Bu belirtiler sinüzit olduğunuzu gösteriyor

Toplumda baş ağrısı deyince akla ilk gelen sinüzit oluyor. Fakat yapılan çalışmalar bunun aksine baş ağrılarının yüzde 5 ile 10’unu sinüzitin oluşturduğunu gösteriyor. Doç. Dr. Ethem Şahin, sinüzit belirti ve tedavi yöntemleri hakkında detaylı açıklamalarda bulundu.

Müzmin (kronik) sinüzitte baş ağrısının yok denecek kadar az olduğunu, sinüzite bağlı baş ağrısının yeni başlayan (akut) sinüzitte görüldüğünü belirten Bayındır İçerenköy Hastanesi Kulak Burun Boğaz, Baş ve Boyun Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Ethem Şahin, sinüzit belirti ve tedavi yöntemleri hakkında detaylı açıklamalarda bulundu.

Sinüsler doğumdan itibaren herkeste bulunan ve gelişimini ergenlik döneminde tamamlayan kafa içindeki hava boşlukları olarak biliniyor. Her sinüsün toplu iğne başı kadar deliği bulunuyor ve bunlar buruna açılıyor. Sinüsler ve burun günde 600 ml’ye yakın salgı (mukus) üretimi yapıyor. Bu salgı önce buruna, oradan da geniz bölgesine doğru hareket ediyor ve farkında olmadan yutuluyor. Sinüsler sesin şekillenmesinde rol alıyor, bakterileri ve toz partiküllerini temizliyor, alınan havanın nemlendirilmesini sağlıyor. Bunu yapması için sağlam bir mukoza (örtü), sağlam titrek tüyler ve fonksiyonel deliğe ihtiyaç duyuyor.

Reklam
Reklam

Sinüslerin fizyolojisinde bir sorun olduğunda ise mukusun sinüs içinde biriktiğini belirten Bayındır İçerenköy Hastanesi Kulak Burun Boğaz, Baş ve Boyun Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Ethem Şahin, eğer patoloji devam ederse mukus birikiminin devam ettiğini ve bakteriler için rezervuar görevi yaptığını, bunun da enflamasyona ve iltihaba yol açarak sinüzit başlattığını söylüyor.

''BİLİNENİN AKSİNE BAŞ AĞRISI FAZLA OLMAZ''

Sinüzitte en önemli şikâyet, burun tıkanıklığı ve dirençli geniz akıntısı olarak karşımıza çıkıyor. Bilinenin aksine sinüzitte baş ağrısı fazla olmuyor. Baş ağrısı sadece yeni oluşmuş sinüzitte bulunuyor. Özellikle şakaklarda baş ağrısı, gerginlik, doluluk hissi oluyor. Gözaltlarında şişlik olabilirken, tekrarlayan öksürük nöbetleri de yaşanıyor.

Şikâyetler 3 haftadan kısa sürer ve tedaviye yanıt verirse akut (basit) sinüzit olarak adlandırıldığını ve burun akıntısının genelde açık sarı renkli olup baş ağrısı yaşandığını belirten Doç. Dr. Ethem Şahin, “Şikâyetler 3 haftadan uzun sürer, tedaviye cevap vermezse kronik (müzmin) sinüzit olarak adlandırılır. Kronik sinüzitte baş ağrısı pek olmaz ve koyu sarı renkli burun akıntısı mevcuttur. Tanı için doktorun muayene bulgusu ve şikâyetler yeterlidir. Normal KBB muayenesinde kesin tanı konulamadığında radyolojik tetkiklere (sinüs grafisi, sinüs tomografisi gibi) ihtiyaç duyulabilir” dedi.

Reklam
Reklam

BURNUN AÇIK KALMASI TEDAVİDE ÇOK ÖNEMLİ

Sinüzit tedavisi başlangıçta ilaç tedavisiyle yapılıyor. Burnun açık kalmasının tedavinin en önemli basamağı olduğunu vurgulayan Doç. Dr. Ethem Şahin; “Serum fizyolojikli yıkamalar yapılmalı, burun açıcı birtakım spreyler kullanılmalıdır. Bunun yanında burun açıcı dekonjestan denilen haplar, kortizonlu burun spreyleri, mukus çıkarılmasını kolaylaştırıcı şurup veya haplar kullanılabilir. Sinüzitin bakteriyel olduğu düşünülüyor ise antibiyotik tedavisi verilmelidir. Hastalar 2-3 hafta antibiyotik tedavisiyle takip edilir ve şikâyetler gerilemezse hastanın sinüs tomografisi çekilir. Sinüs BT’de patolojinin devam ettiği gözlenirse ameliyat olasılığı doğar” dedi.

