Başbakan Ahmet Davutoğlu: 'Rusya büyük yanlış içinde'

Başbakan Ahmet Davutoğlu, Esad rejiminin kendi halkına yüzyılın en büyük kıyımını uyguladığını söyleyerek, Rusya'nın bölgeye müdahale ederek büyük yanlış yaptığını söyledi.

Suriye'nin giderek uluslararası bir sorun haline geldiğini de belirten Davutoğlu, ihlallerin devam etmesi halinde sonuçları kestirmenin zor olduğunu, savaşın bir parçası olmak istemediklerini söyledi.

Davutoğlu, Star TV Ana Haber Bülteni'ne katılarak gündeme ilişkin soruları yanıtladı. Rusya'nın Türkiye'nin hava sahasını ihlal etmesi ve Suriye'nin taciz uçuşlarına ilişkin bir soru üzerine Davutoğlu, Suriye krizinin, uluslararası toplumun duyarsızlığı ve BM Güvenlik Konseyi'nin 5 daimi üyesinin karar alamaması sebebiyle gittikçe derinleşen ve artık bir ülkenin iç meselesi olmaktan çıkmış bir kriz haline dönüştüğünü anlattı.

Reklam
Reklam

Davutoğlu, "Başta bir zalim diktatörün kendi halkını varil bombalarıyla, kimyasal silahlarla bombaladığı ve onları göç etmek zorunda bıraktığı bir krizdi. Biz bundan çok etkilenmiştik. Bütün göç bize doğru olduğu için de önce tavsiye ettik, sonra uyardık ama maalesef Esed rejimi kendi halkına yüzyılın en büyük kıyımını uygulayan bir rejim haline dönüştü, milyonlarca insan mülteci oldu.

DAEŞ terör örgütünün devreye girmesiyle bir de terör belası bulaştı. Esed rejimine karşı ılımlı muhalefeti temsil eden önce barışçıl gösterilerle sadece alana çıkan, baskılar, zulümler karşısında da özellikle bu zulümlere dayanamayan Suriye ordusu mensubu askerlerin oluşturduğu Özgür Suriye Ordusu, yani yabancı savaşçının olmadığı bir Suriye ordusuyla direnişe geçen bir yapı ortaya çıkmıştı" diye konuştu.

Suriye'deki durumun ülke içi bir durumken, ülke dışından terör örgütlerinin bulaşmasıyla Türkiye'nin de içinde yer aldığı IŞİD'e karşı mücadele için uluslararası koalisyon oluşmasına yol açtığına değinen Davutoğlu, Rusya'nın son aldığı kararın durumu bir başka aşamaya geçirdiğini söyledi.

Reklam
Reklam

Ahmet Davutoğlu, konuşmasını şöyle sürdürdü:

"İlk defa bir ülke kendi milli, ulusal kapasitesi ile yabancı bir güç olarak Suriye sathı mahalline girdi. Daha önce İran da milisleriyle girmişti. Çok tehlikeli bir durumla karşı karşıyayız. Bugün Suriye'ye artık yabancı bir müdahale söz konusudur. Daha önce koalisyon güçleri DAEŞ'e karşı mücadele ederken neydi tablo diyeceksiniz. Koalisyon güçlerinin şu ana kadar Türkiye'nin de katıldığı bütün operasyonları bir terör örgütüne karşı yapılan ve Suriye'de çatışan diğer taraflara müdahil olmayan bir operasyondu. Ama şimdi Rusya maalesef yaptığı operasyonun neredeyse yüzde 90'ını ılımlı muhalefete karşı yapıyor ve rejimi rahatlatmak için yapıyor. DAEŞ'e ise kozmetik olarak bazı şeylerde bulunuyor. 57 hava harekatının 55'i muhalif unsurlara yapıldı, elimizdeki askeri istihbari bilgiler bunu gösteriyor. Sadece 2'si DAEŞ'e karşı yapıldı."

"RUSYA'NIN SURİYE'DE BİR YABANCI GÜÇ OLARAK SURİYE SAVAŞINA TARAF OLMAMASI BEKLERDİK"

Reklam
Reklam

Başbakan Ahmet Davutoğlu, Rusya'nın İran gibi Türkiye'nin çok önem verdiği, ilişkisinde çok dikkat gösterdiği komşu bir ülke olduğunu belirterek, "Görüş ayrılıklarımız olabilir, farklı kanaatlere sahip olabiliriz. Ukrayna konusunda biz Kırım'ın ilhakını tanımadık, tanımayacağımızı da Rusya'ya dostça söyledik. Suriye konusunda onların rejimi desteklemesi karşısında biz de açık tutumumuzu sergiledik. Bu ilişkilerin hiçbir zaman Türkiye-Rusya krizine dönüşmemesi için elimizden gelen çabayı gösterdik. Maalesef Rusya, son müdahalesiyle özellikle de sınırlarımızı ihlal ederek Suriye içinde olan bir krizi Türkiye'yi de içine alacak şekilde tırmandırma yönünde ciddi bir takım yanlışlar içinde" dedi.

Önceki gün Samsun mitingi dönüşünde uçakların nereden, nereye, nasıl girdiğine ilişkin bilgileri ilgili komutanlardan aldığını ifade eden Davutoğlu, herhangi bir şekilde yanlış değerlendirmenin söz konusu olamayacağını bildirdi.

