Anlatılmaz yaşanır deriz pek çok şey için.
Anlatılmaz çünkü anlatım tek katlı, tek seviyeli bir aydınlatmadır. Anlatanın kendine özgü bakış açısıyla, diliyle, ifade biçimiyle sınırlıdır.
İşin içinde olmak, onu bütün boyutlarıyla, bütün etkileriyle, sonuçlarıyla yaşamak; yaşamış olmak başka bir şeydir.
Biz Vanlılar iki yıl önce arka arkaya gelen iki büyük depremle on binin üzerinde yer sarsıntısı yaşadık. İlk büyük sarsıntının olduğu gün gidebilen pek çok insan şehri terk edip gitti. Şehirde kalanlar kış koşullarında sonraki sarsıntıları yaşamaya devam ettiler.
Dehşet ve korku en küçüğümüzden en büyüğümüze kadar hepimizi etkiledi.
Kaplumbağanın kabuğu misali altına sığındığımız, çatısı altında yaşamaya alıştığımız evlerimizi kullanamaz hale geldik.
Deprem uzmanları artçı sarsıntıların bir süre daha devam edeceğini söylüyorlardı. Beş, dört , üç şiddetinde depremlerle sık sık yoklanıyorduk.
İlk çadırlar bile o kış koşullarında evlerinden olmuş insanlar için oldukça geç geldi. Arabalarda, derme çatma korunaklarda, dışarılarda ateş yakarak idare etti insanlar.
Koca şehirdeki çok katlı siteler, apartmanlar geceleri ışık yanmayan canavar hayaletlerine döndüler.
Biz çadır bekledik.
İlk çadırlar çok büyük izdihamlara neden oldu. Gidenlerin çok büyük çoğunluğu alamadan ve üstelik umudunu da yitirmiş şekilde dönüyorlardı.
Büyük deprem geçti, bundan sonra gelecekler küçük olur derken 5.6 şiddetindeki ikinci deprem benim gibi yavaş yavaş apartmanlara dönmeye başlayan insanların kelimenin tam anlamıyla ödünü kopardı.
Artık hiç kimse bu çok katlı binalara dönmedi. Tamamen umutsuz ve kaderine razı birkaç insan oralarda kaldı mı, emin değilim.
Sonra devletimiz, milletimiz yetişti. Çadır kentler oluşturuldu. İnsanlar ülkenin değişik yerlerindeki misafirhanelere, yardım kuruluşlarına yerleştirildi.
Konteynırlar taşınıp çok sayıda ve büyük kalabalıkları barındıran konteynır kentler oluşturuldu. Bu ülkede benzer felaketlerden sonra bugüne kadar rastlanmayacak büyüklükte yeni yerleşim yerleri altyapı, elektrik, su, ısıtma olanaklarıyla insanların kullanımına sunuldu.
Bütün bunları daha önceki yazılarımda paylaşmıştım aslında sizinle. Yeniden yazmamın nedeni o ayrıntıları ve çok daha fazlasını biz depremzedelerin bildiğini netleştirmek içindi.
O depremin ne olduğunu, nasıl olduğunu bütün dünya bir şekilde öğrendi ama kesinlikle daha önce deprem görmüş olanlar dışında ve bizim dışımızda gerçekte nelerin yaşandığını tam olarak kimse bilmedi, öğrenemedi.
Türkiye seferber oldu. İnsanlar evlatlarının sırtlarından çıkardıkları ceketleri, montları deprem bölgesine yolladılar. Ellerinden gelen her şeyi yaptılar. Deprem fırtınası ile memleketlerine savrulan insanlara yapılabilecek bütün iyilikleri yaptılar.
Kendi büyüklüklerini, insanlıklarını gösterdiler. Hepsine müteşekkiriz.
Yine de onların hiç biri depremin bize bakan kimi etkilerini yaşamadılar, bilmediler, görmediler.
Sonraki hasar tespit süreçleri nasıl yaşandı, kimler hangi haksızlıklarla yüzleştiler, kimler hangi deprem sonrası sıkıntıları omuzlamak durumunda kaldılar sorularının yanıtlarını sadece yaşayanlar öğrendi.
