Yoksulluğun pençesine fazla dayanamayıp iki çocuğunu yan odada hayata terk ederek kendini asan Emine’nin dramı dalga dalga yayıldı. Önce mahallesine, sonra Türkiye’ye. Mahalledeki komşuları, yakınları, “Nereden bilebilirdik” derken sızlayan vicdanlarını dindirmeye çalışıyor gibiydi...
Adana böyle bir kışı uzun süre yaşamamıştı. Titreye titreye elindeki 6 liralık bozuklukla gitti oduncuya... “Altı liralık odun verir misin?” diye sordu, yine soğuktan titreyerek... Titreten soğuk muydu onu da bilmiyoruz aslında, belki de benliğini saran umutsuzluktu! Evde gerçekten soğuktan tir tir titreyen ve sürekli ağlayan altı aylık kızı Kardelen’le, altı yaşındaki oğlu İsa bekliyordu. Ev dedikse, dört bir köşesinden nem ve soğuk geçiren bir gecekondu!
DHA’nın haberine göre o oduncu çok iyi anımsıyor 26 yaşındaki gencecik Emine Hanım’ı… “Altı liralık odun olmaz ki hanım!” dediğindeki o bakışlarını da… O bakışlar üzerine 10 kilo odunu çuvala doldurmuş, “Para istemez” demiş. Hava yağmurlu, odunlar da ıslak! Yine de 10 kiloluk çuvalı sırtlayıp koştura koştura gitmiş eve Emine… Hemen sobaya atmış odunları ve yakmaya çalışmış! Bir, iki, üç deneme, nafile odunlar öyle nemli ki yakmak mümkün olmamış. Çare tükenmez demiş kendi kendine… Eski bir kamyon lastiği varmış evde, son gücüyle onu parçalayıp atmış sobaya…
Tek bir kıvılcımla cevap verse sobadaki o lastik parçası belki her şey farklı olacakmış. Yok, o gün hayat bırakın ışığı tek bir kıvılcımı layık görmemiş ona… Bilemiyoruz ama büyük olasılıkla o an vermiş kararını… O küçücük zaman diliminde hayatın nasıl da pamuk ipliğine bağlı olduğunun acı hikayesi işte Emine’ninki… Koşup saç kurutma makinesini almış, takmış fişe… Kardelen’i almış yanına, İsa’yı da çağırmış. “Al bununla hem kendini ısıt hem de kardeşini” demiş sadece…
Oğluna vasiyeti bu! Hiçbir şey yok başka ağzından çıkan… Yine titreye titreye mi geçti yatak odasına onu da bir o bir de Allah biliyor! O güne kadar çocuklarını ninniler söyleyip, sallayarak uyuttuğu salıncağın tavana çakılı demirini seçmiş son yolculuk için… Dolamış ipi kancaya, geçirmiş ilmeği boynuna… Tek ses işitmemiş İsa, elinde saç kurutma makinesi Kardelen’i ısıtmaya çalışırken… İntihar evine gidiyoruz. Aydınlar Mahallesi diye bir mahalle... Bir tabelası eksik ‘Buraya refah uğramaz’ yazan!
Taşı toprağı yoksulluk bir mahallenin en yoksul evi Emine’lerinki.. Evde ölüm sessizliği, kimse yok... Emine’nin belki de o günün sabahı yıkayıp astığı, İsa’nın kırmızısı çoktan pempeye dönmüş, lime lime olmuş kazağı, paçaları yırtık pantolonu ve daha birkaç parça çamaşır asılı duruyor balkonda... Bir de hemen altlarında, bir diğerini yakmaya uğraşıp da başarılı olamadığı kocaman kara bir araba lastiği...
"SES VERSEYDİ" DİYORLAR
Sokaktaki komşularına soruyoruz. “Nasıl bilirdiniz? Niye böyle yapmış olabilir sizce?” diye... Herkes “Keşke!” ile başlıyor söze... “Keşke bir ses etseydi, yardıma ihtiyacım var deseydi, ne yapıp eder, yardım ederdik. Ama hiç kimseyle görüşmezdi ki!” diyorlar, vicdan azabı ve utanç içinde... Sanki suç onlarınmış gibi çoğu konuşurken başını önüne eğiyor.