ENDOSKOPİK SİNÜS CERRAHİSİ EN ÇOK KULLANILAN TEDAVİ YÖNTEMİ

Endoskopi, KBB alanında en çok burun çevresindeki sinüslere yapılan ameliyatlarda kullanılıyor ve buna ‘endoskopik sinüs cerrahisi’ deniliyor. Bu ameliyatın uzun yıllardır tüm dünyada sinüzit cerrahisinde kullanılan neredeyse tek yöntem olduğunu belirten Doç. Dr. Ethem Şahin konu hakkında şu açıklamalarda bulundu: “Endoskopik sinüs cerrrahisi, lokal ya da genel anestezi altında kolayca yapılıyor. Ameliyatların hepsi burun deliğinden girilerek yapılır. Sinüs cerrahisi ortalama 1 saat sürer. Ameliyatın amacı, hastalıklı sinüslerin ağzını açıp, var olan iltihabı ya da hastalıklı dokuyu buradan uzaklaştırmak ve sinüslerin burun ile beraber aynı anda havalanmasını sağlamaktır.”

Reklam
Reklam

BELİRLİ ARALIKLARLA TAKİP ŞART

Ayrıca uzman ellerde yapılan endoskopik sinüs cerrahisinde başarı oranının yüksek ve nüks ihtimalinin düşük olduğunu açıklamalarına ekleyen Doç. Dr. Ethem Şahin sözlerini şu şekilde sürdürdü: “Endoskopik sinüs cerrahisinin başarı oranı yüzde 70-90 arasında olmakla beraber, ameliyat sonrası iyi takip edilmesi ve var ise alerjik rinitin tespit edilip tedavi edilmesi, kronik sinüzitin tekrarlamasını neredeyse sıfıra yakın hale getirir. Bu nedenle, hastanın varsa şikâyeti mutlaka alerji testi yapılıp, bu yönde tedaviye başlanmalıdır.”

ALERJİK SİNÜZİT NEDİR?

Alerjik rinit genetik bir hastalık olup, tetikleyici bir faktör ile her yaş grubunda şikâyete yol açabilir. Tekrarlayan hapşırık nöbetleri, burun tıkanıklığı, burun kaşıntısı ve öksürükle seyreden bir hastalıktır. Alerjik rinitin uzun dönemde en korkulan sonuçları astım ve sinüzittir. Alerjik rinitte astıma dönüşme riski yüzde 25-30 arasıyken, sinüzite dönüşme riski yüzde 45-60 arasındadır.

ALERJİK RİNOSİNÜZİTTE CERRAHİ TEDAVİ

Hastada eğer var ise burun kemik eğriliği (nazal septum deviasyonu), burun eti büyümesi (konka hipertrofisi), nazal polip ve tedaviye dirençli sinüzit durumunda, bu hastalıkların cerrahi olarak tedavisi şarttır. Bu cerrahiler alerjiyi tedavi etmez ancak mekanik olan sorun ortadan kalktığında alerjen ile savaşmak daha kolaylaşacak ve hastanın genel şikâyetleri ortalama yüzde 40-60 arasında azalacaktır.

Reklam
Reklam

Alerjik rinitte sinüzit cerrahisi artık çok daha kısa süre içinde ve belli yeni teknolojik cihazlar ile yapılmaktadır. Hasta ameliyatın olduğu gün hastaneden taburcu olup bir sonraki gün dışarı çıkabilmekte ve isterse üçüncü-dördüncü günde işinin başında olabilmektedir. Fakat cerrahi tedaviyle beraberinde yapılacak alerjik deri testi, sonrasında alınacak önlemler ve diğer tedaviler ile uzun yıllar alerjik rinit şikâyetlerinden korunulabilir. Hastaları zaman zaman bıktıran bu hastalıktan, doğru tanı ve doğru tedavi ile kurtulmak mümkündür. Alerjik rinosinüzitin çözümsüz bir hastalık olmadığı unutulmamalıdır.

Anahtar Kelimeler: