Bahçeli'den önemli açıklamalar

Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Türkiye'nin önce iki dilli ve iki ortaklı; müteakip gelişmelere göre çok dilli ve çok ortaklı bir federal devlet yapılanmasına ve giderek ufalanan millet bütünlüğünün yıkılışına doğru hızla sürüklendiğini ileri sürdü.

MHP'nin kimsenin etnik kökeniyle, dili, dini ve mezhebiyle ilgilenmeyen, bunları sorgulamayan bir yaklaşımı savunduğunu belirten Bahçeli, "Türkiye Cumhuriyeti'nde birleştirici unsur millet bağı ve milli duygular temelinde oluşmuştur. Atatürk'ün 'Ne Mutlu Türküm Diyene' vecizesi bu anlayışın tam bir ifadesidir" dedi. MHP lideri, anadilde eğitim, devlet yapısının yeni esaslara bağlanması, Anayasal teminatla yeni bir ortaklık devleti kurulması, Türkiye'nin idari yapısının yeniden düzenlenmesi, genel siyasi af ve İmralı canisine özgürlük, etnik kimliklerle bölücü siyaset yapılmasına göz yummalarının söz konusu olmadığını kaydetti. Bahçeli, yaptığı yazılı açıklamada, Türkiye'nin 'müzakere' adıyla küresel dayatmalara maruz kaldığı, teslimiyetin başarı olarak takdim edildiği, bekamızı ilgilendiren vahim gelişmelerin yaşanmaya başlandığı yeni sürecin, imparatorluğun yıkılış dönemi ilişkileri ile benzerlikler göstermeye başladığını savundu.

Reklam
Reklam

Cumhuriyetin temel dayanakları olan, milli devlet ve üniter yapının tasfiyesi, milletin kimliksizleştirilmesi, yapay azınlıklar oluşturulması ve alt kimliklerin sivriltilmesi ile bin yılda oluşan kardeşlik hukukunun zedelenmesine doğru ilerleyen sürecin beka düzeyinde tehditleri barındırdığına dikkati çeken Bahçeli, açıklamasında şunları kaydetti: "Toplumsal yapımızda oluşan karmaşa, tartışma, çatışma ve kutuplaşma temayülü ile yoksulluğun neden olduğu bunalım ortamı, bu durumu fırsata dönüştürmek isteyen mihrakların Türkiye'nin güvenliğine, milli çıkarlarına ve milli bünyesine yönelik taciz ve tahriklerini artırmıştır. Türkiye giderek ağırlaşan bu ortamda; bölücü ve etnik tahriklerin tırmandığı, iç huzur, kardeşlik ve dayanışma ruhunun yara aldığı, tuzaklarla dolu sancılı bir döneme doğru ilerlemektedir. Avrupa sevdalıları, işbirlikçi aydınlar, yandaş medya mensupları ve teslimiyetçi siyasetçiler aynı zeminde birleşmiş, Türkiye'nin geleceğini, kimliğini, birliğini ve bütünlüğünü tahrip noktasında fiili bir ittifakın varlığı belirgin hale gelmiştir. Bu ittifakın ortak paydasını; milli ve üniter yapımızdan duydukları rahatsızlık; Türk tarihini karalamak için kolladıkları fırsatlar, terörle elde edilememiş sonuçların siyasetle sağlanması, millet değerlerini aşağılamak ve milli