Irak tasarısıyla ilgili alacağı kararda önemli bir sınav verecek olan BM'nin, Kuruluş Bildirgesi'ndeki hedeflerinin hala geçerli olup olmadığı ve dünya politikası üzerindeki rolü sorgulanıyor.
BM'nin en önemli kurumu olan Güvenlik Konseyi'nde, üye devletler uluslararası kuruluşun geleceğini belirleyecek kararlar almaya çalışıyor. Ön planda görünen ise Irak'a ve Saddam Hüseyin'e karşı karar hakkındaki tartışmalar. Gerçekte ise Irak örneğinde, uluslararası düzende var olan güncel güçler dengesi, bir dahaki ağır bunalıma kadar belirlenecek.
Yani yanıtı aranan soru şu:
Amerika Birleşik Devletleri, nereye varacağı belli olmayan hegemonya stratejisini sürdürebilecek mi, yoksa lider bir devlet olarak, uluslararası toplulukla işbirliği yapmak yoluyla, 1945 yılında kendisinin de kurucuları arasında bulunduğu Birleşmiş Milletler'in siyasi ve ahlaki otoritesini kabul mu edecek?
Kuruluş Bildirgesi'nin temel ilkeleri bugün de II. Dünya Savaşı'nı izleyen aylarda olduğu kadar ilerici ve öngörülü. "Dünya barışının korunması ve uluslararası güvenlik" ve "Tartışmalı konuların ortak çabalarla ortadan kaldırılması" ilkeleri güncelliğinden hiçbir şey kaybetmedi.
ABD, tek başına hareket etmenin derin kök saldığı, eşit haklı koalisyonlara eğilimin ise az geliştiği siyasi kültürünün bu temel sorunuyla mücadele ediyor. Bu çerçevede, aşırı bölgeselleşmiş bir dünyaya, ancak tepede yer alan uluslararası kuruluşların bir açıklık getirebileceğini anlamakta zorlanıyor. Ancak bu açıklık iletişimi olanaklı kılıyor.
Yani, niyet ve tavırların açıkça ortaya konmasını ve böylece de çatışmaya yol açacak gerginliklerin ciddi ölçüde azalmasını sağlıyor. Bunun için de derin bir demokratik inanca gerek var. Çünkü demokrasi, barış stratejilerinin en iyisi. Çatışmaların şiddet kullanılmadan çözülmesini olanaklı kılan temelleri, demokrasi kurup güçlendiriyor.
Askeri yapılar pahalıdır. Gerçi bunlar, çatışmaların çözülmesinde basit araçlar oluşturur. Fakat tüm siyasi sorunlarla meşruiyet sorunlarını da gölgede bırakır. Hele, ordulara karşı olsun, teröre karşı olsun, büyük çatışmalarda, askeri yapılar kolaylıkla hukuk devletinin denetimi dışına çıkabiliyor. Bu demokrasilerde de böyle. Bu, demokrasi ve özgürlük düşüncesine ters düşüyor. Bu konuda ABD uygar dünyaya en yüksek kalitede bir ders sunuyor.
Birleşmiş Milletler'deki karar süreci nasıl gelişirse gelişsin, Kuruluş Bildirgesi'nin ve Güvenlik Konseyi'nin, belli koşullarda bir devletin iç işlerine karışabileceği gibi hukuki bağlayıcılığı olan kararları, merkezi bir rol oynamaya devam edecek. İşbirliği ve şiddete başvurmama ilkeleri de uluslararası terörün yükseldiği bir dönemde de boş laflar değil, şiddetin önlenmesi ve kökünün kurutulmasına yöneliktir.