Bir katliamın perde arkası

Orta Afrika'da küçük bir ülke olan Ruanda, 1994 yılında dünya tarihinin en acımasız soykırım vakalarından birine tanıklık etti. İşte onlardan birinini hikayesi...


Bu katliamın fitilini ateşleyen olayın bugün yıldönümü yaşanıyor. Bundan tam 16 yıl önce, yani 6 Nisan 1994'te Ruanda Devlet Başkanı ve Hutu milliyetçisi Juvenal Habyarimana'yı taşıyan uçak düşürüldü. Bu suikast, kanlı çatışmanın kıvılcımını çakmak için yeterli oldu.


Ruanda Katliamı'nın ve yaşanan acı dolu günlerin perde arkasını bu yazıda okuyacaksınız.

Reklam
Reklam

I. Dünya Savaşı'ndan sonra Almanlar’ın sömürüsünden çıkıp Belçika sömürgesi haline gelen Ruanda'da kontrolün elde tutulması için yönetici ve yöneten unsuruların birbirinden ayrılması prensibi uygulanmaya başlandı. Ülkede yaşayanların %90'ı Hutu, %9'u Tutsi, %1'i ise Pigme'ydi (Twa). Belçika hükümeti, Tutsi ve Hutuların ortak olan dil-gelenek-etik geçmişlerini ve kültürlerini yok sayarak yapay bir ırksal ayrımcılığı körükledi. Azınlık olan Tutsiler, çok daha iyi yaşam şartlarına ve işlere kavuştu. Hatta daha sonra Hutular eğitimsel ve sosyal olanaklardan tamamen mahrum bırakıldılar.


1950'lere kadar Tutsiler Hutulardan üstün tutma siyaseti güden Belçika, bu tarihten sonra II. Dünya Savaşı'nın ardından özgürlükçü akımların güç kazanması üzerine Hutuların üzerindeki baskıyı hafifletti, hatta sayıca üstünlüklerinden dolayı onları desteklemeye yöneldi.


Belçika, Ruanda ve onun komşusu Burundi'yi 1962 yılında her iki devlet de bağımsızlıklarını kazanana kadar yönetti. Bu dönemdeki Belçika yönetimi, tıpkı İngilizlerin Güney Afrika Cumhuriyeti'nde uyguladıkları gibi, yerli halk üzerinde acımasız ve adaletsiz olmakla suçlanır.

Reklam
Reklam

II. Dünya Savaşı'nın bitmesiyle, bağımsızlığa hazırlamak amacıyla Ruanda yönetimi Birleşmiş Milletlere verildi. Beklenen şekilde yapılan seçimlerde Hutu milliyetçisi PARMEHUTU Hareketi (Hutu Özgürlük Hareketi) iktidara geldi. İktidara geldikleri andan itibaren, Belçikalıların desteğiyle, eski yönetimin uzantısı sayılan Tutsilere karşı hemen her bölgede çeşitli faaliyetlerde bulundular. Bu faaliyetlerin sonucunda 20 bin ila 100 bin arasında Tutsi öldürüldü, 160 bin kadarı da komşu ülkelere, Tanzanya ve Uganda'ya sığındı.


Bağımsızlık kazanılmasından sonra PARMEHUTU yönetimi, tek parti iktidarı sırasında da Hutu milliyetçisi bir politika izledi. 1964 ve daha sonra 1974'teki pogrom adı verilen olaylarda birçok Tutsi öldürüldü ya da sürüldü. Bu olaylar sırasında Tutsi öldüren Hutular devlet tarafından korundu. Göstermelik bir iki olay dışında kimse yargılanıp cezalandırılmadı.


1973'te Hutu Juvénal Habyarimana bir darbeyle iktidarı ele geçirip, PARMEHUTU hareketine son verdi. Ancak kendisi de bir Hutu milliyetçisi olduğundan Tutsiler açısından pek fazla değişiklik olmadı.

Reklam
Reklam

Dönemin Fransa Cumhurbaşkanı François Mitterrand ile Ruanda lideri Juvénal Habyarimana, Ruanda'nın başkenti Kigali'de halkı selamlıyor. François Mitterrand, savaş sona erdikten yıllar sonra, "O ülkelerde bir soykırım yaşanması o kadar da önemli bir şey değil" şeklinde açıklamada bulundu.


1980 yılına kadar komşu ülkelerdeki Tutsi nüfusu 500 binlere kadar ulaştı. Eğitimli olmaları sebebiyle gittikleri ülkelerdeki önemli kadroları ele geçirerek ülkelerine dönüş için organize olmaya çalıştılar. Bu amaçla kurulan "Ruanda Yurtseverler Birliği" Ruanda hükümetine baskı kurmaya çalıştı ancak politik bir çözüme varılamadı. Uganda'daki kamplarından çıkıp Ruanda'da hükümetle silahlı mücadeleye başladıkları 1 Ocak 1990'dan 1992'ye kadar bir iç savaş yaşandı.