kimliği parçalamak için yürütülen kampanyalar oluşturmaktadır. Etkili karartma ve karalama kampanyaları ile millet ve devlet hayatımızın maddi ve manevi bütün direniş, güvenlik ve dayanma mekanizmaları; hukuki, kültürel ve sosyolojik korunma duvarları ve tarihsel kültür kodları birer birer aşındırılmaya başlanmıştır. Bu çabaların maksadı, milletimizi, kendisine güveni azalmış ve geleceğine kuşkuyla bakan, ecdadından şüphe eden, kimlik bunalımı yaşayan, bireysel ve toplumsal şahsiyeti zayıflamış ve öz değerleriyle sorun yaşayan çaresiz ve yılgın bir toplum haline getirmektir. Devleti temsil eden en üst makamlardan, hükümete ve oradan işbirlikçi elitlere kadar geniş bir teslimiyetçi lobi alanı doğmuş, toplumda oluşturulmak istenen tepkisizlik çabaları medya üzerinden yoğunlaştırılmıştır. Bölücü emel, tahrik ve hayallerin demokratikleşme kriteri olarak sunulduğu bu süreç içinde, milli hassasiyetlere sahip çıkmayı, milli birliğimizi, kardeşliğimizi savunmayı ayıplanacak, çağdışı ve ilkel bir tepki olarak mahkum etme gayretleri artmıştır. Dış merkezli yerli lobilerin, Türkiye'ye dayatmak istedikleri oyun sahnelenebilirse, PKK'nın yıllarca silahla ve terörle ulaşamadığı bütün talepler, şimdi demokratik çözüm adıyla ülkemizin önüne birer birer çıkartılacaktır. Bugün, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin yönetimiyle birlikte etnik bölücülük meşru bir siyasi amaç sayılmaya başlanmış, PKK terör örgütü hayallerinin bile ötesinde zemin, statü ve itibar kazanarak bölünme dinamikleri harekete geçirilmiştir. Kutuplaşan Türkiye'yi sorunlu bir ülke haline getirmeyi ve kamplara bölerek çökertmeyi amaçlayan bu süreçte; etnik temelde bölünme, inanç bazında cepheleşme, mezhep bağlamında ayrışma ve devletin ana ilkeleri temelinde tahribat olanca şiddetiyle devam etmektedir. Özellikle son dönemde yaşanan gelişmeler, merkezinde kanlı terör örgütünün siyasallaşmasının bulunduğu bir senaryonun Türkiye'ye dayatılmasında ileri bir aşamaya gelindiğinin işaretlerini vermeye başlamıştır. Etnik bölücülüğün hukuki zemin kazanmasını amaçlayan bu senaryoya tepkilerin azaltılması için siyasi ve toplumsal altyapının hazırlanması çalışmaları artık iyice belirginleşmiştir. Türkiye'nin milli devlet niteliği ve üniter yapısının yeniden tanzimi, etnik kimliklere siyasi ve hukuki azınlık statüsünün tanınması, etnik temelde ve bu kimliklerle siyaset yapılması, etnik temelli eğitimin ve kamu düzeninin önünün açılması ve Bunların Anayasada teminat altına alınması gibi niyetler 'fırsat' ve 'çözüm' adıyla kamuoyuna propaganda edilmeye başlanmıştır.

