CHP'nin İstanbul adayı Muharrem İnce mi olacak? Kemal Kılıçdaroğlu'ndan açıklama

CHP'nin İstanbul adayı Muharrem İnce mi olacak? sorusunu cevaplayan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, "Kimin kazanma ihtimali varsa onu aday göstereceğiz doğal olarak. Olması gereken de budur" dedi. Kılıçdaroğlu'nun bu sözleri "İnce'nin adaylğını yaşil ışık yaktı" yorumlarına neden oldu.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Gazete Duvar'dan Özlem Akarsu Çelik'in sorularını yanıtladı. Muharrem İnce’nin CHP tarafından İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına adayı gösterilme ihtimali olup olmadığıyla ilgili açıkalamalarda bulunan Kemal Kılıçdaroğlu, "Kimin kazanma ihtimali varsa onu aday göstereceğiz doğal olarak. Olması gereken de budur. Adaylar üzerinde durulacak, araştırılacak, kamuoyu yoklamaları yapılacak ve doğal olarak örgütlerin görüşü alınacak. Bütün bunların hepsini bir araya getirerek bir aday belirleyeceğiz" dedi.

Reklam
Reklam

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu , 24 Haziran gecesine dair ilk kez özeleştiri yaptı ve “Biz 24 Haziran gecesinde iyi bir sınav vermedik, bunu açıklıkla kabul etmek lazım. Keşke 24 Haziran akşamı iyi bir sınav verebilseydik bu küskünlük de olmasaydı. Eğer bir kusur ve kabahat varsa o kusur ve kabahat bizim” dedi. Küskün seçmenlerle ilgili, “Seçmen kırgınsa mutlaka haklı tarafı vardır” yorumunu yapan Kılıçdaroğlu, “Kızgınlıkta haklılar ama sandığa gitmemek AKP’ye oy vermek anlamına gelir” açıklamasını yaptı. CHP Genel Başkanı, üçüncü havalimanı inşaatındaki işçi ölümlerini ve kötü çalışma koşullarını protesto eden işçilerin gözaltına alınmasını da eleştirerek “İşçi kardeşlerimiz haklılar” dedi ve işçilerin çalışma koşullarıyla ilgili açıklamaları üzerine Maliye Bakanlığı’nın, Çalışma müfettişlerinin neden harekete geçmediğini sordu.

Kılıçdaroğlu'nun yaptığı açıklamalardan önemli başlıklar şöyle:

‘İŞÇİ KARDEŞLERİMİZ HAKLILAR’

İşçi kardeşlerimiz haklılar. İşçilerin eylemlerinin başladığı saatte milletvekili arkadaşlarımız sorunu öğrenmek için oradaydı. İstanbul İl Örgütümüz oradaydı. Milletvekili arkadaşlarımız, il örgütümüz işçi arkadaşlarımızın sorunlarıyla yakından ilgileniyor. Bu noktada işçi arkadaşlarımızın taleplerinden birine dikkat çekmek istiyorum. “Maaşlar elden ödenmesin, bankaya yatırılsın” diyor. Yani “Aylardır bize açıktan ödeme yapılıyor, firmalar vergi kaçırıyor” diyor. Ne diyor damat bu konuda? Maliye Bakanlığı harekete geçti mi bu ihbarla ilgili olarak? Öte yandan iş sağlığı koşullarının iyileştirilmesini talep ediyorlar. Çalışma Bakanlığı müfettişleri harekete geçti mi? “Siz o şantiyede kölelik düzeniyle mi işçi çalıştırıyorsunuz, nedir bu şikâyetler, talepler” dedi mi?

Reklam
Reklam

KÜSKÜN SEÇMENLER

Küskün seçmene şunu söylerim, seçmeni suçlamak gibi bir lüksümüz yoktur. Küskün demeyelim de kırgın, diyelim. Seçmen kırgınsa mutlaka haklı tarafı vardır. Dönüp kendimizi buradan sorgulamamız gerekiyor. Biz 24 Haziran gecesinde iyi bir sınav vermedik, bunu açıklıkla kabul etmek lazım. Keşke 24 Haziran akşamı iyi bir sınav verebilseydik bu küskünlük de olmasaydı. Eğer bir kusur ve kabahat varsa o kusur ve kabahat bizim…

‘SANDIĞA GİTMEMEK AKP’YE OY VERMEK ANLAMINA GELİR’