Reklam
Reklam

Davutoğlu, meselenin ikili ve genel bir uluslararası sorun olarak konuşulması gerektiğini vurgulayarak, şunları kaydetti:

"Siz başka bir ülkeye gireceksiniz, o ülkeden bizi taciz edeceksiniz, bunu kabul etmemiz, ona müsamaha göstermemiz söz konusu değil. Bunu Rusya tarafına çok açık bir dille, dostça ve şimdiye kadarki karşılıklı saygı kuralları dahilinde ifade ettik. Bizim angajman kurallarımızın sınırlarını herkes biliyor. Bundan sonra ümit ederiz tekrarı olmaz. Ümit ederiz bu tırmanmaz. Ama böyle bir durumda Türkiye, kendi sınırlarını ve hava sahasını korur, kimden, nereden gelirse gelsin, kendi sınırlarını ve hava sahasını korur. Biz iyi niyetimizi gösterdik, yani soğukkanlı bir tavır sergiledik, fakat bunların tekerrürü artık bu meselenin sehven, hataen yapılan bir mesele olmadığı konusundaki kanaatimizi pekiştirir. Rusya'nın Suriye'de bir yabancı güç olarak Suriye savaşına taraf olmaması beklerdik" diye konuştu.

Rusya ile Türkiye'nin Suriye konusunda ortak çözüm önerilerini tartıştığını, Cenevre görüşmelerinde bir yol haritası bulmaya çalıştığını dile getiren Davutoğlu, şu anda Suriye'ye ülkenin kaderini belirleyecek bir yabancı müdahale olduğunu söyledi.

Reklam
Reklam

Başbakan Davutoğlu, Suriye'ye komşu bir ülke olarak ülkedeki her olayın Türkiye'yi ve ulusal güvenliğini etkilediğine dikkati çekerek, şöyle devam etti:

"Bu konuda saygı ve ulusal güvenliğimize dikkat edilmesini, özen gösterilmesini bekleriz. Türkiye'ye rağmen Türkiye'nin sınır boylarında bir hareketlenme olmasını ve bu yolla Rusya'nın ve rejimin hava bombardımanı dolayısıyla tekrar milyonlarca mülteci geldiğinde bunu Rusya mı karşılayacak? Dünyada uluslararası hukuk var. Bizim uluslararası hava sahamızı kimse ihlal edemez. Süper güç diye bir kavram soğuk savaşta vardı. Şu anda herkes birbirine karşı saygı içinde olacak, herkes hukukunu gözetecek. Biz Rusya'nın şu anda rahatsız olacağı hiçbir tutum içinde olmadık, ilişkilerimize özel önem gösterdik. Rusya'nın da bizim bu özenimize karşı aynı özende bulunmasını beklemek en tabii hakkımız, dost olarak komşu olarak. Yoğun ticari, ekonomik ilişkilerimiz var. Bütün bunları riske edecek bir tutum içine kimsenin girmemesi lazım. Kim olursa olsun, Rusya veya başka bir ülke Türkiye'nin hava sahası ve sınırlarını koruması konusundaki iradesinde kimsenin şüphesi olmaması gerekir."

Reklam
Reklam

"BÜTÜN TARAFLARA AÇIK VE NET MESAJLARIMIZ İLETİLDİ"

Sorunun, bölgesel ve küresel bir sorun haline geldiğine işaret eden Davutoğlu, "İran kara ordusu gönderecek, Rusya hava gücü gönderecek ve bunlar yabancı müdahale olmayacak, milyonlarca mülteci ağırlayan Türkiye, Birleşmiş Milletler'e gidip de 'Artık şu rejimin zulmüne son verin' dediğinde bu yabancı müdahale mi olacak? Çok ciddi gerginlik trendi var. Dikkatli olunmasını beklemek hakkımız" ifadelerini kullandı.

Davutoğlu, Türkiye'nin Rusya ile kanallarının hiçbir zaman kapalı olmadığını ifade ederek, "Ben de New York'ta Sayın Putin'le konuştum. Her heyet gelir gider, bu normaldir. Askeri siyasi, istihbari, diplomatik her türlü görüşme yapılır. Eğer bir hava sahası ihlali varsa, izah etmek durumunda olan hava sahasını ihlal eden taraftır. Biz herhangi bir şekilde rejimin yanında halkı bir mülteci dalgası halinde Türkiye'ye sevk edecek şekilde yapılacak bir operasyonu müsamaha ile karşılamayız. Bu, Türkiye'nin artık kapasitesini aşan bir durum. Sadece bir kişi iktidarda kalacak diye, bir ülkenin Suriye gibi onurlu bir halkın bütün geleceğini karartmak kimin hakkı? Sadece bir kişi iktidarda kalmaya devam etsin diye..." diye konuştu.

Reklam
Reklam

Operasyonun IŞİD'e karşı yapılmadığını, Yayladağı'nın, Reyhanlı'nın karşısında IŞİD değil, ılımlı Suriye muhalefetinin, Bayırbucak Türkmenlerinin bulunduğunu anlatan Davutoğlu, bu durumun izah edilmesi gerektiğini söyledi.

Davutoğlu, "Şu ana kadar bize verilen izahatlarla tatmin olmamızı beklemek doğru değil çünkü saniyeler süren bir şey değil. Bundan cesaretlenen Suriye rejimine ait olduğunu düşündüğümüz başka uçaklar, taciz yapıyor. Türkiye'nin ulusal çıkarlarını tehdit eden hiçbir eylemde bulunulmaması gerektiği konusunda bütün taraflara açık ve net mesajlarımız iletildi" dedi.

