Beşikçioğlu: Behzat Ç sahte dünyayı yıktı

Milyonların sevgilisi Başkomiser Behzat Ç. karakterine hayat veren Erdal Beşikçioğlu, final yapmaya hazırlanan diziden, yeni sinema filmine, Ankara'daki Akün sahnesinin akıbetinden, Kürt sorununda çözüm sürecine BBC Türkçe'nin sorularını yanıtladı.

Sinan Onuş

Ankara

O, bazı geceler ‘İvanoviç Popriçin’, haftada bir gün de “Behzat Ç.”

Gerçekte ise son yıllarda canlandırdığı karakterlerle ‘fenomenleşen’ tiyatro ve sinema sanatçısı Erdal Beşikçioğlu.

“Eve Giden Yol: 1914”, “Vali” ve “Seni Kalbime Gömdüm”den sonra yakında yeni bir filmi daha geliyor: Ankara Yanıyor!

3. ve son sezonuna giren “Bir Ankara Polisiyesi”nin kahramanı Behzat Ç. fırtınası ise hala dinmiyor.

Akün’de sahnelenen ve aylardır kapalı gişe oynayan “Bir Delinin Hatıra Defteri” oyunundaki şizofrenik İvanoviç Popriçin performansıyla da uzun zamandır çok konuşuluyor.

Reklam
Reklam

Beşikçioğlu, Genel Sanat Yönetmenliğini yaptığı ve kendi deyimiyle “enerjisinin büyük bölümünü verdiği” Cermodern’de, BBC Türkçe’nin sorularını yanıtladı.

Beşikçioğlu ile düne ve yarına dair birçok şeyi konuştuk. Ve tabii ki Behzat Ç.’yi de;

Yıkılması planlanan ve uzun zamandır buna karşı yükselen eylemlerin adresi Beyoğlu Emek Sineması’ndan başlayalım. Ankara’da ise Devlet Tiyatrolarının kiracı olduğu, sizin şu anda sahne aldığınız Akün ile Şinasi sahnelerinin satışı gündemde. Satış için ihale süreci devam ediyor ama öne çıkmıyorlar.

Çıkmaz tabii. Emek’in sinema tandanslı bir hikâyesi var, diğer ikisi ise tiyatro tandanslı bir hikayeye dönüşmüş durumda. Tarihi değerleri olmadığı için de öne çıkmıyor olabilirler. Beyoğlu Sineması’nın ve binasının muazzam bir tarihi var. Arkadaşların hassas davranışlarını gönülden destekliyorum. Özeleştiri yapmak gerekirse orada duygusal olarak bizim de hatamız var. Festivalden festivale gittiğimiz sinema haline gelmişti.

Ankara’da Kavaklıdere Sineması için aynı şey söylenebilir. En az on yıldır atıl bir vaziyette duruyor ve hiçbir eylem yapılmıyor. Talip Sineması vardı. Tunalı Hilmi, çok güzel sahneleri olan ve Ankara’nın Broadway’i diyebileceğimiz bir caddeydi. Tuhaf! Ankara’nın, AVM sinemalarından sıyrılıp bağımsız filmlerin oynatılabileceği bir sineması yok. Kavaklıdere Sineması böyle bir yere dönüştürülmeli. Akün ve Şinasi Sahnesi ise Devlet Tiyatrosu ve izleyicilerinin çok değerli oyunları paylaştığı, tiyatro sahnesi olarak mutlaka kalması gereken yerler. Yarın bir gün Kavaklıdere Sineması da süpermarket halini alır, belki o zaman bizim de sesimizi duyabilirsiniz.

Reklam
Reklam

Popüler isimler de onu gündeme taşıyor. Bir kere bile olsa ekibinizle Akün’de olup destek verecek misiniz?

Binanın girişinde kocaman “Bir Delinin Hatıra Defteri” pankartı yer alıyor. Yani ben, her eylem günü oradayım. Gitmek başka, gönülden desteklemek ise başka bir şey. Öyle şeyleri pek samimi bulmuyorum. Mesela ‘şu ana kadar neredeydin’ diye sorsalar, verecek cevabın yok senin. Bu sorudan hep çekindiğim için başka türlü alternatiflerle protesto etmeyi deniyorum. Gidip, direk söyleyebilme, ‘niye kaldırıyorsunuz’ diye sorabilme özgürlüğüm var benim. Yıkılması söz konusu değil. Sözleşmeyi yenileyecek kişi değişecek. O gün gelsin, duruma göre gerekirse gidip bakanla, başbakanla konuşalım. Ankara’da her sahnenin kendi içinde bir duygusu vardır. Yeni Sahne de öyleydi. Yeni Sahne’yi de sattılar.

Yeni Sahne’de eylem yapılmadı?