Bir kızgınlık var, doğru. Kızgınlıkta haklılar ama sandığa gitmemek AKP’ye oy vermek anlamına gelir. Bu gerçeğin de unutulmaması lazım. Ben bunu Parti Meclisi’nde söyledim ama çarpıtılarak yansıtıldı medyaya. (Kılıçdaroğlu, ağustos sonunda yapılan PM’de, küskün CHP seçmeninin yerel seçimi boykot edeceği konusu açıldığında “Neymiş, küskünler seçimi boykot edecekmiş. Böyle düşünenler boykot edeceğine gitsin doğrudan AKP’ye oy versin” dediği yönündeki haberleri kastediyor. ÖAÇ) Sandığa herkesin gitmesi lazım. Adaylar belirlenmeden bu kızgınlıklar tam anlamıyla giderilebilir mi? Hayır. Adaylar ortaya çıkacak, seçmen ister kırgın olsun ister olmasın adayı görecek. Adayın niteliklerine bakacak; kente nasıl bakıyor, kentin geleceğine yönelik yaklaşımı nasıl, görecek. Kentin geleceğini nasıl planlıyor vb. vaatlerine bakacak, ona göre karar verecek ve sandığa gidip oy kullanacaktır, buna inanıyorum. Bu ülkenin vatanseverlerinin, demokrasiden yana olanlarının sandığa gitmemek gibi bir lüksleri olacağını sanmıyorum.

Reklam
Reklam

‘YEREL SEÇİMDE DİĞER PARTİLERLE DİRSEK TEMASI KURABİLİRSİNİZ’

Yerel seçimlerde parti kimliklerinden çok aday kimliği öne çıkar. Kente en iyi hizmeti kim sunar? Dolayısıyla halk buradan yola çıkarak birleşir. Yani bir parti, örneğin biz çok iyi bir aday çıkarırsak genel seçimlerde diğer partilere oy veren seçmen de kenti yönetmek üzere ona oy verebilir. Yerel seçimlerde genel seçimlerde olduğu gibi katı, keskin bir ittifak doğası gereği söz konusu olmaz. Biz, tüm siyasi partilerin seçmenlerinden oy alabilecek özelliklere sahip adaylarla seçimlere gireceğiz. AK Parti, MHP, İYİ Parti, Saadet, HDP seçmeni de bizim adaylarımıza baktığında siyasi tercihini bir kenara bırakacak ve “ CHP’nin adayı seçildiği an itibariyle tüm beldenin, ilçenin, ilin belediye başkanı olacak nitelikte bir isimdir. Partizanlık yapmayacak, kenti rantçı anlayışa teslim etmeyecek, kadınları, gençleri ve çocukları önceleyen bir hizmet anlayışında olacak, yandaşlık yapmayacak, kendisine oy versin/vermesin kentin tüm sakinlerine eşit olarak hizmet götürecek” diyecek ve gönül rahatlığıyla CHP’nin adayına oy verecek, göreceksiniz bunu. Özetle biz özellikle yerel seçimler konusunda tüm siyasi partilerin seçmenlerinden oy alan bir aday konusunda hassasiyet göstereceğiz.

Reklam
Reklam

‘YEREL SEÇİMDE PARTİLERİN İTTİFAKI YOK, SEÇMENLERİN İTTİFAKI VAR’

O süreç büyük ölçüde kendiliğinden olacaktır ya da büyükşehir, il, ilçe belediye başkan adayının tutumuna bağlı olacaktır. Aday, doğal olarak herkese gidecek, herkesten oy talep edecektir. Partilere değil seçmen kitlesine gidecek, “Ben bu kenti alacağım, şu yatırımları yapacağım ve kenti şu noktaya getireceğim” diyecektir. Partilerin ittifakı yok, burada seçmenlerin ittifakı var. Bu ne dersek diyelim, siyasetin bir gerçeği.

‘NİTELİKLİ ADAY GÖSTERECEĞİZ VE OYU ALACAĞIZ’

İktidar muhalefetteymişçesine şimdiden yerel seçime hazırlanıyor. Peki ana muhalefet partisi neler yapıyor?

Biz de çalışıyoruz. Özellikle Sayın Bahçeli ittifak konusunu dile getiriyor. Niye sürekli dile getiriyor anlamış, değilim. İttifak olur veya olmaz. Tabii AK Parti’yle aralarında nasıl bir ittifak yapacaklarını, AK Parti ‘Ben falan yerde aday göstereceğim, siz göstermeyin’ gibi özel bir anlaşmaya girip girmeyeceklerini bilmiyorum ama onlar gözlerini CHP’ye dikmişler, “ CHP ne yapacak” diye. CHP’nin ne yapacağı açık ve net ortada: Nitelikli, sevilen, saygı duyulan adaylar göstereceğiz, kent kültürü olan adaylar göstereceğiz; kente hizmet edecek, tüm seçmeni kucaklayacak adaylar göstereceğiz ve oyu alacağız, kazanacağız.