"HER TÜRLÜ SENARYOYA HAZIR OLMALIYIZ"

"Dünya Savaşı çıkabilir senaryoları konuşuluyor. Fransız Cumhurbaşkanı Hollande, ilk kez topyekun bir savaş ifadesini kullandı. Sizin böyle bir endişeniz var mı?" sorusu üzerine Davutoğlu, şunları söyledi:

"Bunun olmaması için herkesin duyarlı olması lazım. Şu anda böyle bir endişemiz yok. Şu anda kanallar açık konuşuluyor ama öylesine bir tırmanma trendi var ki, eğer bu açık uluslararası hukuk ihlalleri devam ederse, önümüzde ne olacağını tahmin etmek çok zor. Onun için acilen dönüp o güvenlik toplantılarını yaptık, önümüzdeki günlerde de tekrar değerlendireceğiz. Biraz önce de Genelkurmay Başkanımız Azerbaycan'dan döndü, tekrar kendisiyle konuştum. Biz ülkemizin geleceği, milletimizin huzuru için tabii her türlü senaryoya hazır olmamız gerekir. Fakat böyle bir şey inşallah bahsettiğiniz tarzda bir savaş işareti veya öyle bir hale dönüşecek bir noktaya gelmez. Bunun için diplomatik temaslarımız da sürüyor. Biz hiçbir zaman herhangi bir savaşın tarafı ya da parçası olmak istemeyiz ama bize dönük bir durum olduğunda gerekli tedbirleri almak da bizim vazifemiz."

Reklam
Reklam

"SURİYE KONUSU KİMİN İSTEDİĞİ GİBİ GİTTİ Kİ?"

Davutoğlu, "Suriye politikanızın ilkesel olarak doğru olduğu kabul ediliyor. Ancak uygulamada 'Her şey de istediğimiz yönde gitmedi' diyebiliriz. Bir yumuşatma, bir esnetme söz konusu olabilir mi? Esed'li bir geçişten söz edilebilir mi?" şeklindeki soruya "Allah aşkına Suriye konusunda kimin istediği gibi gitti ki? Rusya istediği gibi gitmediği için bugün bir savaşın parçası olacak şekilde oraya gidiyor" yanıtını verdi.

"Rusya'nın veya bazı rejime destek veren ülkelerin politikalarının doğru olduğu gibi bir kanaat" olduğunu hatırlatan Davutoğlu, "Doğru olsaydı şimdi oraya asker ya da uçak göndermek zorunda kalmazlardı. Kimsenin Suriye'de şu ana kadar düşündüğü beklentisi o anlamda olumlu yönde seyretmedi. Kimsenin dediği olmadı" ifadesini kullandı.

Durumun bu hale dönüşmemesi için Türkiye’nin çok gayret sarf ettiğini aktaran Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Şu anda dünya, 'güvenli bölge'yi konuşuyor. Biz 3 sene önce 'güvenli bölge' demiştik. Bütün Avrupa'da bugün 'güvenli bölge' konusu ele alınıyor ama şimdi fark ettiler. Biz Esad'la görüşmeyi bütün dünya Esad'ı dışladığı 2006 yılında yaptık. Bütün dünyanın Esad'ı dışladığı 2011 Ağustosu'na kadar biz Esad'la görüştük. Olaylar devam ederken, ben gidip 7 saat görüştüm Şam'da. 'Aman bu gidiş iyi değil, ülkeniz felakete gidiyor. Siz halkınızı yanınıza alın. Halkınızı karşınıza almayın. Mezhepçi bir tutumla halkın büyük kesimleriyle savaş ilan ederseniz ordunuz bölünür…' Bunların hepsini söyledik. 'Sadece bir aileye dayalı bir saltanatı devam ettirmeye kalkarsanız bu halkı kontrol edemezsiniz. Halkınızı yanınıza alın, halkınızla konuşun, reform yapın, artık böyle Baas ideolojisiyle halkı bir arada tutmak mümkün değil. Demokratikleşin...' Bunları söylediğimizde şimdi bile eleştirenler var. Biz bunu dışarıdan bir müdahale için söylemedik ki, bugünlere gelmesinden korktuğumuz için söyledik. Çünkü biz biliyoruz Suriye'nin içinde nelerin olup bittiğini."

Başbakan Ahmet Davutoğlu, Suriye rejimine yüzde 85'in dışlanmaması için öneriler getirdiklerini de aktardı.

Bugünkü durum nedeniyle Suriye ordusu içinde de ihtilafların oluştuğunu kaydeden Davutoğlu, "Çünkü bir tümeni İranlılar yönetiyor, bir başka tümeni Ruslar yönetiyor, bir üssü Ruslar almış, bir üssü İranlılar almış. Böyle bir tabloda milliyetçi Suriyeli subaylar, değişik mezheplerden, tepki gösteriyorlar" diye konuştu.

Bu yönde bilgilerin Türkiye'nin istihbarat birimlerine geldiğini ifade eden Davutoğlu, Türkiye'nin politikasının ilkesel olarak da uygulamada da doğru olduğunu kaydederek, "Ama tek başına uygulayamazdık. Tek başına güvenli bölge kursaydık, Suriye'ye ordumuzun girmesi gerekirdi. Dünyayı çağırdık güvenli bölge kurulması için ama kulaklar kapatıldı. Kimyasal silah kullandığında 'Artık kırmızı çizgiyi geçti, bundan sonra bu rejimi durduracak hiçbir şey olmaz. Birlikte net bir cevap verelim' diye çağrıda bulunduk" dedi.

"ESAD'LA GEÇİŞİ BİZ KABUL ETSEK SURİYE HALKI KABUL EDER Mİ?"

Başbakan Davutoğlu, "Daha kötüye giderse Türkiye'nin politikasında değişiklik söz konusu olur mu? Esad'lı bir geçişten söz edilebilir mi?" şeklindeki soru üzerine ise "Bu politikada neyi esnetmemiz bekleniyor? Esad'la bir geçişi biz kabul etsek Suriye halkı kabul eder mi? Şu benim Çarşamba'da gördüğüm ya da şu anda kamplarda yaşayan insanlar Esad'lı geçişi kabul ederler mi inanırlar mı? Tepelerinden bomba yağdıran birinin barış getireceğine inanırlar mı? Kimyasal silah getiren birisinin barışı getireceğine inanırlar mı? Bunlar kağıt üzerinde, kapalı kapılarda, lüks odalarda, diplomasi odalarında rahatlıkla söylenen, Esad'lı geçiş... Peki kimi ikna edeceksiniz?" diye konuştu.