Evet, yapılmadı ama aslına bakarsanız, sabırla ve insanların anlayışını zorlamayla da ilgili bir durum var. Fırtına öncesi bir sessizliğin olduğunu düşünüyorum ve hepimizin biraz kontrollü davranması gerektiğine inanıyorum. Kontrol elden giderse çok can sıkıcı olaylar olabilir. Birkaç gece önce ODTÜ gerçeği öne çıktı, ondan önce İstanbul’daki gerçekler vardı. Sanatçılar sağduyuya sahip insanlardır. Gelişmeleri biraz daha sağduyuyla izlememiz gerekiyor. İzlemek demek yapılanlara başkaldırmayacağım manasına gelmiyor. Değerlendirmek. Ondan sonra gereken hareketi ister istemez yaparsın.

Reklam
Reklam

Başbakan’ın kızı Sümeyye Erdoğan, Devlet Tiyatroları’nda bir oyunu izlemeye gitmişti. Oyun sırasında çiklet çiğnediği için oyunculardan biri oyunu kesip onu uyarmış, bu olay çok tartışılmıştı. Geçen yıl da Başbakan, Devlet Tiyatrolarının özelleştirileceğini belirterek, “Devlet, tiyatro sahnesinden ayrılıyor, buyurun sahne sizin” demişti.

Siz, sahnede bir duygunuzu paylaşıyorsunuz. En hassas olduğunuz yer. Oyuncu, ‘olabildiğince saf bir şeyi sizinle paylaşmak istiyorum’ diyen kişidir. Yalandan uzak olmak için mücadele eder. Ama siz onu laf olsun diye seyrederseniz, onu da görür. Siz, ağzınızda çikletle nasıl oyunu seyredebilirsiniz? O iş biraz tuhaf. Başbakan’ın söylemine gelirsek, konu hakkında yeterli bilgiye sahip olmadan bunu söylediğini düşünüyorum.

Çünkü Devlet Tiyatrolarının kapanacağına inanmıyorum. Hastaneleri, okulları kapatmak gibi bir şey. Hiç kimsenin eğitim hakkını elinden alamazsınız. Güneydoğu’ya özel tiyatro olarak hiçbir şekilde turne yapamazsınız. Tek bir marka vardır o da devletin tiyatrosudur. Devlet Tiyatrolarının kendi içinde özgür bir tavrı vardır. Her şeyi söyleyebilirsin. Ama herhangi biri oraya gidip bu lafı ettiği zaman oyunu yasaklanabilir. Bu, yaman bir çelişki. Devlet Tiyatroları, marka halinde bu ülkenin tiyatro jandarması olarak kalmak zorunda maalesef. Bir düzenleme gerekiyorsa eğer, bu çalışma zaten yapılıyor. Üç, beş ay içerisinde de bu düzenlemeyi hepimiz göreceğiz. Bizim çabamız, mevzu daha iyiye gitsin diye. İçinde kötü niyetli bir şey gördüğümüz zaman bunu en iyi hisseden adamlar bizleriz. O zaman da ona göre hareketimizi tabii ki sağlayacağız.

Reklam
Reklam

Fazıl Say’a verilen ceza var bir de…

Büyük saçmalık. Fazıl Say, dünya çapında değerli bir insan. Bu tür adamların korunması, pamuklara sarılması gerekir. Bu bir geçiş süreci. Ergenliğini yaşayan hükümetin olgunluğunda meseleleri daha iyi değerlendireceğine inanıyorum. Kendimi inanmak için zorluyorum.

Diyarbakır’daki günleriniz için “Dış dünyaya kapalı, garantisi olmayan bir kentte sanat yaptık” diyordunuz. Barış sürecinden umutlu musunuz?

Gelişmeler beni çok tedirgin ediyor. Akil insanlar filan, ülke bunlara fena takılmış durumda. Akil insanların gidip şehit aileleriyle görüşmesi bence yanlış. İyi bir şey yapıyorlar gibi suratlarında tebessümle ‘evet biliyoruz’ diyorlar. Devlet Tiyatrosu’nda özel görevimi Diyarbakır’da, askerliğimi de Yüksekova’da yaptım. Bölgeyi ve halkını yakından tanıyan biriyim. Birçok değerli arkadaşımı kaybettim. Harvard mezunu bir çocuk gitti. Bunlar geleceğin Türkiyesi’ni oluşturabilecek altyapıya sahip insanlardı. Güneydoğu’da, bilmediğimiz bir duyguda, harekette yok oldular. Ondan sonra dönüp o insanlara ‘sizin acınızı anlıyoruz’ diyemezsiniz. Anlamanız mümkün değil. Bu, iş olsun diye yapılan bir kafadır. Süreci takip ediyoruz, sonucunu hep birlikte göreceğiz. Ama yine hatırlatıyorum: Metaneti muhafaza etmek şart.

