24 Haziran 2016'ın ilk saatlerinde Muhafazakar Parti'nin önde gelen siyasetçilerinden biri, Brexit referandumunun sonucunu "Birleşik Krallık siyasetinde bir devrim anı" olarak nitelendirdi.
Bunun nedenini anlamak kolay. Referandum öncesi İngiltere, İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda'dan oluşan Birleşik Krallık'ın Avrupa Birliği (AB) üyeliği siyasette 40 yıldan uzun süredir tartışılıyordu. Ancak AB üyeliği, ülkenin en büyük siyasi hareketleri olan Muhafazakar Parti ve İşçi Partisi tarafından kabul edilmişti, tartışma konusu değildi. AB üyeliği ülkenin gerek iç gerekse de dış politikasının köşe taşıydı.
Bugünlerde ülkede iktidardaki Muhafazakar Parti adeta tamamen bir Brexit Partisi'ne dönüşmüş durumda. Ana muhalefetteki İşçi Partisi ise AB üyeliği konusunda daha az istekli, kesinlikle AB'ye yeniden katılmaktan yana ise değil.
Elbette tüm devrimler gibi, başarı ya da başarısızlık için hüküm vermek, tarihçilerin ve devrime karar veren sıradan insanların görevi.
Peki Brexit referandumunun üzerinden 5 yıl geçtikten sonra bu konuda neler söyleyebiliriz?
Brexit, İngiltere'de halkı, 17. yüzyıldaki iç savaştan bu yana görülmedik şekilde böldü. Esasında buna pek şaşırmamak gerek. Zira referandum ve sonrasındaki tartışma, insanların kimlikleri, ülkelerinin dünyadaki rolü, daha küreselleşmiş bir dünyada daha büyük sıkıntılar çekip çekmedikleri, çok fazla etnik yapıdan ve ırktan insanların yaşadığı bir ülkede kendilerini rahat hissedip hissetmediklerine yönelik çok temel soruları da beraberinde getirdi.
Brexit referandumunun üzerinden tam 5 yıl geçti ve yapılan kamuoyu araştırmaları ülkede kamuoyunun Brexit konusunda her zamankinden fazla bölündüğünü gösteriyor. Yapılan tartışmalarda sesler eskisi kadar yüksek çıkmasa da, ülkenin ticaret anlaşmasıyla 2020'de nihayet AB'den ayrılmasının ardından durum bu.
Saygın kamuoyu araştırma şirketi National Centre for Public Research (Ulusal Kamuoyu Araştırma Merkezi) tarafından yapılan bir araştırma, halkın yüzde 82'sinin, bugün Brexit referandumu yapılsa aynı şekilde oy vereceklerini gösteriyor. Araştırmaya göre ülkede halk Brexit konusunda yine neredeyse ortadan ikiye bölünmüş durumda. AB'ye yeniden katılma konusunda bir referandum yapılsa, sonuç yine 2016'daki kadar yakın olacak.
Bundan sonra kamuoyunun görüşünün ne olacağı elbette yaşanacaklara ve İşçi Partisi'nin kampanyasında Brexit'in yarattığı sorunlara mı değineceği, yoksa işçi sınıfından seçmenleri partiden uzaklaştırma kaygısıyla bu konuda sessiz mi kalacağına bağlı.
İşte bu tartışma bizi, Brexit'in ülke siyasetinde yol açtığı devrime geri götürüyor.
İnsanlar artık oy kullanırken sadece ekonomiye bakmıyor, kimlik ve kültür hatları üzerinden tercih yapıyor.
Bu çok basit bir yaklaşım olsa da, bir zamanlar daha yoksul ve daha az eğitimliyseniz, sola ve İşçi Partisi'ne oy verme olasılığınız yüksekti. Bu şimdi büyük oranda tersine döndü.
Seçmenler İngiltere'nin kuzeyinde, sanayileşmemiş daha yoksul bölgelerde on yıllardır ilk kez Muhafazakar Parti'ye oy verdi.
Ülkenin daha zengin güney kesiminde, büyük oranda Brexit'e karşı çıkan seçmenler ve üniversite mezunları, bu bölgelerde seçilen Muhafazakar Parti milletvekillerini biraz kaygılandırıyor.
Siyasi tercihlerdeki bu değişimin kalıcı olup olmadığı, bundan sonra olacaklara bağlı. Bu da beni, yaşananlar hakkında geleceğin tarihçilerinin hüküm vermesi gerektiği konusundaki görüşüme geri getiriyor. Bu gazetecilerin işi değil.
Muhtemelen Brexit'in en ciddi sonucu Birleşik Krallık'ın hayatta kalıp kalmayacağına yönelik potansiyel etkisi.
İskoçya'da Brexit referandumunda seçmenlerin yüzde 62'si, Birleşik Krallık'ın AB'de kalmasından yana oy kullandı.