Suriyelilerin, "Suriye'de yeni bir geçiş yönetimi var. Artık ülkeme dönebilirim" diye güven duyarlarsa geçişin mümkün olabileceğini kaydeden Davutoğlu, "Esad orada otururken Türkiye'ye gelen 2 milyon göçmen döner mi?" ifadesini kullandı.

Bugün kendisine bir Suriyelinin "2 oğlum orada öldü. Diğerine iş bulabilir miyim?" dediğini kaydeden Davutoğlu, konuşmasını şöyle sürdürdü:

"O insanların yerine kendinizi koyun. Onu öldüren kişi, evinizi yıkan, kimyasal kullanan kişi hala Şam'da oturuyor, dünya da sana diyor ki, 'O orada otururken sen geri dön.' Döner misiniz? Aylan'ın babası gibi yüz binlerce, binlerce insan var. Ailesini geri götürür mü? Kolay değil bunu söylemek. Türkiye’nin politikasının esnetilmesiyle ilgili bir durum yok. Aksine bir kişi için Suriye'yi yakan, yıkan, bir kişi için milyonlarca insanın kaderini yok eden bir zihniyeti tartışmak lazım. Bunu tartışmayanlar muhalefet de böyle yapıyor, Türkiye'yi tartışıyorlar. Allah aşkına bu kadar insanın bu ülkeden çıkmasına sebep olan kim? Bu katliamları, kimyasal silahı, varil bombalarını kullanan kim? Onlara destek verenler kimler? Bunlar karşısında sessiz kalanlar kimler? İnsanın vicdanı isyan ediyor Türkiye'ye eleştiri yöneltenlere. Daha ne yapmamız gerekiyordu ki, 2 milyon mülteciyi ağırladık. Suriye krizinin bize bulaşmaması için her türlü tedbiri aldık, etrafımız bir ateş çemberi."

Türkiye'nin etrafı ateş çemberiyken, Anayasal hükümete dahi girmekten kaçınanların bir şey söylemeye hakkının olmadığını kaydeden Davutoğlu, "Ben de AK Parti Genel Başkanı olarak şunu diyebilirdim, 'Çok riskli bir dönemde yaşıyoruz, biz de bu şeyi üstlenmiyoruz' desek kim idare edecekti Türkiye'yi" dedi.

"SORUMLULUK ALMAYACAKLAR SONRA DÖNÜP BİZİM POLİTİKALARI ELEŞTİRECEKLER. BUNA KİMSENİN HAKKI YOK"

Başbakan Ahmet Davutoğlu, bir taraftan kampanya yürütürken, bir yandan devletin güvenlik meseleleriyle ilgilendiğini, bir yandan terörle mücadele çalışmalarını yürüttüğünü aktararak, "Şimdi sormak gerekmez mi Sayın Kılıçdaroğlu'na, Sayın Bahçeli'ye. Bu ülke ve etraf böyle bir ateş çemberiyken niye elini taşın altına koymadınız? Niye hep beraber ortak hükümet kurmadık? Hadi koalisyon hükümetinde anlaşmadık, seçime giderken niye Anayasa size 'Bir hükümet kur, katıl' diyor. Anayasal bir zorunluluk, niye yapmadılar? Halkımızın bunu görmesi lazım. Biz eşitsiz bir mücadele sürdürüyoruz. Biz bir taraftan devlet ve hükümet yönetiyoruz, bütün bu ateş çemberinin içinde Türkiye'yi ayakta tutmaya çalışıyoruz" değerlendirmesinde bulundu.

Davutoğlu, mitinglerin arasında Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar ve İçişleri Bakanı Selami Altınok ile görüşmeler yaptığını belirtirken, şunları kaydetti:

"Bunu da şerefle yapıyorum ama sadece eleştirenler, 'Türkiye'nin politikası yanlıştı, şöyleydi böyleydi' diyenler öncelikle bir kendilerine bakmaları lazım. Nitekim yanlıştı politika, girseydiniz Hükümet'e, Anayasal zorunluluk hükümetine ve getirseydiniz tekliflerinizi oraya. Hayır, girmeyecekler, sorumluluk almayacaklar sonra da dönüp bizim politikaları eleştirecekler. Buna kimsenin hakkı yok."

"DEMOKRATİK BİR ORTAMDA MÜCADELE ETMEYE HAZIR DEĞİL"

Doğu ve güneydoğu illerinde yaşanan gelişmeler, sokağa çıkma yasakları ve teröre ilişkin soru üzerine Davutoğlu, "Örgütün doğasından. Soğuk savaş şartlarından kalan Marksist, Leninist ve dogmatik bir örgütten bahsediyoruz. Demokratik bir ortamda mücadele etmeye hazır değil" dedi.

"Yani, 'ben bir yeri kontrol ediyorsam, Stalinist bir yöntemle orada kimse olmayacak' diyor. PYD bu örgütün bir uzantısı olarak Suriye'yi kontrol ediyor, kendisini destekleyen Kürtler dışında hiçbir Kürt partisine bile izin vermiyor" diyen Davutoğlu, Türkiye'de bir yerde herhangi bir şekilde etki kurduklarında, kendileri dışında hiçbir partinin orada olmasını istemediklerini anlattı.

Çözüm Süreci ile örgütün halkı istismar etmesinin önüne geçmeye çalıştıklarını ve ciddi mesafe de aldıklarını belirten Davutoğlu, şunları kaydetti:

"Mesela geçen sene 6-7 Ekim olaylarında olduğu gibi bazı çevreleri sokağa dökmekte başarısız oluyor. Çünkü halk görüyor örgütün tutumunu. Bütün bu tabloda istismarları ellerinden aldık. Havaalanı, yol, baraj, fabrika, santralleri inşaatını bombalayan bir terör örgütü halkın iyiliğini istiyor olabilir mi? Hayır. Bunlar tek tek ortaya çıktı. Terör örgütünü şımartan, Suriye ve Irak'taki gelişmelerle, kulaklarına dış mihrakların 'Şimdi tam vaktidir. Çözüm Süreci gibi barışçıl yöntemler yerine ayaklanmayla bir netice alınabilir kanaatine kapılmaları. Ben, Cumhurbaşkanımızın verdiği görev gereği HDP Eşbaşkanı ile 15 Temmuz'da görüşürken, terör örgütü silahlı çağrıda bulunuyordu. Bu yolla da Türkiye'yi köşeye sıkıştıracaklarını düşünüyorlardı. Türkiye'yi, DAEŞ ile özdeşleştirerek Suriye politikaları üzerinden Türkiye'yi köşeye sıkıştırıp kendilerini meşru kılmaya çalışacaklardı."

Başbakan Davutoğlu, 23 Temmuz'dan bu yana yapılan operasyonların hem DAEŞ hem PKK hem de DHKP/C'ye ve dünyaya, Türkiye'nin terör örgütlerini ayırmadığını gösterdiğini söyledi.

Bu tırmanmanın sebebinin, örgütün dogmatik yapısı, art niyeti, bölgesel konjonktürün sanki Türkiye içinde bir kalkışmayı sağlayacak uygun şartlar oluştuğu vehmi olduğunu belirten Davutoğlu, "23 Temmuz'da ben bu kararı aldığımda geçici olarak görev yapan bir hükümetin başbakanıydım. Talimatı ben verdim Genelkurmay'a, emniyete yazılı olarak, Başbakanlık direktifi olarak. Net bir talimat verdim. Madem ki Türkiye'ye terör örgütleri savaş ilan etmiştir, bu terör saldırıları karşısında Türkiye'nin birlik ve beraberliğini korumak, ülkenin güvenliğini, özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki halkımızın güvenliğini sağlamak üzere alacağınız hiçbir tedbirden kaçınmayacaksınız. Ama bütün bu tedbirler demokratik hukuk devleti kuralları içinde alınacak" diye konuştu.

"BASKILARA KARŞI TEDBİR ALACAĞIZ"

"1 Kasım'da güvenlik konusunda bir tereddüttünüz var mı? Bölgede, AK Parti seçmeninin oylarıyla ilgili bir endişeniz var mı?" sorusu üzerine Davutoğlu, Anayasal zorunluluk hükümeti olarak Meclis'in en büyük partisinin genel başkanı olarak görevi yürüttüğünü, hükümetin AK Parti Hükümeti olmadığını, CHP ve MHP görevden kaçtığı için AK Parti ile bağımsız bakanların yer aldığı bir hükümet olduğunu söyledi.

Bu hükümetin görevinin, ülkeyi suhuletle seçime götürmek olduğunu vurgulayan Davutoğlu, bu hükümetin başbakanı olarak bu görevi hakkıyla yerine getireceğine millete söz verdiğini ifade etti.

Her yerde tedbirlerin alınacağını anlatan Davutoğlu, şöyle devam etti:

"Kaygımız nedir? Türkiye demokratik ülke şartlarında mücadele ettiği için belli bir mesafede sandıklara güvenlik güçlerimiz yaklaşamaz. Belli kuralları var. O alan içinde bir takım baskılar söz konusu olursa, onun için Yüksek Seçim Kurulundan, bazı ilçelerin talepleri bu sebepleydi. Öyle yerlerde toplayalım ki baskı yapma imkanı kalmasın. Herhangi bir demokratik ülkede olan şartlara sahip değiliz şu anda. Ne oluyor? Binanın içine girmeyecek güvenlik güçleri çünkü baskı hissedebilir halk. Doğru ama binanın içine girmeyen güvenlik güçlerinin yapmadığı baskıyı, binanın içine sivil kıyafetlerle girebilen bir takım örgüt mensupları yapıyorsa, bunun sorumlusu kim olacak? Onun için Yüksek Seçim Kuruluna, ben karar almadan bir gece önce bu kararı almalarının doğru olacağı açıklamasında bulundum. Baskı orada oluyor. Bu baskılara karşı da yine tedbir alacağız tabii."

Türkiye'nin ilk defa terörle mücadeleyle birlikte seçime gitmediğini ifade eden Davutoğlu, her seçim sonrasında dış güçlerin de telkinleriyle terör saldırısında bulunulduğunu belirtti.

Başbakan Davutoğlu, "Terör örgütü, terörü şehire taşıma niyetinde ve bununla nasıl mücadele edilecek konusu tartışılıyor. 'Genelkurmay'ın şehirlerde askerin gözükmesini istemediği, hatta onun yerine jandarma ve polis görev yapsın' dediği şeklinde haber düştü. Burada bir sıkıntı var mı?" sorusuna karşılık, bu haberin doğru olmadığı yanıtını verdi.

Şehirlerde görevin polisin, kırsalda jandarma, kara kuvvetleri ve askerin ise vali ihtiyaç hissettiğinde devreye girecek şekilde talimatlandırıldığını anlatan Davutoğlu, "Tendürek Dağı'nda terörle mücadele yürür ama köyde, ilçede oy kullanılmaya devam edilir. Dolayısıyla bu haber külliyen yalandır. Bu kime atfen söylendi ben şimdi bu haberin detayını bilmiyorum ama hangi gazete olduğunu tahmin edebiliyorum. Hele hele Genelkurmay Başkanı'na atfen söylendiği ifade ediliyorsa külliyen yalandır. Türkiye'de silahlı kuvvetler, demokratik meşruiyete sahip hükümetin emrindedir. Bizim verdiğimiz talimatları uygular, nerede ne gerekiyorsa o tedbir alınır" diye konuştu.

Başbakan Davutoğlu, silahlı kuvvetler ve emniyet birimlerine teşekkür ederek, iki gün önce gece yarısı yaptığı toplantıda aldığı brifingden memnun kaldığını dile getirdi.

Etkin bir müdahale kapasitesi olduğunu, Dağlıca'da şehitlerin olduğu yerde başarılı operasyonların düzenlendiğini anlatan Davutoğlu, şöyle konuştu:

"Oralar birer birer temizleniyor. Risk yok mu? Var. Tehdit yok mu? Var. Şehitlerimiz dolayısıyla yüreğimiz yanmıyor mu? Yanıyor. Ama bu konuda bizim hiçbir şekilde tereddüt göstermeyeceğimizden halkımızın emin olması lazım. Güvenlik birimlerimiz çok çabuk intibak etti. Asker-polis, jandarma-polis işbirliği, valilik koordinasyonu, bölgenin bütününde tümenler ve kolordular düzeyinde yürütülen bütün koordinasyonlarda son derece başarılı bir mücadele yürütülüyor. O gazetenin haberi külliyen yalandır. Cumhuriyeti düşünenler, Cumhuriyet güçlerinin yanında yer alır. Bu millete ait olanlar, teşvik etmek, şüphe uyandırmak yerine bu teröre karşı tavır alır. Dolayısıyla bugün askerimizin, polisimizin bütün gayreti Cumhuriyetimizi, demokrasimizi, halkımızı korumaktır. Bütün bunlar hukuk devleti kuralları içinde olur. Terörle mücadeleyi kararlı bir şekilde sürdürürüz, hukuk devletinden ve demokratik özgürlüklerden tek adım dahi sapmaya izin vermeyiz."

"GEÇEN SEÇİMLERLE BENZER BİR TABLO OLMAMASI İÇİN KOŞTURUYORUZ"

"Anketlerde görülen tabloda yine partiniz önde görülüyor. Geçen seçimlerle benzer bir tablo çıkarsa, üçüncü bir seçim olur mu yoksa koalisyon mu olur?" sorusu üzerine Davutoğlu, şu yanıtı verdi:

"Geçen seçimlerle benzer bir tablo olmaması için koşturuyoruz. Birileri öyle arzu ediyor da bir tek bizim gönlümüzde tek başına iktidar olmak var. Çünkü diğerlerinin böyle bir hayali bile olamaz, diğer partilerin böyle bir iddiası yok. Onun için biri diyor ki 'Bundan sonra koalisyon ihtimali olursa, ben artık bu işin içine girerim' diyor Sayın Bahçeli gibi. Benim Erzurum ve Samsun'da gördüğüm heyecan bu sefer herhangi bir partiye ihtiyaç hissetmeden, birilerinin 'hayır' demesi karşısında tekrar tekrar yol denemeye gerek kalmadan inşallah tek başına iktidarı görürüz. Ben yola çıktım mı hedefime kilitlenirim."

Davutoğlu, AK Parti'nin tek başına iktidara gelmesini hedeflediklerini ifade ederek, sözlerini şöyle sürdürdü:

"7 Haziran akşamı ne söylediysem şimdi de aynı şeyi söylerim, 1 Kasım akşamı da. Türkiye'yi hükümetsiz bırakmayız, hiçbir sorumluluktan kaçmayız. Bugün Türkiye'de terörle mücadele ederken, elini taşın altına koymayıp kaçanların yaptığı işi yapmayız. Küçük nefsi ve şahsi hesaplarla, o veya bu şey içine girmeyiz. 7 Haziran'da kimsenin belki o anda beklemediği şekilde, o gece söylediğim söz, gereken dersi aldık şimdi o dersin gereğini yapıyoruz her açıdan. Milletimizin iradesine saygımız sonsuz. Sonuçta milletimiz huzur duysun ve rahat etsin, Türkiye'yi bir saniye dahi yönetim boşluğuna düşürmeyiz, hiçbir krize izin vermeyiz. İnşallah en iyi şekilde 2 Kasım sabahı tek başına iktidara ulaşırız."

ASGARİ ÜCRET

Asgari ücrete ilişkin seçim vaadini bin 300 lira olarak belirlerken Türkiye'nin rekabet gücünü hesaba kattıklarını aktaran Davutoğlu, "Asgari ücret konusunda düşünenler şunu hesap etmiyorlar, asgari ücreti 3 bin yapabilirsin, 5 bin de dersin. Peki o asgari ücretle o işyerleri çalışabilecek mi? Rekabet güçleri olacak mı?" dedi.