O olayda damdan düşen bizdik.
Şimdi Suriye'de savaş, Mısır'da ciddi çalkantılar var.
Şimdi damdan düşenler onlar.
Suriye'de zorba bir diktatör halkını kurşuna diziyor, kimyasal silahlarla yok ediyor, uçaklarla bombalıyor.
Mısır'da oyları ile seçtikleri cumhurbaşkanlarını geri isteyen bir halk aşağılanıyor, kurşunlanıyor, tutuklanıp zindanlara koyuluyor.
Her iki ülkede de bu zorbalıklar dış güçler tarafından desteklenip korunuyor.
Her iki ülke de büyük insan toplulukları tarafından yaşanabilir yerler olmaktan çıkıyor.
İnsanlar umutsuz, çaresiz, aç, göçmen. İnsanlar bombaların, kurşunların arasından çekip aldıkları, canlarını zor kurtardıkları gözleri fal taşı gibi açılmış çocuklarına durumu anlatmakta güçlük çekiyor. Onları doyuramıyor, giydiremiyor, koruyamıyor.
Her iki ülkenin insanları da kendi zor koşullarının damdan düşenleri.
Dün bizi Anadolu'nun her köşesindeki misafirhanelerde ağırlayan devletimiz şimdi savaştan kaçanlara kucak açmış durumda. Van'dan mülteci kamplarına taşınan konteynırlar şimdi de Suriye'den kaçan mağdurlara sığınak oluyor.
Türkiye elinden geleni yapıyor. Kimi diğer ülkeler de destek olmaya çalışıyorlar ama gerçekten yetmiyor.
Elbette buralarda kaçamayanlar var. Kalıp savaşanlar var.
Ne kadarı aç, ne kadarı yaralı, ne kadarının kalacak yeri, başını koyacak yastığı yok belli değil.
Televizyon kameramanlarının girebildikleri yerlerin görüntülerini, yani yaşananların çok çok az bir kısmını haberlerde izleyebiliyoruz. Yaşananların çoğu izlenemiyor, saptanamıyor, anlatılamıyor.
Erkeklerin bir kısmı diktatörlere askerlik ederken Suriye'deki diğer bir kısmı diktatörün ordusuyla savaşıyor. Tamamının anneleri elleri göğüslerinde evlatlarından haber bekliyorlar.
Onların savaşları ve direnişleri bizim depremimizden kat be kat fazla incitiyor, kırıyor, yok ediyor.
Bizler her akşam haberlerde bütün bu savaş ve çatışmaları izlerken gerçek anlamda huzurlu olamıyoruz.
Kendi yerel gündemlerimizi bir kenara bırakıp bunları düşünmeye, konuşmaya, yazmaya başlıyoruz.
Dünyanın zengin ülkelerinin kimi zenginlerinin ve elitlerinin yüksek ulusal gelirleri ile lüks tüketim yaptıklarını buna karşılık hem o ülkelerin hem de yoksul ülke halklarının büyük çoğunluklarının sefaletle iç içe ve bazen bir bardak içecek suya hasret yaşadıklarını da biliyoruz.
Gündemlerimizden kopup onların gündemlerine eğilmek zorunda hissediyoruz kendimizi.
Eğiliyoruz ama ayrıntıları göremiyoruz.
Eğiliyoruz ama çözümler üretemiyor, birer birer insanlar olarak pratik anlamda yeteri kadar yardımcı olamıyoruz.
Başımızı yastığa koyarken yüreğimizin bir tarafındaki sızıyı hep hissediyoruz.
27/08/13
Anadolu Ajansı ve İHA tarafından yayınlanan yurt haberleri Mynet.com editörlerinin hiçbir müdahalesi olmadan, sözkonusu ajansların yayınladığı şekliyle mynet sayfalarında yer almaktadır. Yazım hatası, hatalı bilgi ve örtülü reklam yer alan haberlerin hukuki muhatabı, haberi servis eden ajanslardır. Haberle ilgili şikayetleriniz için bize ulaşabilirsiniz