Behçet hastalığının kesin tedavisi bulunmuyor

İSTANBUL (İHA) - Türkiye Hastanesi İç Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Sabahattin Gül, özellikle gençlerde görülen behçet hastalığıyla ilgili yaptığı açıklamada, "Kesin nedeni bilinmeyen bu hastalığın kesin tedavisi de yok" dedi.

Doç.Dr. Gül, kesin nedeni bilinmeyen hastalığın ancak multidisipliner bir çalışmayla kontrol altına alınabildiğini söyledi. Eski çağlardan beri var olduğu sanılan behçet hastalığının ilk kez 1937 yılında, Tıp literatüründe bir Türk ismiyle, cilt hastalıkları profesörü olan Hulusi Behçet tarafından, ateşli ve salgın hastalık olarak tanımlandığını kaydeden Doç. Dr. Gül, "O dönemde tarif edilen üç olguda ağız, genital organ yaraları ve göz tutulumu vardı. Ancak günümüzde pek çok organ ve sistem tutulumu olduğu anlaşılmış ve klinik belirtilerin de çeşitliliği artmıştır" dedi.

Reklam
Reklam

Doç. Dr. Sabahattin Gül, behçet hastalığının başlangıcının genellikle 15-30 yaşları arasında olduğuna dikkat çekerek, "Ancak çocukluk yaşları ve 50 yaş üzerinde de görülebilmektedir. Genç ve erkek cinste daha şiddetli seyreden bir hastalıktır. Akdeniz kuşağında daha sık görüldüğü tarzında bir görüş vardır. Ayrıca HLA B51 isimli bir doku grubu taşıyan kişilerde daha ağır tablolara yol açabilmektedir" diye konuştu.

Behçet hastalığının sistemleri tutan bir vaskülit, yani damar iltihaplanması tablosu olduğunu belirten Doç. Dr. Gül, bu hastalığa neyin ya da nelerin neden olduğu ya da hastalığı başlattığı konusunda pek çok teori olmasına rağmen günümüzde halen kesin olarak nedenlerinin bilinmediğini, bu sebeple kesin tedavisi olamayacağını söyledi.

Doç. Dr. Sabahattin Gül, behçet hastalığının belirtilerinin ağızda tekrarlayan yaraların ya da hafif deri yakınmalarının olduğunu, büyük damar vaskülitine kadar ağır tablolara dek değişiklik gösterebildiğini belirtti. Ağızda ülserasyonlar, genital bölgede ülserasyonlar, deri belirtileri, göz tutulumu, eklem tutulumu, toplar damar iltihaplanması (tromboflebit), nörolojik tutulumu söz konusu olan hastalığın farklı bulguları olduğuna dikkat çeken Doç. Dr. Gül, "Oral aftlar hemen bütün hastalarda bulunan en sık görülen belirtidir. Genellikle yarım santimetreden küçük tekrarlayıcı tarzda ağrılı aftlardır. Büyük olanlar beslenme güçlüğüne yol açabilirler. Genital bölgede yer alan yaralar genellikle zımba ile delinmiş görüntüsü veren ülserlerdir. İyileşirken genellikle iz bırakırlar ve teşhis açısından oldukça yardımcı ve faydalı bir belirti oluştururlar" dedi.

Reklam
Reklam

Doç. Dr. Gül, hastalarda görülen deri lezyonlarının çok çeşitli olabildiğini, bunlardan özellikle Türkiye, Japonya ve diğer Akdeniz ülkelerindeki hastalarda daha sık görülen Paterji testi ismi verilen bir bulguya ulaşıldığını kaydetti. Bu testin pozitif olduğu hastalarda steril bir enjeksiyon iğnesinin batırıldığı cilt alanında iltihaplı cilt bulgusunun görüldüğünü söyleyen Doç. Dr. Sabahattin Gül, "Göz tutulumu genellikle hastalığın başlangıcındaki ilk iki yıl içinde görülür. Gözün ön ve arka kısımlarını birlikte etkileyen bu tutulum, hastaların yüzde 10-20'sinde körlüğe yol açmaktadır. Eklemlerden en çok diz ve ayak bileği ve el bileği hastalığa katılır. Eklemlerdeki iltihabi tablo birkaç günden birkaç haftaya dek uzayabilir. Ancak şekil bozukluğuna neden olmaz" açıklamasında bulundu.