Reklam
Reklam

‘KİMSENİN KORKMASINA GEREK YOK, HALK TERCİHİNİ YAPACAKTIR’

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli son olarak “Zillet ittifakı hazırsa Cumhur İttifakı dünden hazır ve kararlıdır. CHP , PKK ile ittifak hedefinin bedelini elbette pahalıya ödeyecektir” dedi. Yerel seçime altı aydan fazla bir zaman varken Bahçeli’nin CHP ’yi kriminalize eden bu açıklamaları yerel seçim yaklaşınca nasıl bir boyuta taşınacak diye seçmen endişeleniyor.

Bizi terör örgütleriyle yan yana gösterme çabası siyasi bir ayıptır. Şimdi “Acaba halk CHP’yi destekler, biz de CHP’yi PKK’ya destek veriyor, diye bir özel suçlama alanı içine sokarsak bundan fayda sağlarız” düşüncesindeyse Sayın Bahçeli, bu yaptığı doğru değildir. Sayın Bahçeli, PKK ile iş birliği yapan AK Parti ile şu an işbirliği yapıyor. Habur’da çadır mahkemelerini CHP mi kurdu? Kim kurdu, belli. Gidip desteği veren kim? Terör örgütüyle aynı masaya kim oturdu? Bütün bunlara baktığınızda sadece ve sadece yerel seçimlerde kaybetme korkusuyla “Acaba CHP’ye çatarsak buradan bir şeyler alabilir miyiz?” diye bir arayış, bir strateji var. Yerelde bizim ne olduğumuz, nasıl çalıştığımız herkes tarafından bilinir. Bakınız bizim belediyeler, ayırımsız tüm belde halkına hizmet ederler.

Reklam
Reklam

İNCE İBB’DEN ADAY GÖSTERİLECEK Mİ: KİMİN KAZANMA İHTİMALİ VARSA ONU ADAY GÖSTERECEĞİZ

Muharrem İnce’nin CHP tarafından İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına adayı gösterilme ihtimali var mı?

Kimin kazanma ihtimali varsa onu aday göstereceğiz doğal olarak. Olması gereken de budur. Adaylar üzerinde durulacak, araştırılacak, kamuoyu yoklamaları yapılacak ve doğal olarak örgütlerin görüşü alınacak. Bütün bunların hepsini bir araya getirerek bir aday belirleyeceğiz.

‘İSTANBUL’DA DEVASA BİR ÖRGÜTÜMÜZ VAR. ANKARA’DAN OTURUP ADAY BELİRLEMEYECEĞİZ’

“Ankara için sağdan da oy alabilecek bir aday, İstanbul için ise soldan da oy alabilecek bir aday gösterilecek” yorumu yapılıyor. Partinin içinden aday adaylığını şimdiden açıklayanlar da var. Aday belirlenirken nasıl bir süreç işleyecek? Örneğin İstanbul’da nasıl karar verilecek kimin aday gösterileceğine?

Az önce de ifade ettiğim gibi anketler de olacak, örgütün eğilimi de alınacak. İstanbul’da devasa bir örgütümüz var. Biz Ankara’da oturup diğer illerdeki adayları belirlemeyeceğiz. Örgüt ile bir araya geleceğiz, il ve ilçe başkanlarıyla… Büyükşehiri almak için ilçe belediyelerinin de büyük bir kısmını almamız lazım. Eyüp’ü, Kâğıthane’yi, Beykoz’u, Üsküdar’ı, Küçükçekmece’yi… Yeni ilçelerin de alınması gerekiyor. Bir bütün olarak düşünmek ve ona göre hareket etmek gerekiyor. Büyükşehir belediye başkan adayı ile ilçe belediye başkan adayları arasında sağlıklı ve tutarlı bir iş bölümünün olması lazım.