Reklam
Reklam

Yeni bir film geliyor…

Ankara Yanıyor! İlk film heyecanlı bir süreçti. Öyle olunca da birçok detayı atladık. Bu film ise biraz daha olgun bir süreçten geçti. Öyküsü çok kuvvetli. Ankara ve Kıbrıs’ta geçiyor.

Behzat Ç. bitiyor. “Tadı damakta bırakmak lazım” demiştiniz. Amerika’da bazı diziler yıllarca sürüyor.

Teknik olarak biz öyle bir altyapıya sahip değiliz. 80-90 sayfa çekiyoruz. Platolarınız yok, göçebe bir hayat yaşıyorsunuz. Bazı setlerin karavanları bile yok. Oyuncular kahvelerde, oralarda buralarda sürünüyor. Bir işin Türkiye’de 3 sene devam etmesi bile büyük başarı. Sinema filmleri devam edecek. İnsanlara konuk olduk, şimdi insanlar bize konuk olsun derdindeyiz.

Anadolu’da geçen hikâyelerle doldu diziler. İstanbul’da deniz bitiyor mu? İzleyici Behzat Ç.’yi içselleştirdi diyebilir miyiz?

Behzat Ç. çok önemli bir kapı açmıştır. Daha önce de diziler vardı ama sahte bir dünya yaratılıp, o sahte dünya içinde hikâyeler anlatılmaya başlanmıştı. Behzat Ç., o sahte dünyayı yakın bir iş olarak da dizi tarihinde önemli yere sahip. İzleyici öyküyü çok sevdi. Çocuklar da çok samimi oynadı. Ortaya Behzat Ç. gibi yalansız, doğal, tuhaf bir iş çıktı.

Reklam
Reklam

Bir dönem çok ceza aldı. Bitmesi yönünde baskı oldu mu?

Ceza ister istemez bir baskıdır ama bitirmemizde etkili olmadı. Ama çocuğumu ben kendi ahlaki anlayışıma göre yetiştirmek isterim. Özelliği olan insanlar o zaman ortaya çıkar. Belli bir kalıpta hareket etmenizi sağlayacak sansürleri ortaya koyduğunuz zaman kimse televizyon seyretmez. Bir sektörü öldürürsünüz. Böyle devam ederse Avrupa, Amerika, Brezilya dizilerine bakar insanlar. Bir diziden 200 kişi ekmek yiyor. Bir şey yaparken bunları göz ardı etmemek lazım. Ahlaki yapımızı güçlü tutalım, koruyalım. Elleme ya! Ben çocuğumu nasıl yetiştirmek istiyorsam öyle yetiştireyim. Benim yetiştirdiğim çocuk yarın belki başka bir değerle bu ülkeyi başka bir yerde temsil edecek güçte olacak. O yüzden sen git, aileni yetiştir ya.

Ortadoğu dizilerimiz için yeni bir pazar oldu. Behzat Ç. için de talep var mı?

Bizim dizide güzel kadın yok ki! Aşk yok, yakışıklı çocuk yok. Dünyanın en çirkin adamlarını bu dizide. Akbaba’yı, Harun’u ya da beni, kim ne yapsın?

Reklam
Reklam

Son zamanlarda takıntınız var mı?

Var. Oyuncuların, YÖK’e bağlı okullardan mezun olarak sanat hayatlarına başlamaları.

Neden?

Sanat okulları, YÖK’e bağlı olamaz. Bu, büyük bir trajedidir. Her okul kendi içinde güzel sanatlar fakültesi açıyor. Çünkü ülkede herkes topçu, herkes oyuncu olmak istiyor. Bunu rant haline getiremezsiniz ki. Çocuk başarısızsa mezun ederek, ona daha büyük bir kötülük yapıyorsunuz. Çünkü iş bulamayacak. Atamıyorsun çocuğu, ‘senden olmaz’ diyemiyorsun. Oyuncu, sizi, gerçekliğinizden sıyırıp başka bir dünyada biraz nefes almanızı sağlayacak kişidir. Öte yandan konservatuar ve dengi okullardan mezun olan çocukların staj imkanı yok. Sahne gerisini, kulis adabını bilmiyorlar. İşte biz, Cermodern’de staj yaptırıyoruz. Hacettepe ve Bilkent üniversiteleri de bizi destekliyor. Ortak projeler üreteceğiz. Adıma ise bir tiyatro kurmayı hiç istemiyorum. Öldükten sonra ne olacak? Bitti. Yetiştirdiklerinle süreç devam ederse bir değeri olur. Devlet Tiyatroları başka ama Cermodern, bu bakımından benim gözbebeğim.

Reklam
Reklam