ANKARA (İHA) - Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Kemal Derviş, uygulanan ekonomik programın uzun vadede refah seviyesini yükselteceğini, istihdamı arttıracağını, piyasa mekanizmalarını sağlıklı bir şekilde işleteceğini, enflasyonu Avrupa Birliği ortalamasına getireceğini ve büyümeyi sürdürülebilir kılacağını bildirdi.
Saadet Partisi (SP) Ankara Milletvekili Zeki Çelik'in soru önergesini cevaplayan Bakan Derviş, Türkiye'nin içinde bulunduğu durumda öncelikli konunun 'borçların sürdürülebilirliği' olduğunu kaydetti. Derviş, Türkiye ekonomisinin 1980'li yılların sonlarından itibaren yüksek enflasyon problemi ile karşı karşıya kaldığını, kronikleşen enflasyonun istikrarlı ve sürdürülebilir bir büyüme politikası sağlanmasına engel olduğunu ifade etti. Yaşanan sorunları 'temelleri yıllar öncesine dayanan yanlış politikalara' bağlayan Bakan Derviş, krizler sonrasında piyasadaki belirsizliklerin uygulanmaya konan programla yavaş yavaş ortadan kalkmaya başladığını vurguladı.
'GÖSTERGELER KRİZİN ATLATILDIĞINA İŞARET' 2001 yılında makro ekonomik dengelerde gözlenen kötüye gidişin tersine dönme eğilimi içine girdiğini belirten Bakan Derviş, "Bu çerçevede 2002 yılı başından itibaren birçok iktisadi gösterge krizin atlatıldığını ve uygulanmakta olan ekonomik programın ortaya koymuş olduğu hedeflerin tutturulmasının büyük ölçüde mümkün olduğuna işaret etmiştir" dedi. 2001 yılında yaşanan daralmanın en önemli nedeni olan iç talepteki durgunluğun son aylarda canlanmaya başladığını vurgulayan Bakan Derviş, istikrarlı büyümeyi sağlama yönündeki Türkiye'nin önündeki önemli engellerden biri olan ve kronikleşen yüksek enflasyon probleminin çözümünde 2002 yılı ile birlikte önemli ölçüde mesafe katedildiğini bildirdi. İlk beş aydaki enflasyon oranları göz önünde tutulduğunda, son 15 yılın en düşük enflasyon rakamlarına ulaşıldığını hatırlatan Derviş, "Bu çerçevede ekonomik aktivitelerin olumluya dönmesinde ve büyümenin sağlanmasında önemli bir engel olan enflasyonist yapının kırılmaya başlaması hem borç yönetimi konusundaki zorlukların azalmasını, hem de yatırım amaçlı faaliyetlerdeki canlılığın artmasını sağlayacak bir unsur olarak düşünülmektedir" ifadelerini kullandı.
'BANKACILIK SEKTÖRÜ RASYONELLEŞTİRİLECEK' Yaşanan süreçte iç ve dış talepte artış olacağına dair beklenti içinde olduklarını da anlatan Derviş, bankacılık sektöründe yaşanan gelişmeleri de değerlendirdi. Bankacılık sektörünün yaşanan krizler sonrasında asli görevini yerine getiremez duruma düştüğünün altını çizen Derviş, bu çerçevede 2001 yılında kamu bankalarının finansal olarak yeniden yapılandırılmaları yönünde önemli adımlar atılmıştır. 2002 yılı program hedefinin söz konusu bankaların operasyonel olarak yeniden yapılandırılması olduğunu kaydeden Derviş, "Böylelikle 2002 yılında bu bankaların reel sektöre olağan kredi verme faaliyetine tekrar başlaması ve kara geçmesi beklenmektedir. Özel bankacılık sisteminin daha da güçlendirilerek reel sektöre mali aracılık yapma konusundaki hayati rolünü yerine getirebilmesini teminen, kapsamlı bir plan hayata geçirilmektedir. Birinci aşamada sistemdeki en zayıf bankalar devralınmıştır. Bu stratejiye banka sahiplerinin belli sermayelendirme hedeflerini kendileri karşılayamaması halinde Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu'nun sağlıklığı bankalara sermaye ve sermeye benzeri kredi vermesine imkan veren bir kamu destek programı eşlik edecektir. Bu çerçeve bankaların ek sermaye ihtiyaçlarının dış denetçiler tarafından hesaplanması kararlaştırılmıştır. Sözkonusu program özel sermaye katkılarını azamileştirmeyi, kamuya maliteyi en aza indirmeyi ve bankacılık sektörünün daha da rasyonelleştirilmesini hedeflemektedir" dedi.
'REEL SEKTÖRE YÖNELİK ÇALIŞMALAR HIZLA SÜRÜYOR' Derviş açıklamasında ayrıca, reel sektöre yönelik çalışmalar hakkında da bilgi verdi. 2001 yılında yaşanan gelişmelerin şirketlerin mali yönden zayıflamasına ve kredi geri ödemelerinde sorunlar yaşamasına neden olduğunu anlatarak bu kesimin orta vadede rekabet gücünü arttıracak tedbirlerin sonuçlandırılması için çalışmaların hızla sürdüğünü bildirdi. Derviş, reel sektörün ve bankacılık kesiminin yaşanan sıkıntılara kendi aralarında çözüm üretmesini sağlamayı amaçlayan bir program üzerinde çalışmaların devam ettiğini ifade etti. Şirketlerin borçlarının yeniden yapılandırılmasının önündeki yasal engellerin çözülmesine yönelik İcra ve İflas Kanunu'nda değişiklik yapılması yönündeki çalışmaların sürdürüldüğünü de hatırlatan Derviş, aynı zamanda bankaların aktiflerinde bulunan geri dönmeyen krediler sorununa da çözüm aradıklarını vurguladı. Derviş, "Bu amaçla bir veya birkaç Özel Varlık Yönetim Şirketi kurularak, bu kredilerin varlık yönetim şirketi tarafından satın alınması yoluyla bankacılık sistemine likidite sağlanması yönünde çalışmalar sürdürülmektedir. Bu çalışmalar yoluyla bir yandan reel ve finansal sektörün sistemden beklentileri kurulacak şirket modeline yansıtılarak sistemin daha sağlıklı bir biçimde oluşturulması ve sisteme yönelik desteğin arttırılması sağlanacak, öte yandan potansiyel yatırımcıların belirlenebilmesi ve bunlarla diyalog sürecinin başlatılması mümkün olabilecektir" ifadelerini kullandı.
Derviş, KOBİ'lere destek olmak amacıyla KOBİ'lerin Halk Bankası'ndan almış oldukları kredilerin geri ödemelerinin kolaylaştırılmasına yönelik çalışmaların da devam ettiğini kaydetti.
"PROGRAM SONUÇLARI UMUT VERİCİ' Derviş açıklamasının sonunda şu ifadelere yer verdi: "Türkiye uygulamakta olduğu program ile rekabet gücünü artırmış, cari işlemler dengesi ile ilgili sorunlarını aşmış ve yapısal reformlar alanında ciddi bir mesafe kat etmiştir. Uluslararası çevrelerce verilmekte olan destek ve uygulanan kur, para ve maliye politikaları Türkiye'nin kritik dönemi aşmasında önemli rol oynamıştır. Bütün bu yapılanların yanı sıra uygulanmakta olan program sosyal unsurları ile bir bütündür. Bu amaca yönelik olarak alınan tedbirler nedeniyle sıkıntıya düşen kesimlere yönelik destek mekanizmaları geliştirilmektedir. Borcun sürdürülebilirliğini sağlayacak kısa vadeli tedbirlerin yanı sıra ülkemizin bir büyüme sürecine girmesinin sağlanması, dışa açık rekabet ortamında ranta dayalı birikim sürecinden üretime dayanan sürece geçilmesi, kamuda verimliliğin sağlanması, genç nüfusun istihdam imkanlarının yükseltilmesi ve refah düzeyinin kalıcı bir şekilde arttırılması amacıyla yapısal reformların gerçekleştirilmesi zorunlu olmuştur".