Reklam
Reklam

‘BİR HANEDANLIK VAR’

Devlet aslında görkemli bir kuruluştur ama devletin devlet olarak halka hizmet sunabilmesi için de liyakat denilen bir kuralın olması gerekiyor. Yani işin ehline verilmesi lazım. Ben tıp fakültesini bitirmeden ameliyathaneye girip bir ameliyat yapamam. 21’inci yüzyılda gelişmenin, uygar devlet olmanın klasik bir tanımı vardır: Küçük ayrıntılarda iş bölümüne giden devlet gelişmiş devlettir. Bir kişi her şeyi ben bilirim, ben yaparım iddiasında olamaz. Eğer her şeyi ben bilirim, ben karar veririm derseniz devleti devlet olmaktan çıkarırsınız, toplumu da bir felakete sürüklersiniz. Bugün geldiğimiz nokta budur.

Bugün, yani 20 Temmuz sivil darbesinden sonra Türkiye’de bir hanedanlık kuruldu. O kadar ileri gittiler ki, hanedan, Türkiye Varlık Fonu A.Ş. Başkanlığı’na kendisini atıyor. Düşünün, Türkiye’nin bütün büyük kuruluşlarını yönetecek, onlarla ilgili karar alacak pozisyona gelmiş oluyor. Ne Sayıştay denetimi var ne de TBMM denetimi… Bütçesi de parlamentonun dışında bir bütçe. Orada bir yolsuzluk olduğunda kimse bilmeyecek, kimse denetlemeyecek. Bir şirket kurulduğunda bunu Maliye Bakanlığı, Ticaret Bakanlığı, Sermaye Piyasası Kurulu denetler; yeri gelir Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı denetler. Ancak Varlık Fonu A.Ş.’yi hiçbir kuruluş denetleyemeyecek.

Reklam
Reklam

Devlette liyakat olmazsa devlette çürüme başlar çünkü devlette ehliyet değil sadakat öne çıkmış olur. ‘Bu bizim adamımız, bizim memleketten, amcamın oğlu’ anlayışıyla siz bunları devletin belli postlarına yerleştirirseniz o devlette çürüme başlar. Siyaset dediğiniz kurumun kendi içinde etik kurallarının olması, hesap vermesi lazım. Üç kural çok önemli. Birincisi, yöneten pozisyonunda olanların eleştiriye açık olması lazım. Medya, sivil toplum örgütü, meslek kuruluşu veya herhangi birisi eleştirdiğinde yöneten, bu eleştiriye tahammül edecek. İkincisi, bu kişinin hesap vermesi lazım.Yöneten pozisyonunda olan, devletin bir kaynağını kullanıyor. Bunu doğru yere harcıyor mu, harcamıyor mu? Yöneten her kişi, halkın kendisine emanet ettiği her kuruşun hesabını halka vermek zorundadır. Eğer vermiyorsa orada israf ve yolsuzluk vardır. Üçüncüsü de yetkilendirilenin yani sorumlunun denetlenebilir olması lazım. Bugün gazeteler, televizyonlar, TBMM, yargı, sivil toplum kuruluşları, sendikalar denetleniyor. Denetimsiz bir alan çıkarır ve bu alanı, hukuken de hiçbir sorumluluğu olmayan bir kişiye verirseniz orada israfın ve yolsuzluğun üstünü kapatmış olursunuz.

‘O UÇAĞI İADE ET RECEP BEY!’

Türkiye bir ekonomik krizin içindeyken ve bu krize kaynaklık eden ana unsur siyaset unsuru iken ve ülkede herkes bir gelecek endişesi taşırken ülkenin cumhurbaşkanının böylesine lüks bir uçağı kendisi için satın almak istemesi başlı başına bir felakettir. Bu bir anlamda Türk halkıyla alay etmek demektir ki “Satın alacakken Katar Şeyhi hibe etti” diyor. Bu da çok acı bir itiraf. Bir ülkenin cumhurbaşkanı bir başka ülkenin bağışladığı bir uçağa, otomobile binemez! Türkiye Cumhuriyeti’nin onuruyla oynamaktır bu. “Hibe” diyor, sonra “Hediye” diyor. “Hibe” demek “Bağış” demek. Türkiye Cumhuriyeti neden bağış kabul eder? O uçağı bağış olarak kabul etmesini gerektiren tablo nedir? Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti’nin diğer ülkelerle karşılıklı “hibe” anlaşmaları olmuştur ancak bunların tümü bir ihtiyaca istinaden gerçekleştirmiştir. O uçak hibeyse hangi ihtiyaca istinaden kabul edildi bu hibe? Sonra da “Hediye” diyor. Bu çok daha ayıp! Ülkeler arasında hediye alış verişi de olur. Ancak bu hediyeleşmenin de ahlaki, vicdani bir sınırı vardır. Toplam maliyeti bir milyar dolara yakın bir uçak neden hediye olarak kabul edilir?