Ağustos'ta Birleşmiş Milletler'in devreye girmesiyle imzalanan ateşkesle geçici olarak savaş durduruldu. Fakat Fransa'nın aşırı uçtan Hutulara destek vererek kırsal kesimlerde INTERAHAMWE isimli örgütlenmeyi sağlaması soykırımı kaçınılmaz kıldı. Bu dönemde Tutsilerle birlikte ılımlı sayılan Hutular da fişlendiler. Örgütün soykırıma hazırlık aşamasında Çin'e yüzbinlerce satır sipariş edildi ve bunların yakında başlayacak "böcek" avında kullanılmaları salık verildi.

Reklam
Reklam

6 Nisan 1994'te tarihin gördüğü en kanlı katliamlardan birisi radyoda yapılan anonslarla başladı. O gün, bir Hutu olan Devlet Başkanı Juvenal Habyarimana'nın uçağı düşürüldü. Ülkede yaşanan kaostan faydalanan Interahamwe üyeleri ellerindeki listelere bakarak, eğitimli Tutsi ve ılımlı Hutular başta olmak üzere kıyıma başladılar.


A.B.D, katliam sırasında öldürülen 10 Birleşmiş Milletler Barış Gücü askerini sebep göstererek bölgede yalnızca 270 askerini bıraktı. O günlere ait anlatılan bir anekdotta bölgedeki bir BM komutanının dönemin BM sekreteri Kofi Annnan'ı arayıp ne yapmaları gerektiğini sorduğu ve "müdahale etmeyin" yanıtını aldığı anlatılır. BM'nin bu tavrı üzerine katliam daha da şiddetlendi.


Katliam haberini alan "Ruanda Yurtseverler Birliği" üyeleri ülkenin doğusundan girip katliamcılarla savaşarak başkente kadar ülkeyi ele geçirdiler. O ana kadar bölgeye müdahaleden uzak durmaya çalışan Fransa, ani bir kararla, Hutu hükümetine askeri yardıma başladı.


Sonuç olarak 1994'ün Nisanından Temmuzuna kadar geçen 100 gün içinde tam 1 milyon Tutsi ve ılımlı Hutu, tüm dünyanın gözleri önünde, katledildi ve 2 milyon Hutu, Tutsilerin ve Ruanda Yurtseverler Birliği askerlerinin öç almasından çekindiği için komşu ülkelere mülteci olarak sığındı.

Reklam
Reklam

Soykırımın nedeni olarak, Avrupa kaynaklı ırk temeline dayalı teoriler de öne sürülmektedir. Avrupa'da o dönemde, ırk üzerine düşünce üreten bazı çevrelerce, Ruanda bölgesinde yaşayan insanların, ari ırk ile aşağı ırk olarak kabul edilen zenciler arasında bir tür geçiş ırkı olduğu iddia edilmiştir. Bu yüzden Hutuların, Tutsileri gerçek Ruandalı olarak değil, kendilerini sürekli aşağılayan ve sömüren Avrupalıların ülkelerindeki işgalci akrabaları olarak değerlendirdikleri iddia edilmiştir.


Bir başka neden olarak, özelikle Tutsi bölgelerinde kalan verimli tarım alanlarının Hutularca ele geçirilme isteği de gösterilmektedir. Zengin komşularının mallarını ele geçirmek isteyen Hutuların, özellikle Tutsileri öldürdükleri ve katliamın bir anda yayıldığı da düşünülmektedir.


Yaşanan katliamın ardından, sorumluların tespit edilmesi ve yargılanması için çalışmalar yapıldı. Ancak sorumluların sayısının fazlalığı ve yaşanan olayların yıkıcılığı yüzünden, yargılamada bazı sorunlar yaşandı.


Katliamın acısının halk üzerinde yarattığı etkinin dindirilmesi amacıyla, halkın kendi kuracağı mahkemelerde alacağı kararların adli olarak tanınacağının bildirilmesi üzerine "halk mahkemeleri" 3'ten fazla insan öldürenleri yargılayıp uygun gördüğü cezaları verdi.

Reklam
Reklam

Daha büyük suçlular için Birleşmiş Milletler gözetiminde Arusha Tanzanya'da bir uluslararası suç mahkemesi kurularak yargılamalar sürdürüldü.


1994'ün bu acı tablosu hakkında daha iyi bir fikir elde etmek için seyredebileceğiniz başarılı sinema yapıtları da bulunuyor.


Hutu ve Tutsi etnik grupları arasında çıkan şiddet olayları ve katliamı konu alan filmin senaryosu Ruanda Katliamı'ndaki gerçek olaylara dayanıyor. Filmde Ruanda Katliamı, başkent Kigali'deki Hôtel des Mille Collines'in müdür yardımcısı olan Paul Rusesabagina'nın katliam sırasında birçok insanın hayatını kurtarması üzerinden işleniyor.


BBC muhabiri David Belton'ın gözlemlerine ve araştırmalarına dayanan filmde başkent Kigali'deki Ecole Technique Officiel mekân olarak kullanıldı. Bu okulda görevli idealist genç öğretmen Joe ve Katolik rahip Christopher, iç savaş halindeki bu halk için ne yapabileceklerini sorgularlar. Dışarıda onları öldürmek için bekleyen Hutulara karşı korkunç bir süreç işlemeye başlar.


Yapım, televizyon filmi olarak çekildi. Emmy ödüllerine aday gösterildi.

Reklam
Reklam