Reklam
Reklam

"CUMHURBAŞKANI 'TARİHİ FIRSATLARIN' NE OLDUĞU AÇIKLAMALIDIR"
Siyasi çözüm adıyla açılan bu yol haritasıyla, terör örgütü PKK'nın bu rotayı izleyerek siyasallaşması istenmekte, İmralı Canisi ile AKP zihniyetinin rekabet ettiği sözde "demokratik cumhuriyet"e ulaşabilmenin kilometre taşları da bu yol haritası içinde döşenmektedir. Türkiye üzerinde sahnelenmek istenen bu oyunun nihai hedefi, tek millet ve tek devlet esasına dayanan Türkiye Cumhuriyeti'nin milli birlik, bölünmez bütünlük ve milli egemenlik anlayışının yeniden tanımlanması ve çok kimlikli, çok milletli parçalı bir devlet yapısının kabul edilmesidir. Kanlı terörden beslenen etnik bölücülük sorununun, temel hak ve özgürlük arayışı ve meşru bir kimlik talebi olarak ısrarla tanımlama niyetlerinin asıl amacı da budur. Baştan beri bölücü terörü kimlik sorunu olarak tanımlama yanlışına düşen Başbakan'ın bölücülüğün siyasi hedeflerini haklı ve meşru gören gafleti ve değerlendirme yanlışı bugün karşısına sınırsız bir taviz zinciri olarak çıkmıştır. Türkiye'nin milli birliğini, üniter devlet yapısını ve toprak bütünlüğünü hedef alan teröre ve bölücülüğe sürekli prim veren Başbakan, etnik ayrılma ve ayrışmaya zemin hazırlayacak bütün dinamitlerin fitillerini kendi eliyle birer birer ateşlemiştir. Bu sakat yaklaşımla, bölücülüğün bastırılmış etnik kimlik talebi noktasına indirgenmesi anlayışı, bireysel kültürel haklarının da ötesinde, başbakanın ağzında nakarat haline gelen sözde 36 alt kimliğin kolektif hak ve siyasi statü taleplerini kaçınılmaz olarak doğuracaktır. Etnik kimliklerin vatandaşlık kavramının yerine geçirilmeye çalışılması ve etnik temelde siyaset yolunun açılması ise sadece milli birliğimizi tahrip etmekle kalmayacak aynı zamanda demokratik hukuk devletinin de sonunu hazırlayacaktır. Karşımızdaki bu tablo, PKK ile Barzani'nin tehdit ve niyetlerinin örtüştüğü, Türkiye'nin milli birliğini hedef alan bölücüler ile mücadele iradelerini kaybetmiş zihniyetlerin aynı karede yer almaya başladığı bir rezalet resmidir. Bu itibarla, bu vahim gelişmeleri ve sancılı geleceği içinde barındırmayan 'tarihi fırsatların' ne olduğunun açıkça ortaya konması, daha fazla oyalanılmadan derhal açıklanması ve milletimizle acilen paylaşılması kaçınılmaz bir zorunluluk haline gelmiştir. Bugün Türkiye ile görülecek hesabı olan her ülke ve her zihniyet iktidar vasıtası ile milletimize bedel ödetmek için sıraya girmiştir. Şayet ortada bir fırsat varsa, bize göre bu fırsat, yıllardır milletimiz üzerinde yarım kalmış emellerini hayata geçirmek ve eksik kalanları tamamlamak için teslimiyetçi bir iktidar arayan mihrakların çekimine kapılmış Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetini karşılarında bulanların tarihi fırsatıdır. Anayasamızın 3.'cü maddesi Türkiye Cumhuriyeti Devletinin milli birliğinin, milli devlet niteliğinin ve üniter siyasi yapısının esaslarını ortaya koyan temel bir hükümdür. Bu hüküm değiştirilemeyecek, değiştirilmesi dahi teklif edilemeyecek maddeler arasında yer almaktadır. Buna göre, 'Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.' Bu madde, devletin kuruluş ilkesinin 'çok milletli' bir yapıya dayanmadığını açıkça vaz etmiş, hangi ad, amaç ve gerekçeyle olursa olsun, bu yönde bir düzenleme yapılmasına kapıyı kesin ve nihai olarak kapatmıştır. Anayasamıza göre, Türkiye Cumhuriyeti Devletinde ırk ve dil farklılığı temelinde milli azınlıkların bulunduğunu savunmak, Türkçe dışında dillere ve farklı kültürlere yasal statü kazandırarak etnik kimlik oluşturmak mümkün değildir. Anayasanın değiştirilemeyecek bu amir hükmü ortada iken, etnik köken ve dil temelinde milli azınlıklar yaratmaya çabalamak Anayasamıza açık bir aykırılık teşkil edecektir. Bu yönde açık veya gizli emelleri olan herkesi sanal gerekçe ve zorlamalarla ortaya çıkarak 'devletin bağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne' aykırı fiillerin odağı olmamaları konusunda uyarıyorum.