Yeniden soruyorum, ülkemiz ağır bir ekonomik tabloyla karşı karşıyayken neden Katar Şeyhi’nin satılığa çıkardığı bir uçağa talip olunur? İkinci soru, neden hibe ya da hediye bu uçak kabul edilir? Bu lüks, şatafat ve gösteriş düşkünlüğünden başka bir şey değildir. İşsizlik oranları artıyor, ardı ardına işletmeler kapanıyor, iğneden ipliğe her şeye zam geliyor. Kendisi bile çıkıp “İsraf ekonomisinden üretim ekonomisine geçiyoruz” diyerek israf ekonomisi nedeniyle ülkenin içinde bulunduğu tabloyu itiraf ediyor sonra da çıkıp milyar dolarlık uçağa talip oluyor. O uçağı iade et Recep Bey. Onurun varsa o uçağa binme ve iade et.

‘İYİ POLİS-KÖTÜ POLİS ROLÜNÜ ÜSTLENDİLER AMA HERKES O KADAR SAF DEĞİL’

Türkiye ekonomisinin bu noktaya gelmesinin sebebi anlattığınız gibi liyakatten yoksun yöneticiler, israf ve yolsuzluklar mı yoksa dış güçler mi?

Bunların dış güçlerin oyunuyla ne ilgisi var. Türkiye Varlık Fonu Anonim Şirketi’nin başında Cumhurbaşkanı’nın ne işi var? Bunun dünyada örneği yok ama 2015’ten beri hayali bu. “Ben memleketi bir şirket gibi yöneteceğim” diyordu. O nedenle ‘Merkez Bankası’ndan (MB) şikâyet ediyorsan onu da kendine bağla, MB Başkanı ol, ister faizi arttırırsın, ister sıfıra indirirsin’ dedim.

Perşembe günü Para Politikası Kurulu’nun faiz açıklamasının hemen öncesinde Cumhurbaşkanı Merkez Bankası’nı hedef alan sert bir açıklama yaptı ve ardından faiz oranı yüzde 6.25 oranında arttı. Sizce bu danışıklı dövüş müydü?

Öyle. İyi polis, kötü polis rolünü üstlendiler. Ardından Berat (Albayrak) Bey de onun tercümesini yaptı, “Bakın, siz MB bağımsız değildir diyordunuz, işte bağımsız!” Dünyaya bu mesaj verilmek isteniyor ama herkes o kadar saf değil. Bakın, Erdoğan’ın konuştuğu ve yaklaşık iki saat sonra Merkez Bankası faiz arttırdığı günün sabahında, saat 09.00 itibariyle bir spekülatörün 1 milyon dolar aldığını düşünün. Erdoğan’ın, TESK’te yaptığı konuşma bittiğinde dolar 6.54’ü gördü. Aynı kişi sabah aldığı bir milyon doları satsa karşılığında 6 Milyon 540 bin TL alacak. Merkez Bankası kararı sonrası dolar 6,03 TL’ye kadar geriledi. Bu kez aynı kişi elindeki 6 Milyon 540 bin TL karşılığında 1 Milyon 84 bin 577 dolar alabiliyor. Böylece bir kişi beş saat içinde 84 bin 577 dolar kazanmış oluyor. Dolar baronlarına hizmet etmektir bu. “İyi polis- kötü polis” numarasıyla dolar baronlarına sadece bir milyon dolar karşılığında beş saat içinde kazandırdıkları para 84 bin 577 dolar.

‘EN BÜYÜK ENDİŞEM TÜRKİYE’NİN 2019’DA AÇLIK SORUNUYLA KARŞI KARŞIYA KALMASIDIR’

En büyük endişem 2019’da Türkiye’nin açlık sorunuyla karşı karşıya kalmasıdır. Eğer gübre, ilaç, elektrik fiyatları bu şekliyle gider ve çiftçi, finansman açısından yeteri kadar desteklenmezse ekemez zaten. Nasıl ekecek? Zaten çiftçiyi ekemez noktaya getirdiler. 16 yılda iki Trakya büyüklüğündeki alanı çiftçi artık ekmiyor çünkü geçinemiyor. Tarımda çok kötü durumdayız. Bütün bu açmazların bilinmesine karşın gidip Sudan’da binlerce dönüm arazi kiraladılar. Bir devlet düşünün kendi çiftçisiyle rekabet ediyor.