Onları rahatlatmak için, “Demek ki yoksulluğundan utandı, gurur yaptı” diyorum. Karşı komşusu 78 yaşındaki Kemal Amca, “Bizim yiyecek ekmeğimiz, ısınacak odunumuz yok dese, yardım etmez miydik kızım?” diyor. Derken ne kadar yalansız, dolansız konuştuğunu gözlerinden akan yaşlardan anlıyorum. “Bak işte o burada oturuyor ben karşıda oturuyorum. Bu kadar yakınız... Ama o kızcağızı da tanımam, kocasını da... Üç yıldır burada oturuyorlar üstelik. Hepimizin suçu var. İçine kapalı bir kızcağızmış, anlayamadık. Biz artık bu vicdan azabıyla yaşayacağız kızım” diyor... Yaşlar yine dökülüyor bir bir gözlerinden... Boğazım düğüm düğüm oluyor, konuyu değiştireyim diyorum. Emine’nin ölümünü televizyondan öğrenip, belki ailesine bir yardımım dokunur diye koşup gelen Belgin Hanım, “Tanımazdım ama ben bile vicdan azabı duyuyorum. Nasıl oldu da haberimiz olmadı? Üç gündür sürekli ağlıyorum. Zorumuza gidiyor kızım. Çok geç kaldık, çok!” diyor.
Aydınlar Mahallesi’ndeki birkaç hanenin vicdan yapması yetmez ki... Hepimiz yapmalıyız! Gerçi geç kalan vicdan olmaz ki Emine’nin derdine derman!
"O YÜZÜ UNUTMUYORUM"
Ben böyle düşünürken Emine’nin alt komşusu Iraz Hanım geliyor yanımıza, kucağında 1.5 yaşındaki oğluyla. O da farklı bir şey demiyor; “Hiç kimseyle konuşmazdı, çok içine kapanıktı. Hiç yardım istemezdi. Hiç kimseye bir kötülüğü yoktu” diyor... Aslında bunları söyleyebilmek için adeta çabalıyor, sözcükler ağzından zar zor, kekeleye kekeleye çıkıyor. Anlıyorum ki hala şokta, üstelemiyorum... O arada adını vermek istemeyen bir adam giriyor söze, “Yanımızdan geçerken bir merhaba dese 50 kere iş bulmuştum kocasına” diyor, uzaklaşıyor... Niye böyle bir şey dediğini anlayamıyorum, ama nedense hiç samimi gelmiyor, zaten o da sormama fırsat vermeden uzaklaşıyor...
Bu arada uzaktaki oduncu çekiyor dikkatimi... “Acaba Emine en son oraya mı gitmişti elindeki 6 lirayla” deyip, gidiyorum yanına... “Yok ama benden de alırdı” diyor Adnan Küçükkara. Bakıyorum, zaten odunlar hep kapalı yerde, oradan almış olamaz diye düşünüyorum… O devam ediyor: “15 gün önce buraya geldi. Kucağında bebesi ve oğluyla... Yağmur yağıyordu. Tarttım odunu... Yüzüne baktım, çok kötüydü. ‘Ablacığım, bir sorunun mu var? Rahatsız mısın?’ diye sordum. Hiç ses etmedi. O yüzü hiç unutmuyorum, sanki ölü yüzü gibiydi. Kocasıyla gelir giderdi, selamlaşırdık, bilmezdik bu kadar yoksul olduğunu...”
KİLOSU 50 KURUŞTU AMA...
“Parasını verebilmiş miydi o gün odunların peki?” diye soruyorum utana sıkıla…“Verdi. Kilosunu 50 kuruştan satıyoruz. 5 liralık odun aldı. Yüzünden belliydi, çok gururlu bir kadındı. Kimseden bir şey istememiş, öyle anlatıyorlar arkasından. Keşke bilebilseydik... Çocukları da küçücük daha... Ah abla, insan yoksulsa, bir de gururluysa bu dünyada işi çok zor!” diyor. Sözünün devamı getiremiyor, başlıyor ağlamaya koca adam...