Reklam
Reklam

"TÜRKİYE SEVGİSİ TAŞIYAN HERKES TARAFINI ARTIK BELİRLEMELİ"
Türkiye tarihi bir karar ve kavşak noktasına doğru hızla ilerlemekte, iç ve dış güvenliğini, milli çıkarlarını ve milli bünyesini tehdit eden gelişmelerin kıskacı giderek ağırlaşmaktadır. Tek millet, tek devlet ve tek dil anlayışına itirazların kafa karıştıran sinsi mesajlarla yoğunlaştığı şu günlerde, Türk milleti için yeni bir ateşten imtihan sürecinin başlayacağı anlaşılmaktadır. Türkiye'nin içine sürüklendiği şartlar karşısında milli bir seferberlik ruhuyla harekete geçmek, gelişmeleri dikkatle ve şuurla takip etmek kimsenin kaçamayacağı tarihi bir görev ve sorumluluk haline gelmiştir. Bu karanlık gidişe dur denilemezse, ülkemiz önce iki dilli ve iki ortaklı; müteakip gelişmelere göre çok dilli ve çok ortaklı bir federal devlet yapılanmasına ve giderek ufalanan millet bütünlüğünün yıkılışına doğru hızla sürüklenmektedir. "Türk milleti" tanımını yeterince kapsayıcı bulmayıp başka kimlik arayışlarının artış göstermesi ve bunun da özellikle anayasa hazırlığı içindeki siyasal iktidar tarafından hukuki ve siyasi bir karşılığa oturtulması, Türkiye'nin yıkım sürecinin başlaması demek olacaktır. Bunun gerçekleşmesi halinde, toplum fertlerinin Türk Milleti'ne olan mensubiyet bağlarını kopartmadan korumak ve aynı geleceği, aynı coğrafyada, aynı devlet çatısı altında paylaşma arzusunu canlı tutmak imkansız hale gelecektir. Bu vahim durumun hayata geçmesi halinde ise; ortada ne üniter devlet, ne milli devlet, ne Türk milleti kavramı ve birliği kalacak, 86 yıl önce Cumhuriyetle şekillenen temel yapılanma ve kurucu değerler sistemi bütünüyle ortadan kalkacaktır. Karşılaşılan tehdit, milletimizin bin yıllık kardeşliğini ve milli kimliğini ayrıştırmaya yönelik sosyolojik kırılma; üniter devletimize yönelik egemenlik paylaşımı ve topraklarımızın bir bölümünü yönetememe tehlikesinin baş göstereceği siyasal çözülme sorunudur. Gerek ihmal, gerek tahrik ve gerekse dayatmalarla gelinen nokta, Cumhuriyetin kuruluşu ile elde edilen kazanımların, devlet ve millet hayatımızın temelini oluşturan kurucu ilkelerin ve bizi bir arada tutan kardeşliğimizin keskin bir yol ayrımına yaklaştığını ortaya koymaktadır. Bu ağır şartlar karşısında, içinde Türkiye sevgisi ve heyecanı taşıyan herkes namuslu, dürüst ve kararlı bir tavır sergilemek, duruşunu ve tarafını artık belirlemek zorundadır. Bu durumun, Türk milleti ve elbette ki varlığını milletine adamış Milliyetçi Hareket Partiler için hiçbir şart ve zeminde kabul edilmesi mümkün değildir. Böyle bir tarihi sapmada, anadilde eğitim, devlet yapısının yeni esaslara bağlanması, Anayasal teminatla yeni bir ortaklık devleti kurulması, Türkiye'nin idari yapısının yeniden düzenlenmesi, genel siyasi af ve İmralı canisine özgürlük, etnik kimliklerle bölücü siyaset yapılmasına göz yummamız kesinlikle söz konusu olmayacaktır. Türkiye'nin milli devlet niteliği, üniter yapısı, toprak bütünlüğü ve milli birliği her türlü tartışmanın üzerindedir. Milliyetçi Hareket Partisi, Türkiye Cumhuriyeti adı ile temsil edilen siyasi, beşeri, fiziki, kültürel, coğrafi ve ekonomik varlığı bir ve bütün olarak korumaya yemin etmiş ve bu konuda her bedeli ödemeyi göze almış siyasi anlayışın şerefli temsilcisidir. Türk milleti kimliğinde birleşerek millet olgusuna birlikte vücut veren bütün vatandaşlarımızı büyük Türk Milleti ailesinin onurlu fertleri olarak gören ve hepsini bir bütün olarak kucaklayan değerlerin sahibidir. Kimsenin