'Balıkçı'dan Erdoğan'a 'Hodri Meydan'

Öyle Bir Geçer Zaman ki'de Balıkçı rolüyle dikkat çeken Orhan Alkaya'dan Başbakan Erdoğan'ı kızdıracak yazı..

Sözü sağa sola savurmaya hiç niyetli değilim, ortadan konuşacağım. Fena halde sıkılıp bunalmış bir adam olarak, sözüm doğrudan Başbakan'a.

Bir "doğru"dan bahsetmeye başladığınızda karşınıza yalan üretiminin gelmesi bir toplumsal seviye sorunudur. Bu seviyenin tahkîrden tahrike doğru evrilmesi ise, belli bir vâdede linç kültürünü canlandırmaya dönük bir kalkışmayı kışkırtmaktan başka bir şey değildir.

Başbakan, belli bir saikle ve anlaşılması zor olmayan bir psikolojik yönelimle, açıkça bu ülkenin entelektüellerini Kanlı Pazar kitlesinin önünde hedef haline getirmeye soyundu ve tam hızla bu propagandasını sürdürüyor. Bugün, kendi biat kültürünü altüst eden tiyatrocular topun ağzına sürüldü ama Başbakan bununla da yetinmeyip hedefi -şimdilik- ülkenin tüm "aydın"larına doğru genişletti.

Başbakan liyakata önem vermiyor, bilgiyi küçümsüyor, birikimi, deneyimi hiçe sayıyor ve küçümsenemeyecek kişisel potansiyelini, sadece kendi oy oranını oluşturduğunu düşündüğü "kindar ihtiyar"ların -yaşları hiç önemli değil- desteğini almaya yönelik harcıyor. İki anlamda da, harcıyor.

Başbakan, geç kalmış bir Münih Darbesi için tetiğini çektiği bir silahın namlusunu kontrol etmemiş görünüyor. Suriye üzerinden yürüttüğü gerilim politikasının günlük konjonktürde yarattığı "Allah razı olsun" desteklerinin sürgit olacağını sandığı için mi bilemem, uluslararası bir omuz aldığı zehabına kendisini kaptırmış durumda gözüküyor.

Tam da bu tek alternatifli öngörüyle, "tek adam"lığı, otokratik şefliği ülkenin her alanına şâmil kılabileceğini zannediyor.

Doğrudan tarafı olduğum için an be an izlediğim, ülke tiyatrosunu berhava etme girişimi esnasında, dün medet umduğu entelektüel câmiaya da târiz üzeri hakaret yağdırmakta beis görmüyor.

Bir kin seli boşaltmaya çalışıyor üzerimize Başbakan. Kendi kin tarihini, Tanzimat Fermanı'nın ilân edildiği 1839 senesine kadar uzandırdığına bakılırsa, kullanmamaya hep özen gösterdiğim klişeyle "mağdur edebiyatı"nın derin ve melodramatik diskuruna bağlanarak bir linç atmosferi yaratmaya çalışıyor.

Başbakan ateş, benzin, nefes toplarının bir jonglörün elinde aynı anda çevrilebileceğini zannediyor.

Başbakan cesur bir adam. Ben de öyle sayılırım.

Ama biliyorum ki, Başbakan yüzüme söyleyemeyeceği sözleri masif kitlesi önünde ortaya savurup duruyor. Yarın kitlesi benim, bizim kapılarımıza dayanmaya kalkıştığında, birinci derece azmettirici olacağının farkında bile değil. Çünkü Başbakan 173 yıllık bir nefreti üzerimize doğru püskürtmenin "haklı" güvenini taşıyor.

Bir McCarthy'cilik eşiğine Başbakan'ın cesaretiyle geldik. Şimdi tahkikat komisyonları için gün sayar gibiyiz. Eleştiriye sıfır toleranslı bir siyasi aktivasyon, hepimizi sigaya çekmeye hazırlanıyor.

Hodri meydan!

Başbakan bize her gün hakaret ediyor. Biz ironiyle karşılıyoruz bu tuhaflığı. Her ironi Başbakan'ı daha beter tahkîre teşvik ediyor. Biz hâlâ edebimizi bozmadık. Ama rû be rû konuşma imkânını tükettiysek eğer, yek e yek karşılaşmaktan daha adamcası yoktur.

Haydi o vakit.

Başbakan gerdikçe geriyor ve kavgada söylenmeyecek sözleri, kendi taraftarlarının kuşattığı geçici ortamlarda kükreyerek sarf ediyor.

"Sen kimsin" diyor. Yek e yek konuşalım.

"Zavallılar" diyor. Yılmaz Güney'den mülhem, anlatalım.

"Yarım porsiyon" diyor. Porsiyonu birlikte tamamlayalım.

Başbakan ayıp ediyor.

Gel, bir de yüzüme söyle Başbakan.

Kindar bir ihtiyar olarak tamamlama hayatını, iyi bir insan olmaya geri dönmek için hiçbir zaman geç değildir.

Sevgi, selam ile, Allah iyiliğini versin.

T24