Aklıma,“Gerçekten bir selam verse kocasına 50 kere iş bulurdum” diyen adamın sözleri geliyor... Aynen aktarıyorum oduncuya... “Bu hayat böyle işte! Kadın ölmüş gitmiş geride kalanlar hep melek oldu. Önemli olan o yaşarken bir şeyler yapabilmekti” diyor... Utanıyorum, susuyorum...
Sözün özü, Emine’nin intiharının ardından bir vicdan azabı kaplamış Aydınlar Mahallesi’ni... “Nasıl fark edemedik derdini?” diyor, kendilerini sorumlu tutuyorlar komşuları. Nasıl fark edeceklerdi ki, yoksulluk diz boyu bu mahalledeki her hanede... Herkes düşmüş kendi derdine... Geçmişte kalmış ‘sen tokken komşun aç yatmayacak’ emri gökten inen... Burada herkes aç yatıyor zira! Oduncunun sözleri herkesin kulağına küpe misali; “Yoksulsan bir de gururluysan yandın!”... İnsanlığın hali pür melali bu işte, yoksula yardım için kuyruğa giremeyen onurlu insanlar var bu ülkede hala... “Gurur karın doyurmaz ki!” demeyin sakın, “Karnı tok, ruhu aç yaşamak mıdır yoksulun kaderi?” diye sorun birilerine!
KOCASI BULGAR KADIN ÇETESİNE 60 BİN LİRA KAPTIRMIŞ
Emine Akçay’ın ölümünün perde arkasında, eşi Hüseyin Akçay’ın Bulgaristan’daki çete tarafından 60 bin lira dolandırmasının bulunduğu ileri sürüldü. Akçay’ın, İmamoğlu ilçesinde oturan annesi 50 yaşındaki Cennet Konur ve kız kardeşi Ayşe Ünal ile akrabaları, şok iddialarda bulundu. Yakınları, Emine Akçay’ın babasından kalan mirası satıp aldığı 60 bin lirayı, eşi Hüseyin Akçay’ın, Bulgaristan’dan telefonla arayıp arkadaşlık kurarak paralarını dolandıran kadın çetesine kaptırmasıyla bunalıma girip ölüme gittiğini söyledi.
Emine Akçay’ın ölüm haberlerinin medyada geniş yer bulmasının ardından Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürü İpek Kobaner, Hüseyin Akçay ve babası Kazım Akçay’a taziyede bulundu. İpek Kobaner, duvarları sıvasız, çatısı çinkolu evde kalan iki çocuğa çeşitli hediyeler verdi. Çocukların sağlık durumunu soran İpek Kobaner, “Böyle bir olay hepimizi çok üzdü. Devlet olarak Emine Hanım’ın geride kalan çocuklarına sahip çıkacağız. Acil ihtiyaçları belirleyip, karşılayacağız. Çocukların yuvaya alınmasına gerek yok. Ailenin yanında kalacaklar. Hüseyin Akçay’a da iş bulmaya çalışacağız” diye konuştu.
ÇETE NASIL DOLANDIRIYOR?
Bulgaristan’daki dolandırıcılık çetesinin üyesi genç bir kadın, Türkiye’de rastgele cep telefonundan cevapsız aramalar yapıyor. Çağrıdaki telefonu arayan erkekle arkadaşlık kuruyor. Telefonda ve internet ortasında samimiyeti ilerleten kadın, daha sonra karşısındaki erkeğe aşık olduğunu Türkiye’ye gelmek istediğini söylüyor ve para istiyor. Erkek bu yalana kanıp, kadının verdiği hesaba para gönderiyor. Son olarak gümrük kapısında kaldığını, Türkiye’ye geçmek için Bulgar polisinin rüşvet istediği yalanını söyleyip, para almayı sürdürüyor. Erkekte paranın bittiğini anlayınca da iletişimi kesiyor. Erkek dolandırıldığını çok geç anlıyor.
Vatan