Bağımsızlık ve AB yanlısı İskoçya Ulusal Partisi (SNP), Brexit'i, İskoçya'nın Birleşik Krallık'tan ayrılarak bağımsızlığını ilan etmesinin oylanacağı yeni bir referandum için gerekçe olarak gördü.
İskoçya'da yapılan kamuoyu araştırmaları, yapılması halinde, böylesi bir referandumun yakın geçeceğini gösterse de, Brexit'in İskoçya'nın bağımsızlığı meselesini yeniden canlandırdığı kesin.
Kuzey İrlanda'da ise Brexit, zaten kırılgan olan siyaseti istikrarsızlaştırdı. Kabaca ifade edersek, Birleşik Krallık'ta, Başbakan Boris Johnson'ın AB'nin tek pazarından ve gümrük birliğinden ayrılma kararı - ki bu sert Brexit olarak ifade ediliyor- ülkesi ve AB arasında bir yerde düzenleyici bir sınır oluşturulması anlamına geliyordu.
Bölgedeki şiddetin tarihine bakıldığında, böyle bir sınır Kuzey İrlanda ile İrlanda Cumhuriyeti arasında olamazdı. Bu nedenle İrlanda Denizi, sınır bölgesi olarak seçildi. Kuzey İrlanda ile Birleşik Krallık'ın geri kalanı arasında ticaret zorlaşmış oldu.
2016'da Katoliklere kıyasla Protestanların Brexit lehine oy kullanması çok daha yüksek bir ihtimaldi. Şimdi ise bazılarının büyük bir ironi olarak görebileceği şekilde, Birleşik Krallık'ın kalanıyla birlik yanlısı Protestanlar öfkeli.
Bazılarının büyük ironi olarak görebileceği şekilde, Protestanlar, ticaret düzenlemelerinin esasında kendilerini daha az Britanyalı hissetmelerine yol açtığını düşünüyorlar.
Halen bu düzenlemeler sadece Kuzey İrlanda'da değil, Birleşik Krallık ile AB arasında da büyük ve endişe verici bir gerilim kaynağı. Bu gerilim, Brexit sonrası, Londra-Brüksel ilişkilerini daha da kötüleştirebilir.
Referandum kampanyası sırasında ve sonrasındaki tartışmaların çoğu, doğal olarak AB'den, özellikle de tek pazar ve gümrük birliğinden ayrılmanın ekonomik açıdan ne kadar akıllı bir karar olduğu üzerindeydi.
Birleşik Krallık, 2020'de AB'den sınırlı bir serbest ticaret anlaşmasıyla ayrıldı. Ancak bu anlaşma sadece malları kapsıyor, hizmetleri değil. O nedenle de ekonomiye etkisi hakkında hüküm vermek zor.
Ülkede hükümetin açıkladığı resmi veriler, 2021'in ilk üç ayında AB ile ticaretin keskin bir şekilde azaldığını gösteriyor. Taraflar arasında 2021'in ilk üç ayındaki ticaret düzeyi, 2018'in aynı dönemine kıyasla yüzde 23,1 azaldı.
Elbette bu düşüşün ne kadar kalıcı olacağını ve ne kadar pandemiyle bağlantılı olduğunu söylemek zor. Ancak ülkede Ulusal İstatistik Ofisi'nin işletmelerle ilgili son araştırması, Brexit'in Avrupa'yla ticaret yapan şirketler için Covid-19'dan fazla kaygı yarattığını gösteriyor.
AB'yle imzalanan ticaret anlaşması, Birleşik Krallık'ın ünlü finans sektörünü kapsamıyor. Danışmanlık firması Ernst & Young'ın analizine göre Birleşik Krallık'ın finans sektörünü hala Avrupa'nın en büyüğü. Ancak 2019'da ülkede her dört sterlinin biri küresel mali hizmetler için harcanmıştı ve bu rakam şimdi, keskin bir düşüşe işaret eder şekilde beşte bire indi.
Artık Brexit'in bir olaydan ziyade bir süreç olacağı açık. Hem AB'den ayrılmak hem de AB'de kalmak için yürütülen kampanyalarda bu durum gözardı edilmişti.
Sürecin bu noktadan nereye evrileceğine Londra'da ve AB çapında liderlerin karar vermesi gerekiyor.
Son bir düşüncemi de aktarayım: Brexit'le ilgili yoğun bölünmeler, doğal olarak Birleşik Krallık'ta içe dönük bir yaklaşım sergilememize yol açtı. Brexit yanlıları ve karşıtlarının, son beş yılda ülkenin dünyadaki konumunun gelişmelerden nasıl etkilendiği konusunda pek bir fikri yok.
Adil bir yorum olsun ya da olmasın, Brexit, Birleşik Krallık'ın dünyadaki müttefikleri ve düşmanları tarafından stratejik bir hata olarak görülüyor. Bu algının tahmin edilmesi zor sonuçları olacak.
İster hata olsun, ister fırsat ya da başka bir şey...Brexit hakkında böylesi bir hükmü sadece tarihçiler verebilecek. Muhtemelen de aynı fikirde olmayacaklar.