etnik kökeniyle, dili, dini ve mezhebiyle ilgilenmeyen, bunları sorgulamayan bir yaklaşımı savunmaktadır. Milliyetçi Hareket'in Türkiye'nin milli birliğinin korunmasında gösterdiği hassasiyet ve hiçbir ayrım gözetmeden bütün vatandaşlarımızın aziz vatanda kardeşçe yaşamaları için sarf ettiği çabalar, iflah olmaz karşıtlarımızın dahi inkar edemeyeceği gerçeklerimizdir. Milliyetçi Hareketin ayrılıkta, bölünmede, çözülmede, dağılmada, ayrışmada, ufalanmada, küçülmede, farklılaşmada çözüm ve mutabakat araması ve bu konularda "çözüm ortağı" olarak algılanması mümkün değildir. Bizim fırsat ve çözüm diyerek ortaya atılan bulanık teklifler için uzlaşma ve diyalog zeminimiz ancak Cumhuriyetimizin temel değerlerine saygı, milletimizin kardeşlik hukukuna riayet ve Anayasamıza uygunluk çerçevesindedir. Ülkemizin bekası için gösterdiğimiz sabır, sükunet, duruş ve kararlılığı "siyaset icabı" zannederek göz ardı edenler, geçen yüzyılın başlarında milletimizi kurtaran ve devletimizi kuran tarihi misyonumuzu tıpkı dönemin işgalcileri gibi fark edememiş olanlardır. Bu bakımdan Türkiye'nin milli birliği ve kardeşliğinin devamı için sergilediğimiz sorumlu ve sağduyulu tutumu ve öngördüğümüz uyarıları, makam ve mevkii ne olursa olsun hiç kimse bir zaaf belirtisi olarak görmemeli, sonu ağır olacak hesap hatasına düşmemelidir. Milliyetçi Hareket, sürece hizmet edenleri günü kurtarmak adına ihmal ettikleri milli hassasiyetlerimiz konusunda çok dikkatli düşünmeye ve davranmaya davet etmektedir. Yarın çok geç olmadan, bunu herkes çok iyi değerlendirmeli ve azami basiret ve sorumluluk duygusuyla hareket etmelidir. Büyük Türk milletinin de üzerine oynanan bütün oyunları, engin sağduyusu, birlik ve dayanışma ruhu ve geleceğine sahip çıkma şuuruyla bozacağına olan inancımız tamdır. AKP iktidarı ve işbirlikçileri bu tehlikeli yolda ilerlemekte ısrar ederlerse, bu sapmanın çok ağır olacak vebalini tarih huzurunda taşımak ve elbette ki bunun siyasi bedelini de göze almak durumunda kalacaklarını hatırlatmak istiyorum. Milliyetçi Hareketin bu konudaki son sözü ve duruşu bellidir: Türkiye Cumhuriyeti, ülkesi, milleti ve egemenlik unsurları ile tektir ve üniter bir devlettir. Türk milleti tarihi ve kültürel kökleri itibariyle ayrılık kabul etmeyen bir bütündür. Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşu, istiklal ve bağımsızlık mücadelemizin taçlandırılmasıdır. Ay yıldızlı al bayrağımız bağımsızlığımızın, egemenliğimizin, birlik ve beraberliğimizin sembolüdür. İstiklal Marşımız, bu onurlu mücadelenin kahramanlık destanıdır ve o günlerin mukaddes bir hatırasıdır. Milli birlik ve bölünmez bütünlüğümüzün dayandığı temeller tek devlet, tek millet, tek bayrak ve tek dil ülküsüdür. Başkentimizin Ankara, dilimizin Türkçe, bayrağımızın ay yıldızlı al bayrak, milli marşımızın İstiklal Marşı olduğu belirlenmiş ve Anayasamız tarafından da güvence altına alınmıştır.
Türkiye Cumhuriyetinde birleştirici unsur millet bağı ve milli duygular temelinde oluşmuştur. Atatürk'ün 'Ne Mutlu Türküm Diyene' vecizesi bu anlayışın tam bir ifadesidir. Şayet çare arayışında ısrar edilecekse, küresel dayatmalara karşı aranacak 'fırsat ve çözümler' Erbil'de, Washington'da, Brüksel'de ve Erivan'da değil, aziz Atatürk'ün bundan doksan yıl önce gösterdiği yüksek uyanıklığın, stratejik hamlenin, derin şuurun, milli heyecanın ve ileri görüşün eseri olan Başkent Ankara merkezli milli ve üniter devletin yol haritasında aranmalıdır."

Reklam
Reklam

İHA