Türkiye'de asgari ücret yükseldiğinde bazı yatırımların asgari ücretin daha düşük olduğu Doğu Avrupa ülkelerine kayacağını ifade eden Davutoğlu, şöyle devam etti:

"Şu anda bile Doğu Avrupa ülkelerinde asgari ücret bizden az. Avrupa Birliği üyesi ülkelerde, Bulgaristan'da, Romanya'da bir çok yerde... O zaman yatırımlar oraya doğru kayar. Nihayet bu bir yatırım maliyeti olarak görülür. Biz, bir optimumu yakalamaya çalıştık. Hem asgari ücretle çalışan vatandaşlarımızın, o alnı terli vatandaşlarımızın hakkını verelim, onları rahatlatalım, hem de o işyerlerinin kapanmasına ve işsizliğe yol açabilecek o vatandaşlarımızın da işlerini kaybetmelerine yol açabilecek şekilde bir sonuç da doğmasın. Bunun bir optimum noktası var. Bu asgari ücret komisyonunda özel sektör de var. Özel sektör ve kamu aslında bir arabulucuk yapıyor. Yani hükümet olarak tek başına bir asgari ücret dikte etmiyoruz ama şimdi biz bin 300 lirayı teklif edeceğiz. Bin 300 liraya ikna edebileceğimizi düşünüyoruz tarafları. Yoksa kendi başımıza alınmaz, bu direktifle, fermanla olan bir şey değil, piyasa ekonomisi, kendi kuralları içinde işler."

Asgari ücrete ilişkin istişarelerde bulunurken ilk etapta bin 250 lira gibi bir rakamın telaffuz edildiğini, ekonomiye yük getirmeyeceği kanaatine vardığı için bu rakamın bin 300 liraya çıkmasını önerdiğini ve istişareyle bu rakamda karar kıldıklarını aktaran Davutoğlu, bu rakamın makul olduğunu ifade etti.

Muhalefetin daha önce hükümet etmediği için bütçe hazırlanması, bütçe açığı konusunda yeterli bilgiye sahip olmadığını ve bu nedenle asgari ücret için rahat rakamlar telaffuz ettiğini, bütçenin bunları kaldırabileceğini ifade ettiklerini aktaran Davutoğlu, "Burada şunu söylüyorlar, AK Parti döneminde birikmiş bir kaynak var. Bunu da söylüyorlar, itiraf ediyorlar" ifadelerini kullandı.

Türkiye'nin bütçe açığının Maastricht Kriterleri'nin de altında olduğunu vurgulayan Davutoğlu, bunun dikkatli ve ayağını yorganına göre uzatan bir yönetimin sonucu olduğunu aktardı.

Türkiye'nin AK Parti'nin ekonomik vaatlerini kaldırabilecek kapasitesi olduğunu dile getiren Davutoğlu, "Şu anda bizim öngörülemez bir bütçe açığımız söz konusu değil. İnşallah 2016'da yüzde 0,7, 2017'de de neredeyse artı yapacak, eksiden çıkacak bir bütçe planlamamız var. Bu ekonomimizin ve bütçemizin kaldırabileceğimiz bir yüktür. Tek tek, kalem kalem bunların hesabını yaptık. Bir gence 50 bin lira veriyoruz. Ne kadar genç başvurur, bunun takribi hesabını yapıyoruz. Hepsinin karşılığı var ama diyelim bir ihtiyaç hasıl oldu, bu yolla ürettiğimiz kaynak onu karşılar" diye konuştu.

Davutoğlu, vaatlerinin "bir taşla üç kuş vuran" ekonomik tedbirler olduğunu ve bu vaatlerin kendini üreten yönleri bulunduğunu ifade etti.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun, bu vaatlerin kendi vaatlerinden kopya olduğu ifadesinin hatırlatılması üzerine ise Davutoğlu, "Kendi beyannamelerine baksınlar, 7 Haziran'daki beyannamelerine. Bizim uyguladığımız politikaları bile alıp emin olun 'copy paste' usulüyle alıp aynen cümle cümle koydukları yerler var. Burada da onlardan aldığımız bir şey yok. Biz ne yaptıysak gereğini, doğrusunu o şekilde yapıyoruz" diye konuştu.

"FATİH BENİM KİMLİĞİMİ DOKUYAN YERDİR"

Bültende Ahmet Davutoğlu'nun bugün yaptığı ziyaretler, ilkokulu okuduğu okulda, İstanbul'da ailesiyle ilk oturdukları evde ve Çarşamba Pazarı'nda vatandaşlarla temaslarına ilişkin görüntüler de yer aldı.

Görüntüleri izleyen Davutoğlu, bunların planlanmış olmadığını ve kendiliğinden geliştiğini aktararak, "Doğal olmayan hiçbir şeyin kalıcı olduğu kanaatinde değilim" dedi.

Fatih sokaklarını adım adım bildiğini aktaran Davutoğlu, "O dönemin İstanbul'u, o dönemin Fatih'i benim kimliğimi dokuyan yerdir. Her sokağında, Fatih Camisi'nin her köşesinde ben bir kimlik kazandım ve gururla taşıdığım bir kimlik. Onun için tekrar oraya gidince bazen gidip yürümek istiyorum o anlamda güzel bir gün oldu" diye konuştu.

Önceki gün benzer bir buluşmayı Samsun'da balıkçılarla, dün de Erzurum'da cağ kebapçısında yaşadığını aktaran Davutoğlu, "Siz doğal davranırsanız halk da size doğal davranıyor. Siyasetin en güzel tarafı halkla o kimyayı, o muhabbeti oluşturduysanız yorulmuyorsunuz ama yok bunu bir şirket yönetir gibi yani hesap üzerine, şirket yönetmek yanlış olduğu için demiyorum, hesap üzerine bir yönüyle yaparsanız bu insanı yorar. Hesapsız bir şekilde, hasbi bir şekilde yapılan hiçbir iş insanı yormaz. Kitap yazarken ne kadar az yoruluyorsam halkla beraberken de o kadar az yoruluyorum, çünkü aşkla, şevkle yapılıyor" diye konuştu.