‘KRİZ EN SONUNDA DEMOKRASİYİ GETİRİR AMA BEDELİNİ BÜYÜK ÖLÇÜDE VATANDAŞ ÖDER’

Kriz sonunda, en sonunda demokrasiyi getirir ama demokrasiye geçinceye kadar bedeli büyük ölçüde vatandaş öder. Sanayici kendisine göre önlem alır, diğer birimler de kendilerince şöyle ya da böyle önlem alırlar. Maddi olarak en büyük zararı üreten kesimler öder. Bir de başka tür bedel ödeyenler var, işine son verilenler. Bugün Türkiye’nin pek çok ilinde, pek çok fabrikasında işçilerin işine son veriliyor. İşveren kendisini kurtarmak istiyor, para ödeyemiyor işçileri ya ücretsiz izine ayırıyor ya da işlerine son veriyor. Bu durum, toplumda birinci aşamada yoksulluğa; ikinci aşamada da büyük bir ahlaki deformasyona yol açar; üçüncü aşamada ise Türkiye’de ciddi toplumsal patlamalara yol açabilir. Erdoğan bütün bunların ne kadar farkında bilmiyorum. Farkında olması lazım.

‘ERDOĞAN’I EJDER SUYUYLA, MİLYAR DOLARLIK UÇAKLARLA OYALIYORLAR’

Yakın çevresinin Erdoğan’a Türkiye’de insanların yaşadığı sorunları yetkinlikle, bütün çıplaklığıyla anlattıklarını düşünmüyorum. Erdoğan’ı kızdırmaktan çekiniyorlar. Böyle bir tablo var maalesef. Gerçi Erdoğan’ın vatandaşlarımızın yaşadığı sorunlarla yüzleşecek cesareti de yok. Onu badem sütüyle, unuyla, ejder suyu, efuli, aloevera gibi içeceklerle, milyar dolarlık uçaklarla oyalıyorlar.

‘ERDOĞAN’IN SON UNVANI, VARLIK FONU A.Ş.’NİN YÖNETİM KURULU BAŞKANIDIR’

Yakın çevresi Erdoğan’a “Reis” ya da “Başkan” diye hitap ediyor. Sizce Recep Tayyip Erdoğan’ın sıfatı nedir, Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı mı, Başkanı mı?

Türkiye Varlık Fonu A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı. Son unvanı bu bana göre.

‘ MHP , ÇORLU KAZASININ ARAŞTIRILMASI TALEBİMİZDE AKP İLE BİRLİKTE OY KULLANARAK İKİLİ OYNADI’

Özelleştirmeler de yerli ve milli söylemiyle çelişiyor. Son olarak Almanya basını, Türkiye ile Almanya’nın TCDD’nin modernizasyonu için 35 milyar Euro’luk bir anlaşma yaptığını yazdı. Bu yeni bir özelleştirme anlamına mı geliyor? Birleşik Taşımacılık Çalışanları Sendikası (BTS) demiryollarındaki özelleştirmelerin, taşeronlaştırmaların çok ölümlü kazalara neden olacağını söylemişti defalarca ve Çorlu’da 25 yolcunun öldüğü, onlarca kişinin yaralandığı acı kaza meydana geldi.

İnsana değer veren saygın bir devlet yönetiminde, önce risklerin tümü gözden geçirilir, onlar üzerinde çalışmalar yapılır. Dolayısıyla orada iş kazaları çok azdır, ölümlü vakalara pek rastlanmaz. Bizim gibi insana değer vermeyen ülkelerdeki yöneticiler ise kervan yolda düzülür mantığıyla hareket eder, risk olursa düzeltiriz derler. İnsanlar öldükten sonra önlem alırlar. Türkiye’de yöneticilerin yaptığı maalesef bu. Biz o belgeyi açıkladık. Çorlu’da nelerin olabileceği önceden söyleniyor, şu olacak deniyor, bu yazı ilgili birimlere gönderiliyor. Ancak ona rağmen önlem alınmıyor. Bu olayın Parlamentoda araştırılmasını istedik. MHP Milletvekili kürsüye çıktı araştırılması gerekir dedi, oylamaya gelince MHP milletvekilleri AKP ile birlikte oy kullandılar ve araştırma önergesi reddedildi. MHP destek verseydi bütün muhalefet bu olayın araştırılmasını sağlayacaktı. MHP maalesef ikili oynadı orada.

Anahtar Kelimeler: