neoliberal siyasi projenin bir uzantısıdır.
-DÜZENLEYİCİ KURUM DENETLEMESİ BAŞARISIZ OLDU-
Küresel ekonominin içine sürüklendiği 2007 krizi, kapitalizmin kaçınılmaz krizlerini finansallaşma ile aşma çabasının doğrudan bir ürünüdür. Günümüzde kapitalizm ve uluslararasılaşmış sermayenin genişleyen yeniden üretimi finansal spekülasyonun sanal rantlarına bağımlı duruma gelmiştir. Mevcut krizin aşılması için öne sürülen yeni-düzenlemeler veya denetleyici kurumların oluşturulması gibi girişimler, finans dünyasının karlılığını engelleyeceğinden, küresel kapitalizmin bugünkü mantığına aykırıdır. Sermaye yanlısı muhafazakar ideologların ‘şeffaflık' veya ‘yönetişim' gibi muğlak söz oyunlarıyla finansal serbestleştirmenin sınırlamasına karşı durması bu nedenle boşuna değildir. Küresel kriz sayesinde serbest piyasanın dengeli ve istikrarlı bir ekonomi yaratacağı ve her türlü devlet müdahalesinin kaynak israfına yol açacağını savlayan neoliberal iktisat dogmalarının geçersizliği açıkça ortaya çıkmıştır. ‘Serbest' piyasaların kuralsızlaştırılarak, ‘derecelendirme kuruluşları' ya da ‘bağımsız idari otoriteler - üst kurullar' aracılığıyla denetlenebileceği savı boşa çıkmıştır. İnsan için ve insani koşullara sahip bir üretim yapısı kurulmasının yolu, öncelikle finansal ekonominin gerek ulusal, gerekse uluslararası düzeyde topyekün bir kurallar bütünü içinde, sistemik olarak gözetim altında tutulmasından geçmektedir.
-TÜRKİYE KRİZİ BANKACILIKTA DEĞİL, ŞİRKETLERDE YAŞAYACAK-
Türkiye'nin küresel krizi daha çok bankacılık sistemi üzerinden değil, finans dışı şirketlerin üretim, ithalat finansmanı ve işsizlik sorunları aracılığıyla yaşaması olasılığı yüksektir. Zira 2003 sonrası dönemde Türkiye'nin uluslararası ekonomiyle olan ilişkilerinin ana aktörleri bankacılık kesimi dışındaki şirketler ve hanehalkları olmuştur. Bu süreç içerisinde finans-dışı şirketlerin ve hanehalklarının dış borçlarının hızla artmakta oluşu; ve özellikle şirketlerin ekonomik faaliyetlerini sürdürebilmek için aşırı derecede ithalat ve dış borçlanma bağımlılığı içine sürüklenmesi, ulusal ekonomik dengelerde önemli bir kırılganlık kaynağı oluşturmuştur. 2009'da dünya ekonomisinin durgunluk içine sürüklenmesi ve uluslararası finansman girişlerinin daralması nedeniyle bu kırılganlıkların su yüzeyine çıkacağı, IMF ve TC Merkez Bankası da dahil olmak üzere bir çok kesim tarafından dile getirilmiştir. 2003 sonrası dönemde Türkiye ekonomisinin yaklaşık 85 milyar dolarlık bir sıcak para şoku yaşadığı ve 2006'ya değin süregelen girişlerin 2008'de yerini büyük çıkışlara bırakmakta olduğu gözlenmektedir.