"ADALETİN KENDİSİ KOKARSA TUZUN KOKMASI GİBİ TELAFİ EDİLEMEZ BİR DURUM DOĞURUR"

Eski Genelkurmay Başkanı Emekli Orgeneral İlker Başbuğ'un Ergenekon davasına ilişkin bugün Yargıtay'da ifade verdiği ve bazı davalarda beraat aşamasına gelindiğinin hatırlatılması üzerine Davutoğlu, "Adalet mülkün temelidir diye kadim bir söz haline gelmiş temel bir ilke var. Devletin esası adalettir. Adalet herhangi bir şekilde zaafa uğrarsa sonra kimse bundan bigane kalmaz. Kimse bunun dışında olmaz. Açıkçası beyannamemizi hazırlarken reformlar kısmında, en asli reform yargıda olmak durumunda. Çünkü biz hata yapabiliriz, kişiler olarak ama sistem doğru bir adalet temeline oturursa o hatalar telafi edilir. Birileri kumpas kurabilir bu örnekte olduğu gibi, adalet doğru eksene oturtulursa onlar geri dönebilir. Adaletin kendisi kokarsa, tuzun kokması gibi telafi edilemez bir durum doğurur" ifadelerini kullandı.

Türkiye'de geçmiş dönemlerde Başbakan Adnan Menderes'e "Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor" diyebilen darbe yargısının olduğunu kaydeden Ahmet Davutoğlu, "Bazı kesimler yargı sistemini bir kendi içinde kapalı sistem olarak görüp ele geçirmeye çalıştı, 28 Şubat yargısında olduğu gibi... Sadece işleri parti kapatmak, özgürlükleri kısıtlamak..." dedi.

Bunların yaşanmaması için 2010 referandumunda hakim ve savcıları da sürece kattıklarını aktaran Davutoğlu, sözlerine şöyle devam etti:

"Hakimlere ve savcılara duyduğumuz güveni yansıttık ama maalesef bu sefer de yargıdaki o rekabet, özellikle de Anayasa Mahkemesi'nin kararı sebebiyle liste rekabetlerine dönüşünce bu sefer seçim üzerinden bir yapı, paralel yapı dediğimiz bir yapı, yargıya egemen olmaya çalıştı. Şimdi yargı egemenlik alanı olmaktan çıkarılmalı. Yargı, kimsenin egemenlik alanı olmamalı. Ne belli bir grubun, ne belli bir mezhebin etnik grubun ya da kesimin ne bir başka bürokrasinin darbe olayında olduğu gibi ne askeri bürokrasinin ne de dini bir topluluğun egemenlik alanı değildir yargı. Burada dini derken dinimizi tenzih ederek söylüyorum, din iddiasıyla çıkan bir grubun... Maalesef yargıyı ele geçirerek insanlar, Türkiye'deki güç yapılanmasını ele geçirmek istiyor. İstediklerini cezalandırmak istediklerini affetmek istiyor. İstediklerini köşeye sıkıştırarak tehdit etmek, istediklerini dinleyerek mahrem hayatına girmek, istediklerini ödüllendirmek istiyor. Öyle bir hal olmuştu ki bakın şimdi kimse Pensilvanya'ya gidiyor mu? Gitmiyor değil mi? 2010-2011'de Türkiye'nin tanınmış işadamları, tanınmış gazetecileri niye oralara ziyarete gidiyorlardı? Çok mu saygı duyuyorlardı? Hayır, şerrinden emin olmak için. Çünkü biliyorlardı ki yargıda emniyette bir ağırlık var. İşte açık söyleyeyim ben olağanüstü kongrede Sayın Cumhurbaşkanımızdan görevi aldığımda 'Türkiye'nin şu alanlarda yeni bir inşa ve ihyaya ihtiyacı var' dedim ve 'en önemlisi yargı' dedim. Şimdi de aynı kanaatteyim. Yargı hükümete de tabi olmamalı. Biz böyle bir iddiada değiliz ama yargıda öyle bir yargı inşa edelim ki herkes, taşlar yerine doğru dürüst otursun. Yargı hükümete tabi olmadığı gibi hükümetin işlerine engel de olmasın."

AK Parti'nin ilk dönemlerinde aldığı hemen hemen tüm kararların Danıştay'dan döndüğünü de hatırlatan Davutoğlu, "paralel yapılanma" döneminde de görevden her aldığı görevlinin yargı yoluyla geri geldiğini aktardı.

Geçmişte "paralel yapılanmadan" şikayet edenlerin bugün o yapıyı savunduklarını kaydeden Davutoğlu, "Gelin hep beraber yargıyı hak ettiği yere taşıyalım. Kimsenin egemenlik mücadelesi alanı haline gelmesin" dedi.

Hakimler ve savcıların ayrı kurullarda değerlendirilmesi gibi CHP ile benzeştikleri konular olduğunu da dile getiren Başbakan Davutoğlu, "Ben Sayın Kılıçdaroğlu'na 'anlaştığınız reformları yapalım seçime gidelim' dedim. Şimdi de söylüyorum. Seçim sonrasında inşallah biz tek başına iktidara sahip olacağız. Halkımız Anayasa'yı değiştirecek imkanı verirse özgürlükçü bir Anayasa için yola çıkacağız. Olmazsa şimdiden çağrıda bulunuyorum" dedi.

Yargı hatalarının veya art niyetli yargı manipülasyonlarının olmaması için bütün partilerin bir araya gelmesi gerektiğini aktaran Davutoğlu, yargı sisteminin objektif olmasının önemli olduğunu kaydederek, sözlerini, "Sadece yürütmeden bağımsız olması yetmiyor, kendi içinde de bir yapılanmanın olmaması gerekiyor. Objektif olması önemli. Her tarafsızlık objektiflik değildir. Bu anlamda yargıya hak ettiği konumu kazandırmak hepimizin görevi. İşte burada olan bugün bahsettiğimiz yargı hataları veya manipülasyonları telafi edilemez sonuçlar doğuruyor" diye tamamladı.

Anahtar Kelimeler: